Kısa dalga yayın

31.10.2008

Hüseyin Üzmez ve şeytana darılmak!

0 yorum
Hüseyin ÜZMEZ'in durumu ve hakkında yazılan çizilenler, yaptığı ettiği bir tarafa dursun. Ben tutuklandığı zaman ağzından çıkan iki cümleye kilitlendim :
Ben nefsime dargınım. Ben şeytana dargınım.
Kendini dindar bir müslüman olarak tanımlayan bu adamın cümlelerini beyaz ekranda duyunca tüylerim ürperdi. "Bir insan kime kırılabilir?" diye düşündüm. İnsan sevdiğine, değer verdiğine, dostuna kırılmaz mı? Şeytan, nefs; insanın, müslümanın baş düşmanı değil mi? Nefse, şeytana kırılmak, onlara nasıl bir değer biçmektir?
Peki bu adam nefsine, şeytana kırıldığını söylüyorsa nasıl bir dindar müslüman? Benim bildiğim müslüman insan - hele ki kendini dindar olarak tanımlıyorsa - nefsini, şeytanı kendine dost değil, ölmeden ölebilmek için baş düşman ilan edip bunlarla savaşmalıdır.

Ben yadırgamıyorum, insanlığın içinde bulunduğu iki yüzlülük içerisinde bu adam suçunu itiraf etmiştir. Nefsi ve şeytanla dostluğunun cezasını vicdanen çekeceği gibi hukuken de çekmeli.

Benim Mustafa Kemal'im; sizin Atatürk'ünüz

0 yorum

* 21 Mayıs 2007 tarihinde hafif.org da yayınlanmıştır.


Yazım biraz uzun gelebilir, benim de yazdığım nadiren uzun yazılardan birisidir. Başından bir çok yerde okuduğunuz metinlere benzetebilirsiniz, aldanmayın.

Atatürk! Bu adın vurguladığı kişiyi bilmeyen yoktur heralde Türkiye'de. Kimilerimiz muhteşem önder, harika devlet adamı, büyük deha, muazzam askeri deha vb sıfatlarla kimleri de din düşmanı, alkolik asker, deccal vb şekilde -kendisini tanıyan bilenlerin asla ve asla ona reva görmediği- sıfatlarla anımsamaktadır, Türk Milleti'ni bir çoklarının hayal dahi edemediği, dünya milletlerine emsal bir atiye taşıyan bu kişiyi.

Birileri siyasi arenada halkı kendi tarafına çekebilmek, güç kazanmak ve bu gücü zamanı geldiğinde bir Osmanlı şillesi gibi laiklik(!) karşıtlarının suratına indirebilmek için Atatürk'ü ve Atatürkçülük'ü istismar ederken başka birileri de bu Atatürkçülük taraftarlarına karşı halk gücünü kendi ellerinde tutabilmek amacıyla halkın en hassas, en duyarlı olduğu din konusunu istismar etmektedir.

Bir mahallede veya bir toplulukta eğer birisi-birileri veya ailesi kötülenmek ve toplumdan soyutlanmak istenirse o kişinin adı öyle yada böyle, bir şekilde dillere pelesenk edilir. Atatürkçülük de tıpkı bu şekilde aynı din gibi toplumu bunlardan uzaklaştırmak adına her şeye alet edilmektedir.

Sadece bunlar mı? hayır!
Son 3-5 sene içerisinde bu kanalların dışında farklı bir yerde cevher olduğu kulaklarına fısıldanan sol cenah, Türk Milliyetçiliği'nin maneviyattan arındırılmış öğeleri kucağında bir ulusalcılık akımı peydah eder. Türk Milliyetçiliği; zaten gergin olan toplumsal durumu daha da gerginleştirmemek ve en ufak bir çığlıkta sokaklara dökülecek olan damardaki ateşli kanı milli menfaatler uğruna teskin etmek amacıyla soğutucuya kaldırmıştır öyle de bir soğutulmuştur ki artık çöl sıcağında dahi damla kıpırdamaz hale getirilmiştir.
Değişim kaçınılmazdır! Ülkedeki konjöktürel yapı gereği birşeyler epey yıpranmıştır; Atatürkçülük etimolojik olarak eskidiğinden yerini daha afilli olan Kemalizm, Milli Görüş veya Dincilik yorulduğundan yerini Ilımlı İslamcılık almıştır.
Eskidiği düşünülerek adların değişitirilmesiyle bir heyecan katılan görüşler aynı fikriyatta devam etmektedir. AB'ye uyum yasaları çerçevesinde, BOP çerçevesinde Atatürkçülük'ün bir kaç oku kırılmış diğerlerinin de kavisi arttırıldığından kırılmasına pek gerek kalmamıştır.

Yok yok, aslında ben saçmalıyorum. Mümkün değil böyle şeyler bu ülkede: Baksanıza! yirmi dokuz ekimlere, yirmi üç nisanlara, on dokuz mayıslara, on kasımlara, otuz ağustoslara. Parti liderleri, devlet görevlileri ekranlarda bangır bangır Atatürk'ten söz ediyorlar, inkılaplarından (devrimlerinden) söz ediyorlar, milletimiz için neler yaptığını anlatıyorlar. Koca koca aydın(!) gazetecilerle dolu ulusal gazetelerimizin köşelerinden, gazetelerin manşetlerinden Atatürk ve fikirleri akıyor. Çarşaf çarşaf Atatürk posterleri, ekleri veriyorlar. TV kanalları; "prime time"da ana haberlerde başlayıp ertesi sabahın ikisine üçüne kadar "anchorman" lerinin liderliğinde Atatürk ve Cumhuriyet ve Laiklik yayınları yapıyor, karşıtlarına bot bağları sallanarak gözdağı veriliyordu. Tabi demokrasi de bunları gerektiriyordu.
Hele bunlar ne ki? Atatürk'ün fikirlerinden öte Samsun çıkarmasında yattığı yorgan bile camekanda saklanmakta. Savarona yatı, bandırma vapuru dekore edilmekte. Modacılarımız(!), top model mankenlerimize Atatürk ve Cumhuriyet konseptli tasarımlarını giydirip podyumlarda boy göstermekte en Atatürkçü modacıyım kabilinden.
Bunlar daha hiç bir şey. Ilımlı İslamcı partimize göz dağı vermek sebebiyle düzenlenen o dev mitingler, bunlara bişey diyebilir miyim? Hayır. Evet, derim. Laiklik elden gidiyor, mollalar devletin başını ele geçiriyor diye ortaya çıkan; ilk mitingden sonra ulusal bir hareketten çok ana muhalefet partisinin çaktırmadan bir hassasiyeti kendi leyhine çevirmesi kurnazlığı, Londra'da bölücü terör örgütünün finanse ettiği toplantıda konser verip ardından bizim mitinglere sazının ve sesinin teliyle destek veren münevver(!) şahsiyetin konseri, bunlar mükemmel şeyler değil mi?

Bu olayların cereyanı esnasında bir isim bangır bangır gençliğe; bıraktığı eserlerde nelerle karşılaşacağı bunlara karşı neler yapmaları gerektiğini haykırmıştır ama nafile! Çünkü onun yerine haykırdıklarını söyleyerek, avazları çıktığı kadar adını yırtınanların içi boş haykırışları altında kalmıştır kendi sesi. Yorulmuştur; emperyalizm, kapitalizm ve yobazlık içindeki bu tellalların arasında.

Artık zamanı geçeli çok oldu ama birilerinin bu sese; Selanikli-zamanının evkaf katiplerinden- Ali Rıza Bey oğlu Kemal'e, tedrisat esnasında kazanılan "Mustafa" ile Mustafa Kemal'e, bir milletin küllerinden yeniden doğuşuna önderlik eden Gazi Mustafa Kemal'e cevap vermesi gerekiyor!

30.10.2008

Milletin efendileri

0 yorum
Akşam beyaz ekranda ana haberlerde "Milletin efendileri, cumhuriyet balosunda" haberini görünce dedem geldi birden aklıma. Medyafaresi, fotoğraflarla geçmiş haberi.

Rahmetli bence harika bir adamdı hani derlar ya, dağ gibi adam gerçekten öyleydi. Köylüydü, bir millete efendilik edecek kadar. Sabah namazı öncesinde kalkar. Köy işlerinde çalışırken günlük giysilerini ve kasgetini takar. Akşam ajansına kalmadan yemek yenir. Akşam ajansı bitince bir ara gözden kaybolur, bostana veya hayvanların yanına gider gece yarısından önce eve girip de yastığa başkoyduğunu gören olmamıştır. Hem 93 harbinden hem de milli mücadeleden Gazi bir babanın oğludur.

Haberlerde verilen görüntüleri görünce geldi aklıma, köylü dedem.
Şehre, daha doğrusu ilçeye alışverişe veya maaşını almaya gideceği zaman kalkar kalkmaz ilk iş olarak banyo yapar. Sakal traşını olur, takım elbisesini giyer, serkisoff saatini yeleğine takar, gerilik kasgetini başına, kunduralarını ayağına geçirip salına salına tren istasyonuna doğru yol alırdı. Günlük kıyafetlerinin içindeki adamla, şehre çıkan adamı karşılaştırsanız şaşar kalırdınız. Son tahlilde bu gelen kaç köyün ağası diye bir düşünce alır insanı. Evet benim köylü dedem böyleydi, aynı bizim köyün Kane Dayısı, Fazlı Emmisi, Ezo Dayısı ve en fukarası (İki tosuncukla tapan eden) Mazlum Emmi ve hatta Çoban Sılo gibi. Bu adamlar öyle ahım şahım tedrisat görmüş de değillerdi fakat bu görgülerine hayranlığımı hala daha saklarım. Ülkenin neredeyse en doğu ucunda bazılarına göre medeniyetten, uygarlıktan en uzak köşesinde köyden sıyrılıp şehre çıkarken bir bayram havasına bürünmelerine imrenirdim hep.

Acaba diyorum, bu davette bulunan valinin acelesinden dolayı mı bu köylülerimiz böyle işlerinin başından apar topar alınıp da Cumhuriyet Balosuna sokulmuşlar. Yoksa vali beyin gösterisine ansızın mı katılıvermişlerdi.
Nebilim ya! Bizim köylüler böyle değillerdi, garipsedim birden.

26.10.2008

Altıyoldaki bu boğa nereden geldi?

3 yorum
Hişşşt, evet evet siz! İstanbul, Kadıköy'de yaşayanlar. Hani şu Altıyol'da dikili, kiminin sırtında, kiminin biryerlerini ellerken, kiminin boynuzlarına poposunu dayayıp fotoğraf çektirdiği, kiminin sevgilisini beklerken saatlerce tavaf ettiği o boğa var ya, ondan söz ediyorum. İşte o boğanın hikayesini biliyor musunuz?

Rahmetli ağabeyim Ümit Sinan Toğçuoğlu'nun ağzından dinlemiştim hikayesini.  Boğanın hikayesi zamanında Sinan Ağabey'imizin çıkardığı Kent 2000 adlı gazeteden alınma.

Şu bizim boğanın bitmeyen maratonu
Şu bizim boğanın, Altıyol’un ortasında arenaya çıkmış, önüne çıkanı denize kadar kovalayacakmış gibi durduğuna bakmayın...
133 yaşındaki hayvancağızın , oradan oraya koşmaktan, adım atmaya mecali kalmamış...
bizim boğa, taa Paristen gelmiş buralara...
1864 yılında Paris’te doğmuş. Isidore Bonheur ve T.Rouillard adlı iki heykeltraşın eseri.
O zamanlar, Fransız gücünü temsil ediyormuş. Ama 1. Dünya Savaşı’nda Fransız gücü Alman gücüne karşı koyamayınca, bizim boğaya Almanya yolu görünmüş.
Almanlar, Fransızların güç sembolü alıp götürmüşler.
Osmanlı İmparatorluğu, o sıralar, Almanyanın müttefiki olarak savaşın içinde. Güce muhtaç.. Alman imparatoru II.Wilhelm, 1917 yılında Türkiye’yi ziyaret ederken, başkumandan Enver Paşa’ya hediye olarak, güç sembolü boğayı getirmiş.
Bizim boğa, önce Beylerbeyi Sarayı’nın bahçesine yerleştirilmiş. 1930 da yeni ilçe olan Kadıköy’e getirilmiş. 1953 de, o sıralar Türkiye’nin böbürlenme nedeni olan Hilton’un bahçesine taşınmış. Güç sembolü ya...

Ama, Hiltonun modası geçince, 1969 da tekrar Kadıköy’e postalanmış. Bundan sonra da, Kadıköy’ün sembolü sayılmış nasıl oluyorsa...!

Kadıköy’de kaymakamlık binasının önünde duran boğa, binanın restorasyonu sırasında, depoya kaldırılmış.
Orada unutulmuş da...Hayli zaman sonra, hatırlanıp tekrar sokağa salınmış. Bir oraya, bir buraya derken, Altıyola gelip konmuş.

Şimdilik burada... ama yakında yine yollara düşebilir. Kadıköy Belediyesi, Altıyol’a, beldeyi sembolize edecek başka bir anıt dikmeyi düşünüyor. O zaman, bizim boğanın nereye gideceği meçhul... Maratonu hiç bitmeyecek gibi.
Haziran 1997, Kent 2000

25.10.2008

Sonbaharı yaprak yaprak çöpe atmak

1 yorum
Yine tarihimin yeni yeni toz tutmaya başlamış sayfalarında bir not
Sonbahar!

Sonbahar diyince akla ilk gelen sararmış yapraklar ve hoyrat esen rüzgar olmalı herhalde. Aksini istisna da olsa, iddia edenler çıkacaktır ama hiç önemli değil, istisnalar kaideyi bozmaz derler.

Sapsarı yapraklarla kaplı yollarda yürürken, ayakların altında ezilen yapraklardan çıkan sesler ve hoyrat rüzgara sevgilinizle birbirinize sarılarak eşlik ediyorsanız sonbaharın tadını çıkarıyorsunuz demektir.

Her son yeni bir başlangıçtır ne de olmasa, yazın bitişiyle gelen sonbahar da yeni bir hicranın habercisidir. Gidenler hep sonbaharda gider. Sonbaharın yaprak dökümü her ne kadar şarkılarda şiirlerde hicranı tasvir etmekte kullanılsa da benim için tam aksi şekildedir. Olayların sonbaharda yaşandığı, adında sonbahar bulunan filmler, sonbahara sitem ve küfür edilen, ayrılığa sebep gösterilen şiirler, büyük ayrılıkların sonbaharda yaşandığı aşk romanları vs. ile insan ömründe bir dönüm noktasıdır sonbahar. Sonbaharın bu kadar kıymetli olduğunu anlamak için

sonbaharın tadını layıkıyla çıkaramamak gerekiyormuş. Kışla dışında sonbaharı sevmeme rağmen kendisine hiç bu kadar değer biçmemiştim.
Şu an sonbahardayız. Rüzgar, bırakın hoyratlığı deli gibi esiyor Beşiktepe’de. Bu sonbaharı sabah ve akşamları sararmış-kızarmış kavak, söğüt yapraklarını rüzgara, ağaçlara küfrederek diğer arkadaşlarla birlikte mıntıka yaparak yaşıyorum. Topladığım her yaprakta sivil hayatta ağzıma almaya imtina ettiğim bin bir küfür savuruyorum. Topladığım her yaprakta, sevgilimin yanağına bir öpücük kondurmayı özlemle hayal ediyorum.
Çılgınca, kurumuş yaprakların üzerinde, havada uçuşan yaprakların altında koşturmak varken ben sonbaharı yaprak yaprak toplayıp çöpe atıyorum. Ben sevdaya yaprak yaprak hasretim. Ve ben artık sınıra dayanıyorum. Bu kadar zalimlikten sonra hangi yaprak bana sonbaharın eski tadını verir diye çok ama çok merak ediyorum…

Hangi Fethullah Gülen?

5 yorum
Başlıkta Fetullah Gülen ismini okuyanların aklına gelenlerden bazılarını hemen sıralayayım: Feto, fettoş, fetullah, hoca efendi, f tipi örgütlenme, din devleti,şeriat devleti,iran vs. vs.

Açıkçası ben adından başka hiçbirini kullanmak istemiyorum. Vatan Gazetesi’ndeki Yiğit Bulut’un yazısının sonlarına doğru gelmişken birden çocukluğuma gidiverdim.
Durun hele bi! Çocukluğuna niye gidiyorsun, ne işin var oralarda diyerek sulandırmayın işi.
Çocukluğuma gidiyorum çünkü oralardan zihnime kazınmış bir Fetullah Gülen var, bugün basında yer alan ile o günkü aklıma yer eden Gülen’i karşılaştırma gereği duydum.

Fetullah Gülen adını daha bilmezken ağabeyler denen bir grubun varlığıyla tanışıklığım oldu. Ortaokul zamanımın sonları olsa gerek. Bu güzel(!) insanlar, bir evde yaşayan 3-5 veya bazı zaman sayıları daha da artan üniversite öğrencilerinden oluşuyordu. En azından biz onları kendilerini bizleri yetiştirmeye adamış üniversite öğrencileri olarak biliyorduk.Ve bu insanlar hangi okul olursa olsun çalışkan, geleceği parlak görünen biz çocuklara ücretsiz ders vermeyi vaat ediyorlardı. Elbet öyle de yapıyorlardı. Birkaç zaman şu ders meselesi konusunda faydaları olur diye git gel yapmaya başladım. Okul sonraları iki arkadaşla birleşip ağabeylere gidiyorduk. Bir süre okul derslerinden bir şeyler anlatıyorlar, sonra salona geçiliyordu. Ağabeylerden biri şu risalelerden birini okuyan arkadaşı ara sıra susturuyor ve risalede ne demek istediğini izah etmeye çalışıyordu. Allah var, ne o risalelerden ne de o ağabeyin anlattıklarından aklımda bir harf bile kalmamıştır. Risaleler zaten Arapça mı, Farsça mı nece hala daha anlayamamışımdır. Hafta sonları halı saha maçı veya piknik falan da düzenlerlerdi ve ben sadece bir kez halı saha maçına katıldığımı hatırlarım.
Genelde biz eve vardığımızda topluca kılınan namazdan kalkıyor olurlardı. Ortaklaşa kurulan sofrada birlikte yemek yer yine ders ve ardından gelen vaazdan sonra saatin geç olmasından dolayı biz kalkardık ama başka okuldan gelen öğrencilerden orada kalanlar da olurdu.
Neyse şimdi uzun uzun hikaye kısmına girmeyeyim. O evden aklımda kalan tek sahne:
Topluca yine risale okunması ve ardından gelen vaazı dinledikten sonra videoya bir film takıldı, adını yazarını, çekenini inan olsun hatırlamam. O filmden aklımda kalan tek sahne de şöyleydi:
Başı sarıklı, cübbeli bir hoca samanlıkta duvara sırtı dönük, üzerinde Kuran olan rahlenin ardında oturuyor ve – o zaman – hemen hemen biz yaşlarda çocuklar da kaşısında diz çökmüş ellerinde elifbalarıyla hocanın okuduklarını tekrarlıyorlar. İşte tam o sırada; ellerinde silahlarıyla askerler (evet o an dikkatli dikkatli baktım, bunlar bizim askerler ve Kuran öğretilen bir yere baskın yapıyorlardı) samanlığı basıyor, hocayı ve öğrencileri dipçiklerle dövüp sürükleyerek dışarıya çıkarıyorlar ve o andan sonra videodaki değil ama bendeki film koptu.
Bir bahaneyle o evden çıktığımı ve bir daha o evlerin yakınından dahi geçmediğimi bilirim.
Zaman sonra o evlerin ışık evi olarak adlandırılan ve Fetullah Gülen’in önderliğinde kendini hizmete adamış bir grubun ortaya koyduğu sosyal yapı olduğunu öğrendim. Bu evlerden biriyle tanışıklığım öncesinde Fetullah Gülen’e büyük saygım vardı; memleketimizin yetiştirdiği, bütün ülkenin tanıdığı, dini bütün, kendini insanları ahlaklı yaşamaya yönlendirmeye adamış bir kişi olarak şekillendirmiştim kafamda onu.
Yine bir zaman sonra yabancı ülkelerde ve diğer Türk cumhuriyetlerinde, kapısında Türk bayrağı, duvarında Atatürk posteriyle birlikte, Onuncu Yıl Nutku ve İstiklal Marşı asılı olan ve yabancı çocuklara İstiklal Marşıyla birlikte Türkçe’yi de de öğreten çeşitli eğitim kurumları olduğunu öğrendim ve o zaman hala daha çocuk sayılırdım. Ve kafamda daha da farklı bir Fetullah GÜLEN şekillendi. Bu ülkeyi, Atatürk’ü, Türk bayrağını, Türk milletini ve devletini seven ve aklımda daha da büyüyen bir abide şahsiyet haline dönmüştü.
Ve defalarca o ışık evinde hafızama kazınan film sahnesi ile bunları nasıl birbiriyle bağdaştırabilirm diye düşündüm... Bağdaştıramadım, bağdaşmadı! Okudum, sordum, öğrendim.
Sonrasında gazete, dergi, dersane, kolej, üniversite, televizyon, şeriat, takiyye, rejim vs derken o abide şahsiyet şüphe üstüne şüphe yorganına sarıldı aklımda.
Senelerce o şüphe yorganları arasından, çocukluğumdaki abide şahsiyeti nasıl çıkarabilirim diye düşündüm. Çıkaramadım, çıkmadı! O abide şahsiyet boğuldu orada.

Fetullah GÜLEN kendisini ve ülküsünü de aşan ve fakat artık kendi kontrolünde olmayan kapitalist düzenin aleti olmaktan yakasını sıyıramaya(cak)n bir yapının temellerini atmış ve bu temellerini attığı yapının içinde penceresiz kapısız, söylemesi istenenden başka bir şeyi duyurması imkanı olmayan, bir kata kilitlenip kalmış durumda bir şahsiyet.(Enver ÖREN kendisinin de bu hale getirildiğini anlamış ve fakat zamanlamayı tutturamayarak hem ülküsünü hem de kendi karizmasını yerle yeksan etmiştir.)
İşte bu Fetullah GÜLEN, ülküsünü esarete mahkum etmiş bir garip!

24.10.2008

Eskimişim...

0 yorum
Yine geçmişten kendi tarih sayfalarımdan, askerlikten bir not.
http://edakeskin.blogcu.com

Eskiyorum...
İnsan, üzerindeki giysilerin eskimesine hiç sevinir mi? Sizi bilmem ama ben seviniyorum. Bir çok şey eskidiği zaman insanda ister istemez bir mutsuzluk duygusu belirir, üzülür hatta çok değer verdiği bir kazak için kendini bile kahredebilir. Eskidiğini hissettiğimiz bazı şeylere, bazen harcadığımız para bazen de verdiğimiz manevi değerden dolayı üzülürüz.

Eskimek,
sonuçta kayıptır. Eskidikçe zaman geçer ve bu bir asker için tutunacak bir umuttur. Üstündeki kamuflaj eskiyorsa, zaman geçiyor, şafak atıyor ve sen o kışlada eskiyorsun demektir. Bunu fark ettiğin anı kendine bir miat biçersin.

Kamuflajlarım eskiyor, ilk üstüme giydiğimde bol, hımbıl duran kamuflaj artık küçülüyor. Kamuflaj ağarıp, küçüldükçe kışladan ayrılma vakti de yaklaşıyor.
Eskici!
Demir,bakır, alüminyum alıyorsun da beni neden almıyorsun? İnsan eskisi para etmiyor mu yoksa? Oysa devlet insan eskilerine maaş bağlıyor, sen bilmiyor musun? Vatani görevde eskimek güzelmiş, umutmuş peki ya hayatta?
Şşşt eskiyenler!

Sabit telefonları susturalım da peki interneti ne yapalım?

1 yorum
Haber sitelerine de konu olan, telekomun sabit telefonlara uyguladığı tarifelerden dolayı e-posta zinciriyle başlayan 1 Kasım'da "Sabit telefonları susturalım" boykot çağırısı faydalı görünüyor. Posta zincirinde gönderilen metinde bir  sorun var:
Sabit ücret: 10,43 YTL. Bu rakam konuşsan da konuşmasan da faturana yansıtılıyor...
Valla doğru, önceden abonman bedeli (yanlış hatırlamıyorsam) diye bir şey alınırdı, önceki eğer o bedeli aşacak kadar konuşmamışsan fatura gelmezdi.

KDV matrahı: 14.54 bu ne anlam taşıyor vallahi billahi bilmiyorum.
Matrah, KDV hesaplanırken esas alınacak tutardır. Yani KDV bu tutar üzerinden hesaplanır.

Katma Değer Vergisi: 2.62 üsteki KDV ile alttaki sanki aynı biri diğerinin kısaltılmış hali. Neden ikisi de kısaltılmış olarak yazılmamış. Ya da ikisi de uzun hali ile yazılmamış
Dedim ya üstteki KDV hesaplanırken esas alınan tutar bu da hesaplanan, ödenecek Katma Değer Vergisi.

Özel iletişim vergisi: 2.18
Böyle işte, iyi niyet fakat heyecanla dikkatsiz hazırlanmış boykot çağrısı. Tutarlar konusunda birşey diyemeyeceğim çünkü hiç incelemedim. Dikkate alıp katılmak faydalı hatta bilhassa katılmak gerekli bu boykota. Çünkü sabit hatla konuşma konusunda artık gsm şirketleri daha ekonomik bir hal aldı ve daha da devam eder bu durum.
Fakat başka birşey daha var: O da sabit telefon hattı üzerinden sağlanan internet bağlantısı. İşte asıl sorun burada baş gösteriyor sabit hat kullanıcıları için. Telekom karasal hatlar konusunda tekelini devam ettirdiği için özel şirketler bu karasal hatlar üzerinden hizmet vermek zorunda.
Telekom'un sabit ücret ve internet bağlantısı konusunda  kullanıcılar lehine kanuni birşeyler yapılmalı ve bence bu boykot da bu işin başlangıç noktası olabilir. Sektöründe tekel olan devlet kurumunu, vatandaş lehine mevzuat hükümleri getirmeden özelleştirirsen olacağı budur.

23.10.2008

Turksat 3A Uydu frekansı değişikliği- Görüntülü anlatım

5 yorum
Güncelleme : 18.05.2009
29 Mart itibariyle Turksat 3A nın frekans değerleri değişmiştir. Aşağıda görüntülü anlatımda yer alan değerleri :
Arama Modu: Manuel
Frekans: 11.962
Sembol Oranı: 3333
FEC Değeri: 3/4 (Çoğu alıcıda gerek yok)
Polarizasyon : Vertikal (Dikey)
bu şekilde değiştirip Şebeke Arama Modunu Açık hale getirerek yeniden kanal araması yaparsanız sorununuz çözülecektir.
---
Televizyon seyrederken, ekranın sağında solunda yok frekans şu, yok dalga boyu bilmem ne bu diye 27 Ekim'de uydu kanallarının Turksat 3A'ya geçecekleri ve kullanıcıların da frekans değiştirmeleri isteniyor. Dikkat ettiğim kadarıyla yaklaşık bir haftadır dönüyor bu frekans değişikliği duyuruları. Bunları duyunca iki soru takıldı kafama:
  1. Uydu yönünü değiştirmek gerekecek mi?
  2. Her kanal için elle mi frekans ayarı gerekli?
Bu sorular kafamda  dolaşırken ben kanal değiştirmeye devam ediyordum. Aklıma, en iyi fikrin çanak ve alıcının servisini arayıp sormak geldi. Tam servisle irtibat  için belgeleri aramaya kalkarken e2 ekrandaydı ve bu frekans değişikliği ile ilgili tanıtım kaydı vardı. Ve Turksat 3A ya geçişle ilgili aklımdaki sorulara şu şekilde net cevaplar veriyorlardı: (Fakat bunlar yetmiyor ben, görüntülü olarak izah etmeye çalıştım.

  1. Çanağınızın yönünü değiştirmenize gerek yok.
  2. Uydu alıcının otomatik kanal tarama özelliğini kullanarak frekans değişikliğini gerçekleştirebilirsiniz.
İnanın yürekten tebrik ediyorum adamları. O kadar büyük kanalda frekans değişikliğiyle ilgili frekans,dalga boyu cart curt bilgileri veriyorlar fakat çanak kullanıcısının aklına takılan şu iki sorunun cevabını vermeyi akıl edemiyorlardı. Tüüü sizin aklınıza dedim içimden sadece.

Ekleme 27.10.2008
Bu akşam deneyeyim dedim ve maalesef öyle doğrudan otomatik ara demekle olmuyormuş bu iş.
Otomatik arama yapmadan önce arama yapılacak uyduda Frekansı 12731, Sembol oranını 3333, polarizasyonu dikey (vertikal) yapmak gerekiyor. Oldukça ayrıntılı bir işlemi var. Madem ki 8593 kişi sadece bugün bunun için burayı ziyaret etmiş demek ki hala daha sorun yaşayanlar var. Bu uydu işini bende elimden geldiğince görüntülü olarak goldmaster için izah edeyim olayı: Çanak servislerine amme desteği ;)


1- Menuden kurulumu seçiyoruz
2- Uydu-TP düzenlemeyi seçiyoruz
3-Uydu  düzenleme menusunden uydu eklemeyi seçiyoruz
4- Uydu için bir isim yazıyoruz
5- Uydu için isim yazıp kaydet dedikten sonra TP bilgisi eklememizi istiyor, OK ye basıyoruz
6- Gelen ekranda frekansa kumandadan 12731 giriyoruz. aşağı tuşuyla sembol oranına 3333 giriyoruz. Polarizasyonu Dikey yapıyoruz. OK üzerinde OK'ye basıyoruz.
7- Gelen ekranda kanal aramaya giriyoyoruz
8- Gelen ekranda Şebeke Aramayı Açık hale getiriyoruz. Aşağı kaydırıp Aramayı Başlat üzerinde OK tuşuna basıyoruz. Kanal arama bittikten sonra frekans değişikliği tamam!

Yeni uydu yayını ile; karaciğer sote yemiş babannem gibi ekranın da yüzüne renk ve parklaklık geldi.

22.10.2008

Selam söyle!

1 yorum
Yazan yazmış bana da sadece ithaf etmek kalmış


Selam söyle!

Ne dedin?
Anlamadım..
Dost mu kalalım..!
Ciddi misin?
Şimdiden düşman gibisin...
Kendine
Benden selam söyle..!
Sevgimin üzerine
Bir bardak su içsin
Bensizliği çok istedin
Ben de verdim...
Sözlerim boğazına mı takıldı?
Dön arkanı.
Sırtına vurayım da geçsin...

S.Babaoğlu

20.10.2008

Durumdan vazife çıkaran adam

0 yorum
En son msn iletisinde böyle yazıyordu : Durumdan vazife çıkaran adam.
Kim diye merak ediyorsanız söyleyeyim; kendisi İstanbul gibi çakallar sofrasında tanıdığım, akrabamdan da öte samimi, temiz kalpli, yürekli, atılgan, cevval cevahir atakan bir insan-dı, yani Ümit Sinan Topçuoğlu'ydu.

Birçoğunuz bu ismi ekranlardan duymuş olmalısınız; Sefertası Hareketi'nin mimarı, Kadıköy'ün delisi(!) Sinan Bey.

En son hedefi; Kadıköy Belediye Başkanlığı'nı Selami Öztürk'ün elinden almaktı. Bunun için kulis çalışmalarına bile ta 1.5-2 sene önce başlamıştı. Ama kısmet olmadı Sinan Bey'e.

Msn aracılığıyla sık sık görüşürdük fakat kendi hayat gailemden Sinan Bey'in olmamasına pek de aldırmamışım. Durumun en acı tarafıysa Sinan Bey'in vefat haberini tesadüfen öğrenmiş olmam. Öğrendiğim zaman ne aradığımı bilmiyordum ama Muammer Erkul'un sitesinde rastladım vefat haberine.En son yaklaşık 6 ay önce benden bir ricası olmuştu "Kendini sıkma yapabilirsen bana haber verirsin" demişti fakat iş güç meselesinden ne o ricasını yerine getirebildim ne de sonrasında kendisini arayabildim. Son yüzyüze görüşmemiz Sakarya'daki Sefertası Hareketi temsilcisinin tanıtım toplantısı vesilesiyle olmuştu. Ailesi kedisine iyi bakar inşallah, çok severdi o tüy yumağını.
Allah'ım mekanın cennet eyle inşallah!

Taraf itiraf etti :Aktütün görüntülerinde hatamız vardı.

4 yorum
Anahaberlerde rastlayınca buradan da duyurmuştum igili görüntülerdeki yanlışlığı. E tabi herkes Taraf'a o kadar güvenmişti ki kimse inanmak istemedi. İki yayım kuruluşu görüntüleri tetkik edip hatayı ortaya koydu, ardından Askeri Savcılık tarafından yayınlanan görüntülere el konularak incelendi ve hatalar bu kez de TSK tarafından ortaya kondu ama yine birileri bunu tatminkar görmedi. En sonunda kendileri de bu kadar adiliği gururlarına yediremediklerinden olsa gerek özür dileme gereği duymuşlar. Verdikleri servis haber gibi özürlerini manşete taşımasalar da en azından bu saklı özürleri umut vaadediyor.
O görüntülerle Türkiye'yi ayağa kaldırdılar. TSK'yı yaraladılar. Görüntü yalan çıkınca bugün bir küçük kutucuk içinde bakın ne yazdılar.

Aktütün görüntüleri olduğunu öne sürdükleri video ile ortalığı ayağa kaldıran Taraf gazetesi çark etti. Görüntülerin koordinatlarında hata yaptıklarını açıklayıp, özür dilediler...

Özür dileme şekli ise Taraf'a yakışmadı. Medyaya farklı bir soluk getirdiğini iddia eden Taraf, özürü manşet yerine minicik bir kutu içinden yayınladı.

Gazetede yer alan özür notu şöyle;

AKTÜTÜN BASKINI GÖRÜNTÜLERİNDE HATAMIZ DA VARDI

"Aktütün'ü basan PKK'lıları izleyen insansız uçak görüntülerini seri halinde yayımladık. Her görüntünün altına tarihini ve karakola mesafesini yazdık. Bunlardan yalnızca 2 Ekimdeki görüntünün mesafesini bildirirken hata yaptık.

Baskından 27 saat önce baskına giden 20 PKK'lının sınırdan girişini gösteren görüntünün altına 16 ekim tarihli Taraf'ta "Aktütün'e bir kilometre mesafe" diye yazdık. Doğrusu "20 KİLOMETRE" olacaktı.

BİR KOORDİNAT KAYMASI YÜZÜNDEN YAPTIĞIMIZ HATA için okuyucularımızdan özür dileriz..."bağlantı

19.10.2008

Rusya Dağlık Karabağ'a giriyor

0 yorum
Azeri Adalet Gazetesinin Armenia Today sitesine dayanarak verdiği habere göre;
Rusya'nın 58. ordusu Dağlık Karabağ'a girmeye hazırlanıyor. Rusya Dışişleri Bakanlığındaki güvenilir kaynaklar Moskova'nın, Ermenistan'a askerlerini geri çekmesi için ültimaton verdiğini bildiriyorlar. Geopolitika isimli gazete bu talebin, Ermenistan'da hükümet bunalımı yaratacağına ve bölgede durumun değişeceğine yoruyor.

Bu bilginin 20-21 Ekimde Medvedev'in Erivan'a yapacağı ziyaret arefesinde yayılması, Rusya'nın Dağlık Karabağ sorununa değineceğine işaret ediyor.

Cumhurbaşkanımızın Erivan ziyaretinin ardından, Ermenistan'ın ABD güdümüne etkin bir şekilde girmesi endişesi taşıyan Rusya bence Ermenistan'a bir uyarıda bulunacak. Eğer Ermeni hükümeti ABD ile yatağa girmeyi göze almışsa Rusya, Ermenistanı aynı Gürcistan gibi bir hale getirecek diye düşünüyorum. Bir Gürcistan savaşından sonra bölgede üzerimizdeki baskıyı artıracaktır kanımca. Sıra Rusya'da; ya benden yanasın ya onlardan.

18.10.2008

Görevi düşmanlık olan gazetecilik!

0 yorum
Fatih ALTAYLI haberturkteki yazısının ilk bölümü şöyle :
Taraf gazetesinin Türk Silahlı Kuvvetlerine’ne yönelik tavrına kızdığımız zaman, bazıları karşı çıkıyor.
“Ne demek canım. Demokrasilerde herkes eleştirilebilir. Silahlı Kuvvetler eleştirilerden muaf olamaz. Onların bir ayrıcalığı mı var?  Hata yaparlarsa, eleştiriye katlanırlar”
Doğrudur. Silahlı Kuvvetler de, ordular da eleştirilebilir.
Ama bunun bir yolu, yordamı, adabı vardır.
Bu satırları yazan kişi, -yani ben- Türk Silahlı Kuvvetleri’ni günü geldiğinde en sert dille eleştiren kişidir.

...
Silahlı Kuvvetleri eleştirmek başkadır, tüm gazetecilik ilkelerini ayaklar altına alarak Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratma kampanyası açmak başkadır.
Taraf, düşman bir istihbarat servisi gibi davranıp, TSK’yı yıpratmak için psikolojik bir savaş yürütüyor.

İşte son yedikleri herze.
Bir takım casus uçak görüntüleri yayınlayıp, bunların Aktütün karakolunda çekildiğini söylüyor ve TSK’nın Aktütün karakorulana yapılacak baskını bildiğini ancak önlem almadığını iddia ediyorlar.
Ancak gazeteciliğin en basit kurallarını bile, söz konusu TSK olunca unutuyorlar.
Fotoğrafların üzerindeki enlem boylamı gösteren yazılara bakıp buranın gerçekten Aktütün civarı olduğunu bile incelemiyorlar. Genelkurmay’ı arayıp ellerindeki bilgiyle ilgili görüşlerini sormuyorlar.
Türk Silahlı Kuvvetleri'ni zor durumda bırakacak her haber onlara göre doğru.
Bu peşin hükümle hareket ediyorlar.
Anormal olan budur, TSK’nın eleştirilmesi değil.
Ekranlardaki oturumlarda, gazete ve internet köşelerinde en çok rastladığım yorum ise şöyle : Taraf Gazetesi, görevini, işini yapıyor.
Yani yazar, çizer takımının büyük kısmısı taraf gazetesinin görevinin TSK karşıtlığı ve yıpratmak olduğunu kabul ederek toplumun bunu kanıksamasına çabalıyor;
Taraf'ın yaptığı oldukça doğal, ne basın yayın meslek ilkeleri ne de birşey bırakalım işini yapsın.
Böyle birşey olabilir mi? Kendini gazeteci-aydın-yazar diye tanımlayan onlarca insan; Taraf'ın, TSK'yı eleştirmek niyetinde değil, yıpratma ve yoketme çalışmalarına psikolojik destek harekatının bir lejyonu olduğunu kabul edip, işinin yapıyor diye sessiz kalıyor. Bu nasıl bir aydın zihniyetidir anlamak mümkün değil.
Nasıl  Anayasa Mahkemesi tarafından AKP'nin, rejim karşıtı görülüp hazine yardımı cezası verildiğini anlayamadıysam bunu da anlayamıyorum: Evet Taraf TSK karşıtı, düşmanı bırakalım işini yapsın?
Yuh diyorum sadece öylelerinin aydınlığına ve böyle aydınlığa beynimin perdelerini kapatıyorum.
Yoksa Anayasa Mahkemesi kamoyuna bu konuda yol mu açtı?

Askerlik vasiyeti

0 yorum
yine live spaces zamanından bir  hatıra daha

Offff offfff bu askerlik öncesi stresi öldürecek beni, taaaaaa yılbaşından beri bu stresi yaşıyorum. Önce mayıs dediler o zamana hazırladım kendimi, tam gittim gidiyorum derken hoooooop temmuza sarktı sevk işi. Tarif edemeyeceğim bir gerginlik yaşarken sıkıntı denizinde boğulmadan önceki son kulaçlarımı atıyorum.

Ne yapayım ne yapayım derken aklıma ayrılık vasiyetini yazmak geldi. Heheheh şimdi okuyanlar diyecek ki; "ulen neyin vasiyeti bu"? Ben de size ne, sadece beni tanıyanları ilgilendirir, diye cevap vereceğim.

VASİYETİMDİR

Yaptığım bütün web sitelerinin telif haklarını firmam ONKO Network'e bırakıyorum.
Bunlar üzerinde düzenleme yapacak kişilerin, düzenlemeye girişmeden önce sanatsal bir kaygıyı göz önüne alarak çalışmalarımın genel görünümü üzerinde değişiklik yapma hakları olmadığını belirtmek istiyorum. Sadece güncelleme yapmalarına izin veriyorum. Onun dışında revizyon işine girişmeden doğrudan sitelerimin ortadan kaldırılmasını istiyorum, sakın ha sakın üzerinde elleşmeyin.

Kodladığım emlak sitesi ve alış veriş sitesinin haklarını ONKO Network'e bırakıyorum. Sıkışık zamanımda üç-otuz paraya sattığım scriptleri alan fırsatçı-sömürgeci coder(!) takımının emeklerime değer vermedikleri için esefle kınanması görevini; umut, sana bırakıyorum. Haaa ,yok verdiğim kod üzerinde yaptıkları gelişmeleri ONKO'ya ulaştırırsalar o zaman helal olsun onlara. Bu noktayı scriptlerim içinde yazmıştım ama okumuyorlar işte. neeeeyse keyifleri bilir.

Kaynak kitapçıklarımı ve senelerin birikimi diskteki başvuru kaynaklarımı da -umut duyuyon mu?- umut sana bırakıyorum!

Umut, ofisi erkenden açma görevi yine senin, yiyorsa açma!

Umut, Yılmaz ağabeyin şantaj ses kaydı da sana emanet (gerçi kayıtlı olduğu yeri bir türlü bulamadım ama neeeeyse bir kere dinledi nasıl olsa o korku yeter ona), ona göre yerli yersiz santaj yapma adama tamam mı? Hıhıhıhıhıhı

Umut, oğlum senin üstüne çok şey düşüyor ama bu arada da arayan dostlarımıza otomatikman benden çok selam söylemeni istiyorum, bak sakın unutma! Ha aklıma gelmişken umut, sabahları benim orda otur da şu şebek Ali :P gelip birini orada göremeyince dumura uğramasın, yazık daha genç!

Yılmaz ağabey! Sen de her sabah ben gelip de " ağabey çay oldu mu?" diyecekmişim gibi her daim çayı hazır et, askerlik bu ne olur ne olmaz, bakarsın sıkar bir yerde. yau umut, Bi de " vay hayırsız vedalaşmadan gitti" diyenler olacaktır onlara da " abi hiç sormayın, inbizatlar gelip, sürüye sürüye götürdü, biz bile vedalaşamadık" diyeceksin.

Bilimum haber grubu, forum, site vs deki "nebilim" kullanıcı adıyla kayıtlı hesaplarımın, şayet bu askerlik süreci içerisinde iptal olursa, internet kullanıcıları tarafından kullanılmaması ricam olur.

Diğer dostlara, arkadaşlara da beni hasretle ve güzel duygularla anmayı vasiyet ediyorum.

Şimdilik bitti.

17.10.2008

TSK aleyhine haber TARAFtarlığı

0 yorum
TSK aleyhine, taraf gazetesi tarafından yayınlanan fotoğraf ve görüntüleri-doğru mu yanlış mı tetkik etmeden- sitelerinden çatır çatır yayınlayan haber7.com ne hikmetse Genelkurmay'ın tekzibini yayınlamaya layık görmedi. Hemen hemen aynı şekilde TSK karşıtlığını kaşıyan samanyoluhaber.com ve aktifhaber ise kendince yaptığı çeşitli yorumlarla açıklamayı safdışı bırakmaya ve çelişkiler ortaya koymaya çalıştı.

Haa, şu genç siviller de ne hikmetse İlker Başbuğ'un açıklamasında salladığı parmak bi taraflarına batmışveya taraf gazetesini fonlayan tarafından gaz verlmiş olmalı ki birden alkım yayınevi önünde belirivermişler.

Havuz problemi

0 yorum
live spaces alanımdan geçmiş zaman hatırası, epey eski bi blog yazarıymışım...

İşin gücün devir teslimi yapıp, askerlik öncesi babaevine vardığım zamanlar. Vardım ama pişman oldum desem yeridir. Bir haftadır boya badana, ev taşıma derken imanım ağladı. Arkadaş lojman değil mi, hepisi aynı bok. Bu eve harcadığımız boyayla alçıyla yeni bir ev dikerdik be.

Babamdan asgari beş seneliğine bir daha ev değiştirmeyeceğine dair noter onaylı taahhütname istedim, şu evi dizelim hemen tutup kolundan götürecem notere.

Bu kavga gürültü içinde bizim yavrukurdun (kendisi o zaman fen lisesinde öğrenciydi şimdi doktor çıkacak-6 sene var daha) geyikleri olmasa hiç çekilmezdi bu iş.

Evi taşırken malzeme lazım oldu, ufaklık yanımdan geçerken ben sesleniyorum:
- lan inek, babama sor bakalım spatula nerde?
- ne sorayım?
- spatula nerde!
- ne sorayım abi anlamadım?
- Lan inek, git havuz problemi sor!
gitmiş babama:
- baba, bir musluk bir havuzu şu saatte dolduruyor, iki musluk şu saatte. diğer musluk tek başına ne kadar sürede doldurur?
babam:
- lan eşşoğlueşşek ne yapıyosun? bu iş güç içinde dalga mı geçiyorsun?
- yok baba havuz problemi soruyorum sana, abim dedi.
- lan olm geçirecem şimdi bu keseri kafana çek git!!!

15.10.2008

Sahte Aktütün görüntüleri ve İlker Başbuğ'un konuşması

1 yorum
Bu akşam Uğur Dündar ile Star Haber, daha önce Aktütün baskınıyla ilgili olarak diğer tv kanallarında; teröristlerin ellerini kollarını sallayarak Aktütün civarında dolaşıp mayın döşedikleri yorumuyla (bknz.) verilen görüntülerin sahte olduğunu ortaya koydu.

Görüntülerin sahteliğinin ispatı ise yine görüntülerde gizliymiş. Ekranda  yer alan tarih ve koordinat bilgileri incelenmiş. Askeri kaynaklardan da bu değerlendirmenin teyit edildiği söylendi. İlk görüntü Kandil'in İran sınırındaki bir bölgeden, ikinci görüntü ise Aktütün'e 25 km uzaklıkta bulunan başka bir kamptanmış. Sadece 3. görüntü gerçek o da Bayraktepe'de askerlerimiz tarafından teröristin farkedilerek ateş açıldığı görüntü.
TSK karşıtlığının nasıl servis haberlerle yürütüldüğünün açık delilini ortaya  koyan Uğur Dündar ve ekibini tebrik etmek gerek.

Daha önce Aktütün şehitlerinin ardından başlıklı yazımı:
Hava kuvvetleri komutanı bu baskında kendine bir sorumluluk alıp soruları cevaplama hakkını görüyorsa emri altındaki komuta kademesinin mesuliyetini de alabilir veya Genel Kurmay bu başarızılığın sorumlusunu ortaya çıkarıp kamoyuna gerekenin yapılacağı konusunda tatminkar bir açıklama yapılabilir. 
diyerek bitirmiştim. Sayın Gen.kur.Başkanımız İlker Başbuğ, bugünkü konuşmasından bu konuyla ilgili inceleme görevinin 2.Orduya verildiğini ve gelişmelerden kamuoyunun bilgilendirileceğini belirtti, benim için gönül ferahlatıcı.  Ve fakat saldırı esnasında Hv.K.Komutanın golf oynaması konusunu provakif amaçlı kullanarak TSK karşıtlığı hareketlerin oyuncağı olanlar bu konuşmadan pek memnun olmamışlar, bir taraflarına dokunmuş anlaşılan.
güncelleme : Genelkurmay Taraf'ı yalanladı - 17.10.2008
Bomba tarafa patladı

14.10.2008

Kriiiz! Hem de Türkiye'de! Yok canım...

1 yorum

Haberi alalım önce:
Ekonomik kriz Türkiye sınırına yaklaştı ama otoda 12 ay ödemesiz kampanya başladı..
Döviz kurlarındaki artış ve taşıt kredisi faizlerindeki yükselişe rağmen, otoda ilk taksiti öteleme 12 aya çıktı. Daha önce aralarında Peugeot, Ford, Renault ve Suzuki olan markalar, ilk ödemeyi 6 ay öteleyen kampanyalar düzenlemişlerdi. ABD'den Avrupa'ya sıçrayan krizin Türkiye sınırına yaklaştığı bir dönemde "12 ay ödemesiz" kampanya düzenlenmesi, Türk ekonomisine olan inancın bir göstergesi olarak yorumlanıyor.*
12 ay taksit öteleme kampanyası yapan markalar neymiş:
Dikkat çeken bu kampanyayı BMW, Land Rover ve Mini markalarının Türkiye temsilcisi Borusan Otomotiv düzenleniyor. 19 Ekim'e kadar ziyaret edilebilecek Autoshow Fuarı boyunca Mini satın alanlara ödemeye 12 ay sonra başlama fırsatı sunuluyor. "Siz yıllardır bugünü beklediniz. Biz de 1 yıl bekleriz" sloganı kullanılan kampanya Borusan Otomotiv Finans, Koç Finans ve TEB ile işbirliği ile düzenleniyor. Kampanya Borusan Otomotiv Yetkili Satıcısı Borusan Oto'nun İstanbul, Adana-Mersin ve Ankara'daki showroomlarında geçerli.
Ekonominin sağlamlığının bağlandığı kaynağa bak, yorumu yapan kim; eniştenin gazetesi.
Kriz zaten işçinin aylığını vermeyip faizden kazanç sağlayan, 12 ay taksit öteleme imkanı tanınan lüks otomobil kullanıcılarını değil memuru, işçiyi, köylüyü, çiftçiyi vuruyor sayın enişte!

Beyanat siyaseti

0 yorum
Başbakanımız bunu genelde yapıyor, kamuoyu kanıksadı fakat ben yapamıyorum.

Konu: Tampon bölge. Konuyla ilgili 8 Ekimde sorulan soruya oldukça aklı selim ve mülayim bir şekilde cevap veriyor:
Başbakan Erdoğan, bir gazetecinin, ''Muhalefet Kuzey Irak'ta tampon bölge oluşturulmasını öneriyor. Ne diyorsunuz?'' sorusuna şu karşılığı verdi:
''Tampon bölge konusuyla ilgili olarak, tabii Türkiye-Irak sınırının uzunluğu çok açık, net ortadadır. Ve bu konuda herhalde en isabetli tespiti yapacak olan siyasilerden çok, bu görevi vermiş olduğumuz silahlı kuvvetlerimizdir....
Ama biz bunların Silahlı Kuvvetlerimizle yarın yapacağımız toplantıda yine görüşürüz. Bu şekilde alınabilecek bir tedbirden ne Silahlı Kuvvetlerimiz geri adım ne biz geri adım atarız. Yeter ki bu önlemlerde bunun önemli bir payı olsun. Yani bu bir tekliftir, taleptir. Bunu da biz Silahlı Kuvvetlerimizle değerlendirir, görüşür, hakikaten olması gereken bir şeyse bu adımı da atarız.'' *
Beş gün sonra:
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin 'tampon bölge' önerisine tepki gösterdi. Erdoğan, "Genelkurmay Başkanımız tam aksini söyledi. Burada tampon bölge gibi birşeye şu anda zaten gerek yok, olması gerekenler de yapılıyor. Yani bunlar atılıyor ortaya. Bilen de konuşuyor, bilmeyen de konuşuyor. Bir zamanlar gündemdeydi. Ağzı olan konuşuyor, bilen konuşsun. Bu konuda Genelkurmayımız ne yapılması gerekiyorsa zaten bizlerden bunu hep talep eder, biz de bu konuya hep uymuşuzdur, bundan sonra da uyarız".*
Başbakanın, mülayim tavrını kaybedip muhalefete fırça atar tarzda cevabı, artık Genelkurmaydan gelen tampon bölge değerlendirmesine mi yoksa başka bir yerden gelen yönlendirmelerle mi alakalı onu net olarak bilmek isterdim. Konuşacak elbette muhalefet bu, süs olsun diye mecliste değiller. Muhalefetin, önemli bir konuda hükümetten talebinin bu şekilde aşağılanır şekilde cevaplandırılması gözde(popüler) siyasetten başka birşey değil bence.
E ne de olsa seçmen üzerinde işe yarıyor; çiftçiyi, esnafı, vatandaşı, muhalefeti fırçaladıkça daha gözde bir hale gelip bu tavırlar sandığa yansıyor(?)

Bıyık meselesi

1 yorum
- Ne bıyığı ne meselesi? Bıyıktan da mesele mi olur?
fotoğraf - http://romanese.blogspot.com
- Birileri mesele edince oluyor.

Sakalı çeşit çeşit denedim zamanında fakat uzun zamandır yalnızca bıyık bırakmayı takmıştım kafaya. Bayram tatili ve ardından bir haftalık izin vesile oldu işte.
Bir insanın kılı tüyü başkalarına nasıl da dert oluyor? Şaşırıyorum...
Şahsen kimseye sormadım yakıştı mı yakışmadı mı diye. Fakat insanoğlu işte, kendine durumdan vazife çıkarıyor. Yok şuna benzedin, yok buna benzedin, zaten yeteri kadar benzettiler bi de bıyık benzer çevremi genişletti, sağolsun.
Sıkılana kadar devam, delikanlılığın şanında var ne de olmasa!
Kanaatimce Ayhan IŞIK bıyığım spor kıyafetle çok afilli duruyor da şöle kravatla iki yakayı bir araya getirince şık durmuyor. Heralde, galiba, sanırsam biraz koca kafa ve kıvırcık saçlı olmakla alakalı.
Siz siz olun kimsenin kılına tüyüne karışmayın bence, tabi berber vb değilseniz! Hatta berberseniz illa ki karışmayın, insanlar nasıl istiyorsa öyle kesin saçını, sakalını.
Kıldan, tüyden meselelere takılmamanız temennisiyle.

12.10.2008

Aktütün şehitlerinin ardından

1 yorum
Meşum karakol baskının ardından basın ve tvde çok şey yazılıp söylendi.
TSK suçlandı, HKK suçlandı vs. Daha öncesinde yaşanan baskınlardan bahsedildi. Bölgede zamanında görev yapmış olan Erdal SARIZEYBEK, Efsane Komutan Osman PAMUKOĞLU bölgeyi ve oralarda yaşananları ekranlarda anlattılar.

Kimileri silahlı kuvvetlere besledikleri kinin üzerine bire bin kattı, kimileri dile getirilenleri, silahlı kuvvetleri yıpratma çabaları olarak dile getirdi vs vs.

Ben ve askerliğini sınırda karakol komutanı olarak tamamlamış bir abimiz de oturduk kafa kafaya verdik, ortada olanlarla ilgili aklımıza takılan soruları sorduk kendimize. Bu soruların cevabını vercek olan biz değiliz ama içimizdeki acıyı dindirebilmek amacıyla yapılan açıklamaları en iyiye yormaya çalıştık.
Fakat?
Biri bu askeri başarızlıkların hesabını vermeli...

Baskın öncesi duruma bir göz atınca ortaya çıkan:

  • Kalabalık (300-350 kişilik) bir terörist grup tarafından baskın yapılacağı bilgisi alınmış
  • Karakola takviye birlikler gönderilmiş (bir jandarma özel harekat bölüğü ve bir komando bölüğü ile)
  • Terörist grubu kalabalık, ağır silahlarla ilerlemiş
  • PKK'lı teröristlerin karakola ulaşabileceği güzergâhtaki sınırlı geçit noktalarından bazıları teröristlere açılmış. Böylelikle aynı güzergâhtan giriş yapacak teröristlerin bölgeye dağılmadan etkisiz hale getirilmesi planlanmış. Bu plan geçmişte birkaç kez daha başarıyla uygulanmış.
  • MİT, Emniyet ve askeri birimlerin istihbaratına rağmen Aktütün Karakolu, PKK'lı teröristlerin saldırısından ağır zayiatla çıkıyor.*
Planlamalara ve duruma bakılırsa geçiş noktasında silahlı kuvvetlerin pususuna düşmesi gerekip imha edilmesi gereken grup, Bayraktepe nöbet noktasını ve karakolu ateşe alma fırsatı buluyor.
O kadar takviye ve tedbire rağmen silahlı kuvvetlerin kontrolü altında bulunan geçit aşılarak karakola ve nöbet noktasına ateş açılıp ağır kayıp verilebiliyor.
Asıl soru bu noktadan sonra akla geliyor: Terörist grup, ağır silahlarla dağı taşı, pusu ve dinlemeleri aşarak  hedefe ulaşıp ateş açma imkanını nasıl buldu? 
TSK'nin kurum olarak Türkiye Cumhuriyeti'ne sadakatinden kimsenin şüphesi olmadığına eminim. Peki o halde, geçiş yolu bilinen ve tutulan, yalnız başına geçilmesinin zorluğunu artık çocukların dahi öğrendiği o bölgeden teröristler ağır silahlarla geçmeyi başarıp, nasıl karakola ulaştılar ve 15 vatan evladının canına kıymayı becerdiler? Bütün imkanlar elindeyken 15 canın kaybedildiği, 23 teröristin öldürüldüğü bu baskın nasıl Aktütün'den bir kahramanlık öyküsü olarak nitelenebilir?
TSK içinde ve hükümette, kurumun millet nezdinde güvenini sarsan başarısızlıkların, can veren vatan evlatlarının sorumluluğunu kim alacak?
Bilindiği üzere silahlı kuvvetler hiyerarşik bir teşkilat; hava kuvvetleri komutanına gelene kadar (tugaykomutanı, tümen komutanı, kolordu komutanı) emri altındaki askeri birliklerin, savaş araçlarının sevk ve idaresinin mesuliyetiyle de yükümlü 3-4 tane general var. Hava kuvvetleri komutanı bu baskında kendine bir sorumluluk alıp soruları cevaplama hakkını görüyorsa emri altındaki komuta kademesinin mesuliyetini de alabilir veya Genel Kurmay bu başarızılığın sorumlusunu ortaya çıkarıp kamoyuna gerekenin yapılacağı konusunda tatminkar bir açıklama yapılabilir.

6.10.2008

Alâmet

2 yorum
ben
hasret çölüne düşen
veca sağanağında
zümridi damlalarla yunmuş
kalbin kölesi
her damla bir kezzap
sabır fersude
yalnızlık dahi serap
sözlerin
belki sözlerin
uzak da olsa
sevdanın gölgesinde
bir vahaya alâmet

4.10.2008

Taş kesil kalbim

1 yorum
üzerine akan gözyaşları sabrını tüketiyor
vuslatı Kaf Dağının ardında görüyor
çekemiyorsan bu nazı

seni terk etmiş yalnızlık
ötesini çekemiyorsan
yarin hayali dağlıyorsa özünü

sevdaya cesaret edip
hicrana dayanamıyorsan
visali dahi hayal edemiyorsan

kop bağrımdan
sevda meydanında
yalnızlık heykelinin
koynuna sığın
taş kesil kalbim!