Kısa dalga yayın

29.01.2008

Türkler Ergenekon'dan ne zaman çıkar?

0 yorum
Ergenekon bir destan, Türk destanı. Çoğu insan bilir, anlatacak değilim burada. Bilmeyenler de buraya gelmişseler onu da bulurlar.

Türkler'in kabul ettiği demeyeceğim çünkü Türkler'in çoğusu kronik hale gelmiş aşağılık kompleklerinden dolayı kendi kültürlerine ait değerleri benimsemektense Yunan mitolojilerine ve benzeri kahramanlık masallarına sarılarak kendilerini mensup oldukları milletten soyutlayıp entellektüel bir mertebeye ulaşacakları zannı içerisindeler. Ne kadar Türk milletine aitse bir o kadar da sahiplenilmeyen değerler deryasında bir damla sadece.

Medya sayesinde hepimizin malumu "Ergenekon Operasyonu" namıyla efsanevi(!) bir çalışma sonucunda daha ne halt olduğu belli olmayan bir terör örgütü ortaya çıkarılmış ve bu operasyonla da büyük darbe almış. Bir milletin ruhuna mâl olmuş değerler bu operasyon ile farklı bir şekle bürünmüş; Ergenekon terör örgütü, kuvay-i milliye de çete halini alıvermiş.

Operasyonda kimin ne olduğu ne haltlar yediği- ne hikmetse ve nasıl başarıldıysa hala daha hayretler içerisindeyim- bir hukuk devletinin mahkemelerine gerek kalmadan hükme bağlanmış.
Gözaltına alınan herkes terörist oluvermiş.

25 yıldır yedikleri her bok, işledikleri cinayetler, katlettikleri öğretmenler, mühendisler, doktorlar, mehmetçikler ve TBMM ve çeşitli ortamlarda söylemleri gözler önünde olmasına rağmen başta İmralı'daki olmak üzere bu köpekler henüz medya ve bazı siyasiler nezdinde terörist mertebesine ulaşmaya nail olamamışlarsa da bir gece gözaltına alınıverilenler bir saat içerisinde bu mertebeye(!) ulaşma şerefine nail olmuşlar.

Ne kadar müthiş bir gelişme değil mi? Değil, değil mi? Çünkü göz altına alınan herkes kitapevi baskınının, Rahip Santoro cinayetinin, Danıştay baskınının, Şemdinli olaylarının, Dink cinayetinin
mesulü, vah beni beni. Ne kadar da cahil cühela bir adamım bunları görmezden geliyorum. Olsun siz hele biraz daha bir bekleyiverin. Devasa operasyonun nasıl bir fiyasko ve başarısız bir komplo olduğunu hep beraber göreceğiz.

AKP'nin iktidara gelmesinin ardından Türk milliyetçiliğine yönelik psikolojik çökertme harekatının ne kadar aşikar olduğunu görmemek -görmek isteyenler için- imkansız. Hem Türk milliyetçiliği de n'ola ki? AB'ye girme yolunda tam gaz mesafe alıyoruz bu çağda millet ne ki? Dünyada sınırlar kalkmış, küreselleşme piyasaları kasıp kavuruyor. Milli sermaye ortada yok. Oluk oluk, emeği sömüren, ülkeye katma değeri olmayan yabancı sermaye akıyor bankalar sayesinde. Devlet küçülsün tabi canım, işine baksın.
Ne o öyle elinde banka manka, KİT MİT? Satalım TEKEL'i, demiryollarını, limanları, karayollarını, köprüleri nasıl olsa gelen paralar hazineye değil dış borcun faizine gidiyor pardon pardon ülkeye döviz geliyor. O kadar özelleştirmeden gelen para nereye gitti acaba?

Ergenekon'un , Kuva-i Milliye'nin ne haltlar karıştırdığını merak edip hesap soran vatandaş! Yukarıda saydıklarımın hesabını AKP'ye sormak hiç geldi mi aklına? Yok canım ne gerek var? Sen annenin, bacının, komşunun başına neyi nasıl örteceğinin kararını vermesini bekle AKP'den. Yada örtmemesini muhalefetin nasıl sağlayacağını, laikliğin bir yere kaçacağını düşünerek feveran et gazete köşelerinde şeriat geliyor diye.

Türkler 21 marta mı çıkmıştık sahi Ergenekon'dan. Evet değil mi yada nereden bileceksin!
Biz Ergenekon'a çakılıp kalmışız sizlerin haberi yok. Bu Ergenekon'dan çıkmak öyle eskisi gibi bilek işi değil artık akıl ve yürek işi. Hele bir yoklayın kendinizi bakalım bu ülkeyi Ergenekon'dan çıkaracak akıl ve yürek var mı siz de?

Milliyetçi hareketin oy tutkusu(!)

1 yorum

Bahçeli’nin tavrı, oy uğruna siyasete alışmış siyasetçilere popülist geliyor, sadece siyasetçiler değil her kürsüye/meydana çıkan siyasetçinin ağzından çıkanları potansiyel bir oy olarak dinleyen vatandaşa da inanılmaz geliyor bu tutum.

Herkesin ağzında bir sakız çevirip duruyorlar; Bahçeli yerel seçimlere yatırım yapıyor.

Oysa ki hepsi yanılıyor çünkü Bahçeli şahsında MHP millet için siyasetin faturasını her seferinde ödemeyi göze alarak siyasetini yürütüyor.

MHP’nin bu siyaseti öyle üstünkörü bir siyaset değil. Ki Bahçeli, tabanını dahi kaybetmeyi göze alarak parti teşkilatında bir dönüşüm başlattı. Türk milliyetçiliğiyle yoğrulmuş dimağlara alışması ve kabullenmesi zor gelse de bu böyle. İlk başta MHP, tabanından derin devlet dedikodularıyla gündeme gelen isimlerle bağını kopardı. Hareketin eyleme dönük yüzü olan isimlerle organik bağını kesti. Türkiye’nin en dinamik teşkilatlanması olan “Ülkücü gençlik” dahi eylemsizliğin en büyük tepki olduğu prensibiyle sokaklardan el ayak toplayarak ocaklara çekildi. Münferit hareketler elbette bu durumun istisnası bir de şehit cenazeleri. Hatta o kadar ileri gitti ki çeşitli sendikaların ve STKların “Teröre lanet mitingi” adıyla düzenledikleri mitinglere dahi bir elin parmakları sayısınca ülkücü katılıyordu bu da münferitti.

Bahçeli’nin MHP’deki siyaset dönüşümü 28 Mayıs 99’da DSP ile girdiği koalisyonda kendini göstermeye başladı. Rahşan ECEVİT’in parti geçmişi hasebiyle mensuplarına hakareti bile dikkate değer bulmayarak koalisyona girdi. MHP’den bu tavrı beklemeyenler boş durmadı elbette. Milli görüş içinde yenilikçi bir hareket diye Erdoğan, Gül ve Arınç troykası öncülüğünde AKP doğdu. Neredeyse ülkede söz konusu bütün partilerin mecliste olması ve bu esnada baş gösteren ekonomik kriz sebebiyle başlayan psikolojik harekatta halka, ülkenin yeni bir nefese ihtiyacı olduğu hissettirildi. Bu ihtiyacı karşılayacak enerji olarak da kamuoyu tarafından (STK ve medya) AKP işaret ediliyordu. DSP de Hüsamettin Özkan, İsmail Cem ve çıban başı Kemal Derviş sayesinde Ecevit’in hastalığı bahanesiyle bölünme baş gösterdi.

ANAP’ın içten içe MHP’yi koalisyondan çıkararak başka bir hükümet kurma girişimleri baş gösterince MHP erken seçim kararı aldı. Burada 5 satırda ifade ettiğim olaylar Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bence bir dönüm noktası oldu.

İşte MHP bu olaylar esnasında yaşadığı yalnızlık ve sıkıştırılmışlık bunalımının etkisiyle hem kendisinin hem de ülkenin nefes darlığını giderebilmek maksadıyla erken seçimi tek yol görüyordu başka çaresi de yoktu. MHP bu tavrıyla, ülkenin az sancılı bir şekilde buhran sürecini atlatabileceği düşüncesiyle AKP devrinin başlangıcını erkene almış oldu sadece. 2002’den koalisyon partilerinin keyifle çıkabilecekleri umudu zaten bir hayaldi ve neticede öyle de oldu. MHP’nin bu tavrı tabanı tarafından bir kaçış olarak görülse de o cenk meydanına itilerek değil kendi isteğiyle gitmişti ve vuruşarak da kaybetti.

Günümüze döndüğümüzde MHP’nin aynı tavrını devam ettirdiği ve bu sefer daha açık gözlü olduğu. Kendisi de dahil hiç kimse dini ve laiklikle alakalı hassasiyetleri istismar ederek siyaset yapmamalıydı. Ve bunu konudaki tavrını da ilk olarak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde göstererek, seçim üzerinden hesap yapanların planlarını alt üst etti.

Şimdi aynı şekilde türban hususunda tavrını gösteriyor.

Ve haklı da bu ülkede siyaset yapılacaksa sorunlar üzerinde çeşitli politikalar üretilecekse ayak bağlarının siyaset gündeminden kaldırılması gerekli. Yükseköğretimde başörtüsü serbestliği bunun başka bir basamağı.

Büyük ihtimalle bu tutumları hiçbir şekilde MHP’nin kendisine oy olarak dönmeyecek ve hatta AKP yi bir miktar daha diriltecek. Sonuçta MHP ne kendisi için ne de AKP için siyaset yapıyor MHP’nin siyaseti artık bütünüyle Türk milletine yönelik.

Çıktığı derinlikten daha fazlasına batamayacağını biliyor ve siyasetine o şekilde devam ediyor. MHP’nin bu siyaseti Türkiye geleceğine yatırımdır.

Türk Milleti içerisindeki etnik unsurların istekleri de yine MHP tarafından karşılanacak ama öyle bugünden yarına değil!

Şu türban dalgasından sonra tamamen Kürtçe yayın yapan bir devlet tv kanalının kurulması hususunu bile gündeme getirebilirler. Bu olay ve daha fazlası MHP tarafından gerçekleştirildiği zaman şaşırmayın.

26.01.2008

Yazarstarlar belli oldu

0 yorum
Gazeteport'un 1500 kişinin katılımıyla başlayan "Yazar aranıyor" veya bizim tabirimizle "Yazarstar" yarışması 22.01.2008 tarihi itibariyle sona erdi.
Yarışma sonucunda ilk üçe girmeyi başararak yarışmadan yazarstar olarak çıkan isimler şunlar:

1 Feridun Fikri Bayar
2 Kıymet Nadir Bindebir
3 Zübeyde Saraçoğlu
Yarışma süresince jürinin önerdikleri kısmında öne çıkan isimlerin ilk üçte yer alması benim açımdan beklenmedik bir sonuç olmadı. Kendilerini tebrik eder, yollarının açık olmasını temenni ederim.

Gazeteport tarafından başka bir yazarlık yarışması daha düzenlenmiş durumda fakat bu yarışmanın konusu ağırlıklı futbol olduğundan ve konu beni pek ilgilendirmediğinden değinmedim. Esasında ülkemizdeki futbol terörünün azgınlaşması veya ortaya kalkması konusunda büyük tesirleri olduğunu düşündüğüm spor (futbol yazarları desek daha doğru olur) yazarları konusunda futbol dünyasına vakıf olmadığımdan birşeyler söylemek istemiyorum. Söylemek istediğim tek şey : Hitap edecekleri kitlenin şiddete eğilimlerini dizginleyebilecek bir anlayışla yazılarını kaleme almalarını temenni ediyorum. Buna en çok mevcut futbol yazarlarının dikkat etmesi gerekirken benim temennim en azından bu kitlelere seslerini duyurmaya başlayan adayların bu hoşgörüyü gösterebilmesidir.

25.01.2008

Müftülükten hutbe lie Türkçe'ye destek

0 yorum
Cuma hutbeleri Diyanet tarafından bence verimli kullanılamıyor, bu ayrı bir mesele. Beni asıl sevindiren cuma hutbesi içerisinde Türkçe'nin korunması ve sahip çıkılması ile ilgili dile getirilen cümleler. Bence üstünkörü bir değinme olsa da umut verici. Konusu "Kültür mirasımızı koruyalım" olan bu cuma hutbesinde Müftülük şu cümlelerle:
Milli kültürümüz içinde korumamız gereken en önemli unsurlardan biri de dilimizdir. Güzel Türkçe’mizi doğru kullanmalı, özellikle işyerlerine, şirketlerimize, cadde ve sokaklarımıza, ticari ürünlerimize Türkçe isimler vermeliyiz. Maalesef dilimiz de çeşitli şekillerle yozlaşma tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Türkçe'yi koruma konusuna hutbede yer ayırmış. Her şeye rağmen Sakarya Müftülüğü'nü tebrik ediyorum bu duyarlılığından dolayı.

Bir de cami hocalarımız, hutbeleri ellerindeki kağıttan okumak yerine dilinden bal dökülürcesine kendi düşüncelerinden aktaracak vaizler olabilseler daha bir muhteşem olacak gibime geliyor.
Hey gidi Naim Hoca!

22.01.2008

Kışla'dan kamusal alan çözümü

0 yorum
internethaber.com un verdiği haberi görünce birşeyler yazma ihtiyacı hissettim yine. Haber şöyle başlıyor:
Ankara'daki Gülhane Askeri Tıp Akademisi türban sorununu kendi yöntemleriyle çözdü. Kamusal alana türban girdi ama bildiğimiz şekliyle değil..
Ya nasıl ?
"Gelen kadın ziyaretçilerin eğer başı kapalıysa (türban şeklinde), başlarını açtırtmayın. Yalnızca çene altından (fiyonk şeklinde) bağlamaları yeterlidir."
şeklinde kapıdaki görevlilere talimat verildiğinden bahsediyor.
Nitekim bu GATA ya has bir uygulama değil. Askeri bütün alanlarda, kışlalarda evlatlarını ziyaret ederken, subay -astsubay evlerinde düğünlere giderken, askeri hastanelerden faydalanırken başı örtülü insanlar türban diye nitelendirilen bağlama şeklinin yerine bildik (çene altından) yazma bağlama şekliyle kamusal alan sorunuyla karşılaşmadan işlerine devam edebiliyorlar.
Bu durum askerin, başını örten insanlarla bir sorunu olmadığını ve zamanında Erbakan'ın dile getirdiği cümlelerle türbanı siyasi simge olarak tescillemesine bir misilleme ve kamuoyuna aleni bir duyurudur.
Ve sivil hayatta da bu sorunun çözümü asker duyarlılığıyla bulunacaktır. Çünkü siyaset sağıyla soluyla, muhafazakarıyla, demokratıyla türbanı bir oyuncak haline getirmiştir.
Gerçekten çözüm aranıyorsa ve sorun insanların başını örtmesinden ziyade başa örtülenin anlamı ise çözüm kışla yöntemindedir. En azından kamusal alan belası ortadan kaldırılır da şu sınav için dokuz eylüle giden ilköğretim velilerinin karşılaştığı mağduriyetler ortadan kalkar tabi türban bir simge(!) olmaktan kurtulana kadar.

21.01.2008

İmamlığı da sen yapsaydın!

0 yorum
Doğan medya kartelinin gazetelerinden Radikal gazetesinin bugünkü manşeti şöyle "Bir tek imam eksik".

Haberi(!) okuyunca haberin ne olduğunu anlamakta güçlük çektim. Okulda mescit olması mı, namaz kılan öğrencilerin mescitte gülüşmesi mi, pedagojik yöntemler kullanmayan müdürün eli makaslı olması mı, mescide teneffüste inilmesi mi yoksa mescidin imamsız olması mı haberin aslı anlayamadım.

Doğan karteli için bunların hiçbir önemi yok haberin hareket noktası okul bünyesinde bir mescidin bulunması.
Neyi haber yaptıkları belli olmayan bir haber(!)
Mescitte zikir mikir yapıyorlar mıydı, çocukların beyinlerini yıkayan vaazlık yapan bir softa var mıydı acaba bunu merak ettim ama okul mescidinde bu işlere girişecek birilerinin olabileceğine de pek ihtimal vermedim.
Madem bir tek imamları eksikti; imamlığı da sen yapsaydın bari Serkan OCAK.
Senelerdir kullanılan bir mescit acaba cumhuriyetin laikliğinin nesini götürdüğünü- birşey götürmediğini bilsem de Radikale inanarak- merak ettim. Yoksa Doğan karteli yine AKP den birşeyler götürme peşinde mi acaba?

18.01.2008

Televizyon ekranlarında Yeşilçamı özgür bırakın artık

0 yorum

Buzlu fon modası

Eh artık televizyon ekranlarında çektiğimiz çile dayanılmaz boyutlara ulaştı.

Oyuncuların kafaları, otomobiller vs ne varsa ekranda artık buzlu bir fon eşliğinde izliyoruz. Ne seyredilen filmin bir keyfi kalıyor ne de ortadaki konuşmalara odaklanma imkanı kalıyor, resmen insanın dikkatini dağıtıyor bu ekran buzlama yöntemi. Bende, aksi bir etki yaratarak buzlanan ortamın altında ne yazıyor diye çözmeye çalışıyorum. Film seyretmekten ziyade uzaylılardan gelen şifreli mesajları çözmeye çalışan bir uzman gibi görmeye başlıyorum artık.

Eminim, yapımcıların bu uygulama için haklı bir ton mazereti vardır. Tvde yayımlanan sinema filmlerinde küresel markalar olsun yerel markalar olsun gönül rahatlığıyla arzıendam ederken dizi filmlerdeki bu buzlama çilesini yaşatan yapımcıları nefretle kınıyorum. Ya bu marka/mekan sahipleriyle anlaşın yada adam gibi görüntü yönetmeni ve resim seçicilerle çalışın.

Ağızdan çıkan her kelimeyi bipleme modası

Bir diğer çileyi de özellikle şu biplemeden yaşatıyorlar. Buna farklı çözüm bulmuş tv kanalları mevcut. İlk seçenek bipleme tercih edilse de bunun yanı sıra ses kısma ve sahne kesmeyi tercih edenler var. Bence en doğalı sansürsüz olanı.

Filmlere ya temelli özgürlük verin yada hiç yayınlamayın. Kemal Sunal, İlyas Salman, Şener Şen, M.Ali Erbil, Metin Akpınar, Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz filmleri içerdikleri argo ve küfürlerle keyif veriyor.

Biplenen, kesilen filmlerle genel ahlak kurallarına uyduramazsınız halkı RTÜK efendi. Sokaklarda, okullarla 7-8 yaşında çocuklar sosyo-ekonomik durum farkı olmaksızın birbirlerine ana-avrat küfrederek dolaşıyorlar.

Siz, biplediğiniz filmlerle mi kurtaracak ve genel ahlak kurallarına uyduracaksınız bu nesli? Bırakın en azından filmleri keyifle seyredelim tv ekranlarından.

9.01.2008

Ali Kırca, nerede kaldı milyonlar önünde verdiğin söz?

0 yorum
-Ne sözü?
Hatırlatayım; yıllardan bin dokuz yüz doksan dokuz, aylardan şubat. Şubat'ın biri sabahı ve biz sabah haberlerinde (tabi uyanık olanlar gece haberlerinde) Barış Manço'nun bizleri bu dünyada "Barış Abi"siz bırakarak Hakk'ın kucağına koştuğu haberini alıyoruz.
Evet Sayın Kırca, sizin de hayranı olduğunuz Barış Manço'nun vefat haberini ATV akşam haberlerinde büyük hüzünle duyurup bülten sonunda "Biz haberin merkezi ATV haber olarak bundan sonra bültenimizi, canımız Barış Manço'nun şarkılarıyla sonlandıracağımıza söz veriyoruz." benzeri bir ifade dile getirmiştiniz.
Hatırladınız mı?
Maalesef, bu sözünüzü tutmadınız. Barış Manço şarkılarıyla haber bültenini sonlandırma uygulamanız en fazla bir hafta sürdü. Ardından klasik batı müziği eserleriyle bültenlerinizi sonlandırmaya devam ettiniz. Sizi ekranda gördüğümde hep bu ihanetiniz aklıma geliyordu da eringenlikten bir türlü size sözünü hatırlatamadım. Hatırlarsanız belki yeni haber merkezinizde bu uygulamaya devam edersizin, olabilir mi ki acaba?

Perihan Mağden'in vicdanı!

0 yorum
Radikal yazarlarıdan Perihan Mağden, 08 Ocak 2007 de şu bağlantıdaki yazıyı kaleme almış.
Yazısında şehre sıçrayan terörden hareketle Nurettin Demirtaş'ın sahte "çürük" raporunu gündeme getirip bunu da şu sözlerle
Gidip Çürük Çetelerinden sahte çürük raporları almak, uzlaşmaktır. Uzlaşmanın, ağababasıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nin en süfli oyunlarına boyun eğmektir.
Kabul etmektir.
Vicdani Red, nadas için yakılan tarlalar gibi yayılmalıdır.
Vicdani Red, barış için savaşmayı göze alanların vereceği en iyi ve tek iyi cevaptır.
askerlik yapmamak için kendilerine barış güvercini diyenlerin savaş karşıtlığı olarak nitelediği "vicdani red" e bağlayarak Demirtaş'ın giriştiği sahtecilik eylemine bir vicdanen politik bir kulp takmaya çalışıyor.

Ben bu tavrı çok fazla söz söyleyecek kadar önemsemesem de "Askelik"i vicdan(!) meselesi edecek kadar insan öldürmekten ibaret zanneden barış güvercini(!) Perihan Mağden ve Vicdani red"cileri, aşağıdaki mektubu Genelkurmay Başkanımıza gönderen İbrahim Talha ALĞAN'ın vicdanı önünde bir vicdan muhasebesine çağırıyorum.

8.01.2008

Carrefoursa'da üçkağıtçılık(?)

1 yorum
Önceleri bu üçkağıtçılığı(?) pek önemsemiyordum ta ki Carrefoursa'dan alışveriş yapan herkesten duymaya başlayıncaya kadar.

Olay nedir derseniz hemen izah edeyim, siz demeseniz de zaten yazacağım.
Carrefoursa nın Sakarya'da ekspress bir marketi bulunuyordu daha önceden. Kurban bayramını fırsat bilerek, yeni açılan Ada Center isimli alışveriş merkezi içerisinde Carrefoursa olarak daha büyük bir mağaza açılışı yapıldı. Bilindik, ilk açılışlarda söz konusu olan müthiş indirimlerle çevremdeki herkes (babam da dahil, işyerine yakın olmasından dolayı) bu indirimden faydalanmak sebebiyle akın etti buraya. Bu akınların ardından söz ettiğim yakınmaların dozu arttı elbette.
İlk açılış günü indirimlerini takip eden günlerde geç kalanlar da bu indirimlerden nasiplenmek sebebiyle carrefoursanın yolunu tutsa da hüsranla karşılaştılar, ne yazık ki.
En çok karşılaşılan sorun, raflardaki fiyatlarla kasalardaki fiyatların birbirini tutmamasından kaynaklanıyordu. Kasada bu yanlışı fark edenler ya ürünleri bırakıyor yada açın zenginliğine vurarak neyse diyip geçiyorlardı. En kötü durumda olanlar da aldıklarının fişine eve vardıklarında göz gezdirenler elbette.
Mağaza yetkilileri bu yanlışlıkları açılış ve yoğunluktan yetişemediklerine yorarak, müşteriyi teselliye soyunmuşlar, e buna kananlar çok. Açılışın üzerinden yaklaşık bir ay geçmesine rağmen çevremdeki bu tür yakınmalar hala daha devam ettiğinden ve bu durumun Carrefoursa ya münhasır olmayıp diğer gros marketlerde (migros,bim gibi) de devam ettiğinden üçkağıtçılık şüphesi işte burada ortaya çıkıyor.
Tamam, rekabetten dolayı fiyatlar sürekli değişiyor, açılış yoğunluğundan fırsat bulamadınız. Peki ya açılıştan yaklaşık bir ay sonra bu yanlışlık neden aynı yoğunlukta devam ediyor acaba?
Bu bir hataysa bu kadar hatayla müşteri odaklı bir işletme politikası sürdürmek nasıl bir mantık?
Benim aklıma daha önce de bir çok yerde (migros,bim) ve bir çok defa duyduğum Carrefoursa ve benzeri işletmelerin bu yanlışının-uygulamasının bir taktik olduğu şüphesi geliyor!
Bu konuda bir zamanlar tv reklamlarıyla da farkını belirten Tansaş ın etiket fiyatı geçerli uygulaması geldi aklıma ama hala devam ediyorlar mı bilemem.
sikayetvar.com dan bir kaç örnek
Benzer şikayetlere aynı siteden ulaşmak mümkün.

"Baskın" böyle oluyormuş

0 yorum
Tvda ana haber bülteni öncesindeki spotlar arasında "Baskın Oran'dan DTP'yi şok eden sözler" lafını duyunca şaşırıp kalıverdim ve merakla beklemeye başladım, eringenlikten internete bulaşmak da pek içimden gelmedi.
Haberin ayrıntılarını dinleyince gerçekten de Baskın Oran'ın ağzından, AB sosyal fonlarından faydalanarak hayata geçirilen ve önderlik ettiği Durdeoluşumu olarak DTP'liler için beklenmedik ve çarpıcı sözleri duyunca şaşırdım kaldım.
İlk önce ağzından "Biz sizi Türk milliyetçiliğine karşı desteklemeye geldik." sözlerini duydum ve pek şaşırmadım. Bu sözlerinin ardından grup sıralarında kameraların odaklandığı DTP vekillerinin suratlarına yansıyan gülümsemenin tadını çıkarmalarına izin vermeden "Yalnız bir milliyetçiliğin bir günden bir güne, bir başka milliyetçilikten hiçbir farkı yoktur. Biz sizi aynı zamanda Kürt milliyetçiliğine karşı desteklemeye geldik" sözleri döküldü. İşte DTP'lilerin dumura uğradığı an bu andı.

Ve Baskın Oran'ın ne zaman, ne düşündü de bu şekilde bir düşünceyi bu zamanda dile getirmeye karar verdi gerçekten merak ettim. Ne olursa olsun gerçekten tam zamanında ve tam yerinde bir olay oldu. Bu konuda kendisini Türk Milliyetçiliği ve özellikle 301 aleyhine yaptığı çalışmalara rağmen, genel seçimlerde desteğini aldığı DTP'ye bu çıkışta bulunabilme cüretini gösterdiği için tebrik etmek, kendisini fikirlerinden dolayı eleştirme cüreti gösterdiğimden dolayı boynumun borcu.

Irkçılık ve milliyetçiliğe durde hareketini Türk Milliyetçiliği aleyhine çalışmalarından dolayı eleştirmeye ve karşı olmaya devam edeceğim çünkü ırkçılıkla milliyetçiliği bir tutan bir anlayış benim nazarımda yanlış bir anlayış.

Meğer Tolga şarkıcılık da yapmış. Bak sen!

0 yorum
Bugünkü Hürriyet Gazetesi'nin eki Kelebek'te aşağıdaki haberi görünce bir şaşkınlık geçirmedim desem yalan olur.
Oyuncu Tolga Karel, 2004'te "Göçebe" adlı bir albüm çıkarmış."
Yaprak Dökümü"ndeki rolüyle şöhreti yakalayan Tolga Karel'in, Petek Dinçöz, Hülya Avşar, Ebru Yaşar, Zeynep Mansur gibi ünlü isimlere beste verdiği, 2004'te de "Göçebe" adlı bir albümle şarkıcılığı denediği ortaya çıktı.
O kadar hayranısın demek ki, diyebilirsiniz. Hayır hayranı değilim. Biraz magazine bulaşmak maksadım, rant sağlamak amacıyla. Kendisiyle İstanbul günlerimden tanışmış ve bir müddet bahtsız bir şekilde çalışmışlığım vardır. Ama haberin beni şaşırtan tarafı şu: Hem Tolga'nın şarkıcılık günlerin de hem de daha önceki (foto modellik yaptığı dönemlerde) kendisinin bilmem kimle şu barda bu barda yakalandı tarzındaki haberlerini yapan yine aynı gazete olduğu ve o zaman yaptıkları haberleri hatırlayamadıklarından şaşırdım. Tolga, o zamanlar Hürriyet ve eklerinde çıkan çapkınlık haberlerini (Nurgül Yeşilçay vb oyuncu ve mankenlerle sarmaş dolaş) dosyalanmış bir şekilde gururla arşivlemiş ve bize emanet etmişti, hala daha sakladığına eminim.
Tamam çocuklar, bir dizi işi var o olursa sizin paranızı vereceğim, diyerek bizi oyaladığı günler hala daha aklımda. Bahtsızlık işte, biz İstanbul'dan ayrılıp irtibatı koparınca adam meşhur oldu. Babasının hatırına bugün yarın öder derken bir ofisi kapattık, o tavan yaptı! Belki buradan duyar da o zaman yaptığımız web sitesinin parasını gönderir, utanma pazarı! :) Ne planlar yaptıydık o zamanlar. Şaka ve para işi bir yana keyifli ve heyecanlı günler yaşadık kendisiyle (bir star yaratma tutkusuyla) ama bizim açımızdan hüsranla sonlandı o başka mesele. Şunu tekrar söyleyeyim Göçebe isimli şarkı muhteşem.
Valla Tolga parayı gönderirsen hayır demem, bilesin!

Tazminat ödesek bile namımız yürüsün

0 yorum
Başbakanımız Tayyip Erdoğan, yapmış olduğu bir radyo radyo konuşmasında terörist başı için "sayın"hitabını kullanmış, şehitler için de "kelle" benzetmesini yapmış.

Şehit annesi tarafından açılan 3 Kuruşluk manevi tazminat davası, 12 Aralık 2007'de mahkeme tarafından karara bağlanmış ve Başbakanımız davacı tarafa 3 Kuruş manevi tazminat ödemeye mahkum edilmiş.

Bugün okuduğum haberden anladığım kadarıyla, Başbakanımızın tazminat ödemesine hükmeden mahkeme kararı Başbakanımızın zoruna gitmiş. Haber şöyle geçiyor:
3 kuruşluk manevi tazminat davası
Neymiş 3 kuruşluk manevi tazminat davası.. Adalet mülkün esası diyorsak bu yerine getirilmeli. Siyasetçiyseniz yandınız. Ben Türkiye Cumhuriyeti Başbakanıyım. Neymiş birine 'Sayın' demişim. Açılan davada üç kuruşluk tazminat davası... Ne demek bu. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nı manevi tazminata mahkum ettik. Hukuk bu kadar zedelenmemeli... Nefislerimizi bu kadar tatmin etme yoluna gitmemeliyiz. Ben ceza alıyorsam. Ben de bu cezayı hakettim demeliyim. Üç kuruşluk manevi tazminat cezası. Olmaz böyle şey. Mahkum edileceksem hakkıyla yapılmalı.
İlginç, hayır Başbakanımızın zoruna tazminat ödemeye mahkum olmak gitmemiş, tazminatın 3 Kuruşluk olması gitmiş. Yani ceza şöyle yüzlerce bin lira olsa Başbakan gururla suçlu olduğunu kabul edecek ama nerde! 3 Kuruşa mahkum olunca şanına yakıştıramamış cezayı baksanıza "Ben de bu cezayı hakettim demeliyim" diyebiliyor. Yani neden dolayı tazminat ödemeye hükmedildiği zoruna gitmiyor da tazminatın tutarı dokunuyor sayın Başbakanımıza. Davacı vekilinin kim olduğu göz önüne alındığında, talep edilen tazminat tutarının neden 3 Kuruşluk olduğu manidar. Bence Başbakanımız yanlış yapıyor; mahkum edildiği tazminat tutarını kendine dert edinmekten ziyade neden bu karara hükmedildiğine biraz kafa yorsa şahsı açısından daha faydalı olur. Yoook olmaz, bir Kasımpaşalı'ya yakışmaz, tazminat ödese bile namı yürüsün ister.

Siz hiç mahkemeler tarafından aldığı ceza sebebiyle; bu kadar ceza az gelir, böyle ceza olur mu, ceza veriyorsanız adam gibi ceza verin, ben kabul etmem bu suçu cezası çok az diye isyan eden bir suçlu görüp de duydunuz mu? Bu yüzsüzlüğü ve terbiyesizliği gösterebilen bir suçluyu ben ne gördüm ne de duydum. Yurtdışında yaşayan dostlarınıza bir sorun bakalım var mı oralarda böyle birileri.

7.01.2008

YÖK başkanı tam gaz!

0 yorum
YÖK başkanının türbanla ilgili söylediklerine hiç değinmiyorum.

Son dile getirdikleri konusunda birşeyler söylemek arzusundayım.
İlk başta ne demiş?
Herkes üniversite mezunu olmamalı.
Bence haklı ve bu söylenen yeni bir şey değil. Bir çok defalar bu konu çeşitli kişiler ve kuruluşlar tarafından dile getirildi. Asıl mesele, sorunları dile getirmekle bu sorunların ortadan kalkmamasından kaynaklanıyor. Eğer sen herkesin üniversite mezunu olmasını istemiyorsan öncelikle bununla ilgili tedbirleri alarak, ortaöğretim seviyesinde öğrenim görmüş kişilere istihdam ortamı yaratmalısın. Bir kişi orta öğrenimde dört hatta beş sene mesleki öğrenim gördükten sonra burada edindiği yeteneklerle bir iş bulamıyorsa ve işveren kalifiye bir ortaöğretim mezunundan ziyade aynı alanda öğrenim görmüş bir mühendisi tercih ediyorsa; buralara giden yolda bir sorun var demektir. Sen tutup da mesleki öğrenim gören kişilerin gördüğü öğrenim kalitesini (ki bu haliyle de olrukça kalitelidir) arttırır ve mezunlarına iyi olanaklarla istihdam sağlarsan zaten kimse üniversite kapılarına yığılmaz. Bir çok mesleki ortaöğretim kurumu (meslek ve teknik liseler) meslek yüksek okulları ve üniversitelerden daha iyi öğretim donanımına sahiptir, yön verilmesi gereken, bu olanaklardan elde edilecek verimi arttırmaktan geçiyor. Ortaöğretim öğrencisine burs sağlamakla mesleki öğretimin önü açılmaz, mezun adamı tutup piyasaya bu sana iş yapar. Ara eleman ihtiyacını mühendisle değil bu elemanla karşılayacaksın demen gerek ve bunu şifaen beceremiyorsan kanunla sağlayacaksın. İşletmelerin personel ihtiyacını belirleyip ona göre öğrenim düzeyi olarak istihdam zorunluluğu koyacaksın. Sen yeterki ortaöğretim mezununa istihdam sağla, kimse poposunu yırtıp okul harcına ve harcamalarına para harcayıp dört-beş yıl kampüslere(!) fuzuli yere git-gel yapma heveslisi değil, emin ol.

İsteyene 8 - 10 bin YTL kredi versek, sonra bunu bize geri ödese. Neyse borcu... ABD'de olduğu gibi, mezuniyetten sonra ödesin.
Tabi oldu. O zaman okul bittikten sonra çalışabileceği bir iş bulma teminatı verebilecek misin?
Fakülte mezunları, katkı kredilerini ve öğrenim kredilerini ödeyemedikleri için bile icralık olurken bir de fazladan kredi! Muhteşem fikir başkanım, siz nerelerdeydiniz bu zamana kadar acaba?

Tuttular bir dikey geçiş safsatası çıkardılar herkes üniversiteli olsun diye, az-çok kalifiye eleman çıkaran MYO'larının bile (affedirsiniz) içine etti sizden öncekiler. Hamiliğinizi yapıp sizi o başkanlığa layık gören ak iktidar patır patır döküntü fakülteleri üniversite yaparken niye hiç sesiniz çıkmadı acaba? Ülkenin her ilçesini fen-edebiyat fakülteleriyle güya meslek yüksek okullarıyla dolduruldu. Buralardan mezun insanlar ne iş yapıyor acaba, hiç merak ettiniz mi? TÜİK işsizlik istatistiklerini ve YÖK'ün mesleki öğretimle ilgili raporunu hiç okudunuz mu acaba? Özel ve devlet üniversitelerinde öğrenim gören öğrencilerin aile durumlarına, gelirlerine, gelir gruplarına, tercih ettikleri bölümleri bi okuyun. Bu raporlar kurumunuzun web sitesinin raporlar bölümünde gururla yayınlanıyor, gazetelere bol keseden sallamadan önce bir göz gezdirin en azından.

5.01.2008

Tv ekranları ve Türkçe'nin katli

0 yorum
Beyaz Show ve Türkçe
Beyaz, 12 senedir tv ekranlarında boy gösteriyor. Kulak tırmalayan ve Türkçe'yi rencide etmeyen bir dil kullanıyor, en azından hafızamda aksine bir durum yer almıyor.

Bu sezon "Beyaz Show"da Türkçe kullanımı konusunda dikkatimi çeken durum şu: Programdaki spot yazılar ekrana geldiğinde özellikle "dahi anlamındaki de" sürekli yanlış bir şekilde bitişik veya üst tırnakla ayrılarak yazılıyor. İlk programlarda belki gözden kaçmıştır diye düşünürken bu hatanın devam ettiğini görünce artık bunun dikkatsizlikten değil de Türkçe'nin yanlış kullanımından kaynaklandığına kanaat getirdim ve bu durumu bir şekilde dile getirme ihtiyacı hissettim. Umarım yapımcılara ve ilgililere bu durum ulaşır ve gerekli tedbiri alırlar.

Kadir Çöpdemir ve Türkçe'sindeki gelişme(!)
Ekranlarda Türkçe kullanımında beni rahatsız eden bir başka durum da Kadir Çöpdemir tarafından ortaya konuyor.
Radyo yayıncılığıyla tanınan Çöpdemir'i radyoda hiç dinlemedim, kendisini diziler aracılığıyla tv ekranından tanıdım.
İlk olarak Beyaz ile birlikte "Biri bana anlatsın" isimli tv programı, ardından yine NTV ekranında Demet Akbağ ile birlikte yaptığı uzun isimli bir tv programı ve en son ATV ekranındaki "Maksat muhabbet" isimli tv programıyla ekranlarda boy göstermeye devam ediyor, iyi de ediyor açıkçası. Zaman zaman absürd durumlara düşse de ekran karşısında muhabbeti çekilen bir adam. Gel gör ki asıl can sıkıcı durum kullandığı Türkçe'den kaynaklanıyor. Başkalarını bilemem ama konuşurken kullandığı "Günümüz Türkçesi", İngilizce ve Osmanlıca karışımı dil ortadaki muhabbetin içine ediyor. Yerli yersiz kullandığı Osmanlıca sözcükler, Türkçe'de bir çok karşılığı olmasına karşın kullanımda tercih ettiği yabancı kelimeler bu muhabbetin tadını kaçırıyor.

Sanırım Kadir Çöpdemir, Türkçe konuşma konusunda tv ekranının bence en başarılı isimlerinden Okan Bayülgen'e benzemeye çalışıyor. Başarılı olduğunu söylemek pek mümkün değil kanımca.
Yüzbinlerce insanın karşısında konuşulanlar sosyal değerler olmayıp da konuşma bilimsel veya pazar açısından bir münazara olsa dile getirilen ( yabancı kökenli) terimlere diyecek birşey bulmam elbette söz konusu olamaz.

Tv ekranlarında Türkçe kullanımı konusundaki yanlışlara rağmen seyrin keyfini çıkartabilmek için ya oldukça sağlam bir sinire sahip olmak yada mümkün olduğu kadar umursamaz olmak gerekiyor, maalesef.

2.01.2008

Yeni sigara yasağına doğru

1 yorum

Sağlık Bakanının, "sigara içmeyenlerin temiz hava soluma özgürlüğünü koruyan" bir yasa olarak nitelediği yeni yasa taslağı görüşülüyor. Eski yasaya göre yasaya uymayanlardan cezaların tahsili imkanını sağlayan yasa oldukça sert görünüyor ve benim gibi bir sigara tiryakisini zora sokuyor. Daha yasa görüşmeleri devam ederken zaten sürmekte olan sigara karşıtlığı baskısı bugünden artmaya başladı.

Biz sigara tiryakileri ender de olsa sigara içenler için ayrılan bölümlerde sigaramızı içmeye devam ediyorduk bu yasa gündeme gelene kadar. Şimdiki yasayla birlikte, işletmelerde sigara içenlere ayrılan bölümler de ortadan kaldırılıyor. Zaten sigara içinler başka bir tarafta oturuyor veya sigara dumanını solumayı göze alarak işletmeleri tercih ediyor.

Bir yandan; devletin gelir kalemlerinin başında gelen vergi mükellefi tütün mamüllerinin üreticilerini destekle, diğer taraftan binlerce tütün üreticisine destek pirimi ver ondan sonra kamu sağlığı söz konusu olunca biz tiryakilere dayan, ohhhh ne ala memleket!

Bu sigara zıkkımı bir süre sonra keyif olmaktan çıkıp bağımlılık halini alıyor. Hükümet madem kamu sağlığını o kadar önemsiyor; sosyal güvenlik kurumları sigarayı bırakma tedavilerini karşılasın, benim gibi kurtulmak isteyip kurtulamayanlara da bir imkan doğsun. Karşılamayı sınırlar, ilk tedavide ücretinin büyük bir kısımını karşılarsın baktın cevap vermiyor, karşılama oranını azaltırsın.

Zaten bağımlılık sebebiyle toplumda; hırsıza, dolandırıcıya, vergi kaçakçısına, imar rantçısına dahi reva görülmeyen ikinci sınıf vatandaş muamalesine tabi tutuluyoruz bir de şimdi iki fırt duman için toplumsal rezilliğe katlanmaya çalışacağız!

Beşiktaş çarsının buna tepkisiz kalmayacağına eminim. Çarşı, sigara yasağına karşı, bu sloganı ilk Beşiktaş maçında tribünlerde görmeyi temenni ediyorum.

Yurdum insanını manşet yapan yurdum insanı(!)

0 yorum
Yurdum insanı, bu tabiri internet sitelerinde genelde komik başlığı altında yer alan fotoğraf galerilerinde ve benzeri yerlerde görürsünüz ve böyle devam ettikçe de görmeye devam edersiniz.
Oldum olası içinde bütünüyle muhatabını aşağılayıcı bir üslup barındıran bu "yurdum insanı" tabirinden nefret ediyorum. Bu tabirle dile ve gündeme getirilen olayların bir çoğu olayın içindeki kişinin zararına sonuçlara sebep oluyor.

En son, Ağrı'da Goncalı köyüne seferler yapan dolmuşçunun başına gelen olay canımı sıktı. Şoför 35 kilometrelik yolu katetmek için kullandığı eski model magirus bir taşıtta hem kendini hem de yolcuları düşünerek taşıtın içine bildiğimiz bir soba kuruyor ve bu şekilde yolculuklarına devam ediyorlar ta ki bi durum "yurdum insanı" diye televizyon ve gasetelerde haber olana kadar. Ağrı trafiği tarafından güvenlik sebebiyle hem araç alıkonuluyor hem de sahibine 104 YTL ceza kesiliyor. Şoför de yolcular da istemez mi güvenli ve sıcacık bir taşıtla bir metrelik karın içinde rahatça yolculuk etmeyi? Güler misin, ağlar mısın? Doğal olarak biz, toplumca acınacak halimize zengininden fakirine kahkalarla gülüyoruz, yazık!
Cehaleti, imkansızlıkları ortadan kaldırmak yerine topyekun gülüp geçerek çaresizliğimizi hasır altı ediyoruz. Ondan sonra, yurdum insanı!

Hergün yeni bir yıla doğan güneş

0 yorum
Yeni yıl yeni yıl yeni yıl yeni yıl
Sizlere kutlu olsun!

Yılbaşları, şahsım adına hiçbir önem arz etmiyor. Benim için yeni bir günden herhangi bir farkı yok. Sadece tarihin hafızasına not edilen olaylarda ve evrak,kayıt, kuyudat işlerinde yıl hanesi yazılırken "7 " yerine "8" kullanılacak o kadar!

Zamandan bahsedince hafızamdaki bir fıkrayı buraya aktarmak geldi içimden.
Zamanın içinde bir vakitler İstanbul'da bir mahallede yaşayan samimi iki esnaftan ecnebi olan her akşam dükkanını kapatırken "Tüüüh, bugün de zarar ettik" dermiş. Kapı komşusu, Müslüman esnaf da aynı saatlerde dükkanını kapatırken ecnebi komşusunun söylediklerini duydukça içinden hayıflanırmış: "Ya bu nasıl iştir? Adamın siftahsız dükkanını kapattığı gün yok, ha bire her akşam zarar ettik der durur!". Günlerce bu düşünce beynini kemirir durur.
Dükkanlarının önünde taberlerine oturmuş, sohbetlerinin arasında kahvelerini höpürdettikleri bir zaman Müslüman esnaf dayanamaz ve ecnebi esnafa:
- Mîrim, müsaade edersen sana bir soru sormak isterim.
- Tabi üstad, buyur!
- Her akşam neredeyse seninle beraber dükkanları kapatırız. Bu esnada da bir şeyler söylendiğini duyarım, işte asıl derdim bu söylendiklerinden sebeptir. Gördüğüm kadarıyla kazancın, Allah artırsın benden iyidir. Siftahsız dükkan kapattığım olmuştur da senin hiç olmamıştır. İyidir iyi olmasına da hiç şükrettiğini duymadım. Akşamları hep zarar ettik diyerekten kapatıverirsin dükkanını, neden böyle yaparsın? Bunu merak ederim, merakımı mazur gör!
Ecnebi esnafın, gevrek bir kahkahasının ardından şaşkınlığa düşen esnafa:
- İlahi mîrim, sen bunu mu dert ettin? Tanrıya bereket, kazancım senin de dediğin gibi iyidir, hiç darda kalmışlığım yoktur. Fakat benim zararım maldan,mülkten değildir. Ben geçip giden zamana yanarım mîrim!
***

Basın yayın kuruluşları bu yılbaşını da geçmedi! Tarkan'ın kıytırık şarkılarına ve banttan şarkı söylediği yılbaşı gösterisine TRT'nin ödediği paradan, şarkıcıların yılbaşı programlarında kaç para aldıklarına pek ağır bir gündemle girilmedi 2008 yılına.

Yılbaşının ardından bütün gazete ve televizyon haberlerinde Taksim magandalarını gördük, okuduk ana haber bültenlerini bütünüyle işgal etmişti bu haber. Tamam magandalık yapanlar suçlu da bunu hiç çekinmeden ve en ufak bir müdahale girişiminde bulunmadan görüntüleyen -ve hatta bu işi yapanlara gaz veren- habercilerin hiç mi suçu yok. Meydanda o kadar içki içen, kadınlı,kızlı topluluk varken o kadar hanzo neden bunları seçmiş acaba, bu da ayrı bir soru. Bellerinde polis telsiziyle habercilik yapanlar, bu olayı polise bildirmekte neden bu kadar aciz kalıyorlar?(Çünkü görevleri o değil öyle mi?) Bir cinayetle karşılaşsalar, haber uğruna katile karşısındakini öldürmesine izin verecekler ki bir cinayet haberi çıkaralım diye. Kutlamalarda her adam başına bir polis mi dikilsin yani emniyet tarafından? Nerede sosyal duyarlılık, toplumsal hoşgörü?
Ben bu olayların haberciler tarafından yapılmış bir kurgu olduğuna inanıyorum.