Kısa dalga yayın

11.03.2009

Ergenekon efsanesi üzerine bir iki derleme

Ergenekon efsanesi üzerine yazılmış bir iki makaleyi paylaşmak istedim. Malumunuz son günlerde bu efsane adı üzerinden teşkilatlandığı iddiasıyla bir çete soruşturması sürdürülüyor. Makalelerin ikisi aynı gazetden benzer görüşleri yansıtıyor bir diğeri ise başka bir gazeteden.
Makalelerin ilki, önceden solcu olduğunu, yediği dayaktan sonra döndüğünü söyleyen (ülkücülükten niye dönmüş, bu sefer kimden ne darbe almış merak ettim) eskinin hızlı ülkücülerinden Türköne'ye ait: Makalenin tamamı
Ergenekon, bir Türk efsanesi olarak Kurtuluş Savaşı sırasında Yakup Kadri tarafından icat edilmiştir. Halbuki efsaneler, bir toplumun ortak hafızasıdır. Efsaneler ve destanlar vasıtasıyla o toplumun ortak geçmişi, yeni nesillere aktarılır. Osmanlı'da, Selçuklu'da en küçük izine rastlanmayan bir hikâyeyi, Cumhuriyet kuruluşuyla birlikte 5 bin yılın içinde birdenbire "keşfetmek" ve sadece tek "yabancı" kaynağa dayanmak ne kadar inandırıcı? Milli Eğitim Bakanlığı'nın bu sahtelikleri ders kitaplarından acilen temizlemesi lâzım.

Niyetim kimsenin kutsalıyla, inancıyla uğraşmak değil. Ergenekon Efsanesi ve Kurt figürünün MHP ideolojisinin önemli sembollerinden biri olduğu herkesin malûmu. At izi it izine karıştı. Türkiye'nin sahip olduğu her şeye kasteden tehdidin adı Ergenekon olarak kayda geçti. Bu tehdidin varlığı bile, Ergenekon efsanesi gibi sahteliklerin eseri. Demek ki sahtelikler akıl dışı sapmalara yol açıyor.
İkincisi Beşir Ayvazoğlu'na : Makalenin tamamı
Efsaneye göre, Tatar hanı Sevinç Han, Kırgız hanını ve başka hanları yanına alarak Göktürklere saldırır. Savaşı Göktürkler kazanırlarsa da, ganimete üşüşüp gaflete düşünce sür'atle geri dönüp saldıran düşmanları tarafından kılıçtan geçirilirler. Yalnız Göktürk hakanı İlhan'ın o yıl evlendirdiği Kıyan adlı küçük oğlu ve Nüküz (Ziya Gökalp'ın "Nohuz" şeklinde kaydettiği bu ismi, bazı yazarlar Tokuz'a çevirmişlerdir) isimli bir yeğeni vardır; bunlar eşleriyle birlikte kurtulmayı başararak at, davar ve devenin bol olduğu bir yere gelirler. Sürüleri önlerine katıp karla kaplı, sarp bir geçide ulaşırlar. Tehlikeyi göze alarak geçide girip ilerleyince karşılarına cennet gibi bir vadi çıkar. Her türlü av hayvanının bulunduğu bu verimli vadiye Ergenekon adını verirler. "Ergene" sarp, "kon" ise geçit demektir. İki aile, hayvanların etlerini yer, sütlerini içer, derilerini giyerler ve çocuklarını birbirleriyle evlendirerek çoğalmaya başlarlar. Aradan dört yüz yıl geçer. Artık bu vadiye sığamayacaklarını anlayınca atalarından duydukları geçidi ararlar, fakat bulamazlar. Bir demirci, vadiyi kuşatan dağlardan birinin demirden olduğunu, onu eriterek bir yol açabileceklerini söyler. Bunun üzerine dağın en geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür yığarlar. Yetmiş deriden körük yapıp yetmiş yere yerleştirirler ve yaktıkları ateşi körüklemeye başlarlar. Demir erir ve yüklü bir devenin geçebileceği genişlikte bir yol açılır. Bu yolu kullanarak dışarı çıkar, Tatarlardan öçlerini alırlar. O sırada Göktürklerin hükümdarı Börteçene'dir. Börteçene, Moğolcada "Bozkurt" anlamına gelir.

Ergenekon'dan çıkışta bir bozkurdun yol gösterdiğine dair ayrıntı efsaneye sonradan eklenmiştir. Ancak bu konuda yazıp çizenler, Reşidüddin tarafından nakledilen efsanede Börteçene'nin Göktürk geleneğinin bir uzantısı olduğunu düşünüyor, hükümdar diye zikredilmesini İslâmî anlayışa uydurma gayretiyle açıklıyorlar.
Üçünsü ise birçoğunuzun lise Türkçe ders kitaplarından  adına aşina olduğunuz Ahmet Bican Ercilasun'a ait: Makalenin tamamı

Ergenekon Destanı Türklerin türeyişiyle ilgili bir destandır. Dolayısıyla Ergenekon kavramını kötü niyetle kullananlar Türk’e hakaret etmiş sayılır. Milletimizin adı olan Türk kelimesini kötü amaçlarla kullanmak ile milletimizin türeyişini anlatan Ergenekon kelimesini kötü amaçlarla kullanmak arasında bir fark yoktur.
Şimdi bir de Ergenekon Destanı’nın uydurma olduğunu söyleyenler çıktı. Küçük akıllarınca zihinleri bulandıracaklar. Hani Türkiye’de kendini aydın zanneden, okumadan âlim olduğunu vehmeden bazı kimseler var ya onlardan bahsediyorum. Onların okumadıklarını ben nakledeyim de herkes bilgi sahibi olsun.
Yalnız bu küçük akıllı aydınlarda bir de kompleks var. Kaynak, bir Türk bilgini olursa ona itibar etmiyorlar. Onun için ben yabancı araştırıcıları kaynak olarak vereceğim.
Köktürklerin doğu kanadı hakkında, en önemli araştırma, Liu Mau-tsai’nin “Die chinesischen Nachrichten zur Geschichte der Ost-Turken (T’u-kue)” (Wiesbaden, 1958) adlı eseridir. Bu çalışma, Ersel Kayaoğlu - Deniz Banoğlu tarafından “Çin Kaynaklarına Göre Doğu Türkleri” adıyla Türkçeye çevrilmiş ve 2006 yılında Selenge Yayınları arasında yayımlanmıştır. Eserin orijinalinde ve çevirisinde “Köktürk/Göktürk” yerine “Türk” kelimesinin kullanılması yerindedir. Çünkü bizim Köktürk/Göktürk dediğimiz Türkler, kendi yazdıkları Orhun Anıtları’nda kendilerinden Türk diye bahsetmişlerdir. Anıtlarda 58 defa Türk, sadece iki defa Köktürk geçer. Nedense bizim tarihçiliğimizde 58 defa geçen Türk yerine iki defa geçen Köktürk benimsenmiştir. Çinliler de onları Tu-kyu diye adlandırmışlardır. Tu-kyu, Türk sözünün Çince söylenişidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Türkçe kullan ey millet, dilinden utanma olma illet!

Türkçe yazım kuralarına riayet etmeniz, yazdıklarınızın daha anlaşılır olmasını sağlar.
Türkçe her yerde Türkçe'dir, kağıt üzerinde de internet sitelerinde de.
Türkçe yazım kurallarına bir göz atsam iyi olur diyorsanız bu bağlantıyı tıklayınız.