Kısa dalga yayın

30.10.2007

70 milyon, tek başımızayız!

0 yorum
Aklımda kalan bir fıkra ile sözlerime başlamak istiyorum. Bu fıkra çeşitli memleketlere atfedilerek dillendirilir güncel hayatta.


Komşu iki köy bir merayı paylaşamazlar. Kanun, jandarma falan başedemez bu iki
hasım köylüyle. Sonunda karar verirler; toplanacaklardır merada ve kozlarını
paylaşacaklardır. Her bir köyün halkı kahvelerin toplaşır ve belirledikleri saatte merada toplaşa kararıyla karşı köyle hesaplaşacakları günün sabahını beklerler. Köylerden, Yukarı Köy’ün halkından bir deli cesaretiyle nam salmıştır civarda. Ama Aşağı Köyün nüsufu da yukarı köyü üçe beşe katlamaktadır. Neticede kararlaştırılan gün merada karşı karşıya gelirler. Aşağı Köyün 400 varan yiğidi karşılarında Yukarı Köy’ün tek delisini görünce tabana kuvvet köylerine geri dönerler. Aşağı Köyün kahvesine vardıklarında kahvede oturan ihtiyarların “Ne oldu?” sorusuna, liderleri şu cevabı veririr;
biz 400 kişi tek başımıza meraya vardığımızda Yukarı Köyün delisi hep beraber üzerimize saldırdı biz de kaçmak zorunda kaldık!
Halkı terör belası sebebiyle muazzam acı yaşıyan bir ülke. Gazeteler, televizyonlar yaşanan acının büyüklüğünden dem vuruyorlar. Her gün şehirlerde binlerce insan ellerinde bayraklarla bir araya gelerek teröre lanet okuyorlar 20 gündür. Meydanlardaki kalabalık büyük bir birlik sergiliyor görünse de maalesef gerçek öyle değil. Bir şehir, birkaç sivil toplum örgütü bir öğle saatinde halkı bir araya getirmek için öncesinde ev ev dolaşıp “bayraklarınız ellerinizde teröre lanet mitingine bekliyoruz” ilanları dağıtıyor ve söz konusu günde birilerini şehir meydanında toplamayı başarıyor. Bir kaç gün sonrasında Cumhuriyet Bayramı’nda yani 29 Ekimde bazı sivil toplum kuruluşları yine yerel basında ve televizyonlarda yaptığı duyurular sayesinde öğlen saatlerinde öncekine nispeten daha fazla insanı bir araya getiriyor, amaç yine aynı “teröre lanet”. Aynı günün akşamı valiliklerin resmi programlarında yer alan bir etkinlik “Cumhuriyet Yürüyüşü”, amaç teröre lanet olmasa da bu amaç öngörüsünde “Cumhuriyet Yürüyüşü” şeklinde isimlendirilmiş sloganların, heyecanların ellerdeki bayrakların “teröre lanet” mitinglerinden hiçbir farkı yok. Bunu valilik düzenliyor milli eğitim desteğiyle öğretmen/öğrenciler, aileleri ve bürokratik personelin ailelerinin katılımına ek olarak bundan haberdar kişilerinin katılımının sağlandığı bir yürüyüş. Hele iktidara %47 oy oranıyla hükümet yolunu açan kesimin çoğunluğu, iktidara ihanet olur düşüncesiyle bu milli yasta dahi meydanlarda kendini gösteremiyor. Paramparça bölük pörçüğüz; milliyetçi, ulusalcı,faşist, komünist, laikçi, dinci…
70 milyon tek başımızayız, bir millet hep beraber olamıyoruz.

Amaç aynı, sloganlar hemen hemen aynı, birlik olarak dile getirilenler aynı ama hiçbiri beraber değil. Bu acı gerçeği kendim yaşadım ve ülkemin her yanında yaşandığını içim yanarak seyrediyorum.

Türkiye Yazarstar ne alemde?

1 yorum
Türkiye Yazarstar başlığıyla hakkında temennilerimi dile getirdiğim yarışmayla ilgili Yazarstarda ilginç gelişmeler diye bazı eleştirilerde bulunduğum yazının ardından başka bir şey yazamamayı düşünüyordum ki Sayın Turgut Çelik'in gönderdiği şu mesajla yine durumdan kendime görev(!) çıkardım.

Sayın Emir Alp,

Sayfanızda "TIK"LAMALI YAZAR başlıklı yazım nedeniyle benden söz etmiştiniz. Size teşekkür etmiş, Gazeteport'un "Yazar Aranıyor" yarışmasıyla ilgili düşüncelerimi açıklamıştım.

4. Etap'ta yayımlanan ESKİDEN "ARANIYOR'U GÖREN KAÇARDI, ŞİMDİ İSE KONVOY OLUŞTURUYOR başlıklı yazıma 19 kişi oy vermiş,bunun karşılığında 3 (üç) puan aldım. Jüri hiç puan vermedi.(Bu arada ben Yavuz Semerci'ye "Kapalı Mektup"lar yazarak Jüri'yle ilgili eleştirilerimi sürdürüyorum.)Geçen haftanın ikinci
yazısının değişitirilmesi için Gazeteport'tan ricada bulundum; GAZETEPORTA "ARZUHAL"İMDİR, KABULÜNÜ RİCA EDERİM başlıklı yazının yayımlanmasını istedim. Bu yazıyı yayımladıkları için Gazeteport'a teşekkür ettim ve saygılarımı sundum. Bunlar "yorum" bölümünde uğraşmama karşın bir türlü yayımlanmadı. Bu son yazım ise 1 puanda kaldı.

Gazeteport, artık, bana göre gazetecilik yapmıyor; "gazatıcılık" yapıyor.
Zaten yayımladıkları "yorum"lar da "gaz atmak"tan başka şey
değil.....

Bunları size niye yazıyorum:

Direnin, diyordunuz.
Direndik...
Kaybettik görünsek de, aslında kendimizden hiçbir şey kaybetmedik.

Yazdıklarımın şerefi bana ait, utancı ise bana sıfırveren
Jüri'ye......
Fırsat bulursanız, yazılarımı okumanızı beklerim.
Saygılarımla.
Turgut Çelik
Emekli Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni-Mersin


Yukarıda mesajını aktardığım Turgut ÇELİK yalnız değil, kendisi gibi bir kaç yazar daha var durumdan memnuniyetsizliğini dile getiren hatta bu memnuniyetsizliklerini belirttekleri yazılar Gazeteport tarafından yayınlandı büyük bir cesaretle. Bu yazıyı yazdığım zaman itibariyle 98 kişi kalmıştı yarışmada. Elenen yazarlar içinde Gazeteport'un yazarları değerlendirme kriterlerini yazılarında dile getirerek hem de oldukça sert şekilde ayrılanlar da var. Linkleri veremiyorum çünkü elenenlerle birlikte yazıları da çıkarılıyor siteden.

Gazeteport'un tutarsızlıkları da yok değil bu konuda. Kendi yazarını kendin seç şeklinde başlayan Yazarstar yarışmasında tıklama ve puanlar konusunda yapılan üç kağıtlar artınca üyelik olayına falan girildi, jürinin değerlendirmedeki oransal payı arttırıldı. Bütün bunlar bir tarafa Yavuz Semerci'nin son mektubunda açıkça yazarları okuyucu belirlesin eğilimi ne kadar dile getirilse de aynı şekilde aksi bir tutum izleyeceklerini de yine aynı mektupta dile getiriyorlar. Örnek olarak mektubun bir paragrafında şöyle derken:

Bir başka eleştiri geliyor: “Efendim ne gerek var. Okurun önüne çıkarın 25 kişi olsun bitsin.” Merak etmeyin çıkaracağız. Ama kimi çıkaracağımızı biz de öğrenmek istiyoruz. Bu nedenle birbirimizi zorlayarak, eğiterek, kavga-dövüş, o noktaya varacağız. Okurun terazisinin şaştığını hiç görmedim.


hemen ardındaki paragrafta da:

Gelelim jüri oylamasına… GP yönetimi olarak öncelikle (yarışmacı sayısının azalmasına kadar) gerçekten denenmesi gereken kişilerin elenmesine izin vermeyeceğiz. Sonra işimizi büyük jüriye yani okurlara bırakacağız. Bu bakımdan sıralamada kimlerin önde olduğu ile ilgilenmiyoruz

böyle deniliyor. Artık gazetecilik mi, gazatacalık mı yapmak istiyorlar orasını ben bilemeyeceğim. "Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?" sorusunu sormaktan başka bir şey düşmüyor okuyuculara ve yazarstarlara.

27.10.2007

Üzgünüm Botego. Merveyi tavladık!

1 yorum

Yapay Zeki nin ürettiği botego adlı yapay zekanın tanıtımı için hazırlanmış promosyon bot olan Merveyi tavla isimli uygulama hafif.org a düştü düşeli ortamda mevcut hafifçiler olarak düştük Merve'yi tavlamanın peşine.

Ha oldu ha olacak, bir çoğumuz Merve'yi tavlamak için çeşitli taktikler deniyoruz. Kadın erkek mevcut bütün ahali düştük Merve'nin pençesine. Şahsen olağan olarak öpülme ve konsere davet aşamasına geldim ama olaya noktayı hafif ahalisinden results koydu.

Yaptığı yazışmanın neticesinde biraz argo da olsa Merve'yi ikna etmişti. Yazışmanın son cümlelerinde yakaladığım bir iki kelime ile Merve'yi tavlamanın anahtarını bulduğumuzu farkettim. Anahtar kelimeler şimdilik peki ve pekala. Bu kelimelerle başlayan, akıllıca kurulmuş cümlelerle Merve'yi tavlamak mümkün.

Değerli Botego çalışanlarına bu emeklerinden dolayı teşekkür ediyor ve başka bir denekle kendimizi geliştirme çalışmalarına devam etmeyi umuyorum.

Rauf Denktaş ve benim rüyam!

0 yorum
"Rauf Denktaş'ı gördüm" sözünü bir kaç kez tekrarlayarak uyandım bu sabah. Babam "Hayırdır oğlum hayırdır, rüyada devlet adamı görmek hayıra işarettir" diye cevap verdi. Ben sadece "Artık devlet adamı değil ki gazetede köşe yazarlığı yapıyor" diyebildim.

Rüya oldukça garip geldi bana. Erzurum'dayız, bizim üç beş sene evvel satılan dede yadigarı binanın önündeyiz. Şimdi yerinde üç katlı bir mağaza olmasına rağmen rüyamda eski haliyle görüyorum. Rauf Denktaş ve ben binanın kapısı önünde dikilmiş binayı süzüyoruz hasret dolu gözlerimizle ve ben, Rauf DENKTAŞ'a dönüp sadece "Kıbrıs!?" diyebiliyorum. Denktaş da bana dönüp "Çok geç evlat, başaramayız! Sadece ..... ve .... " diyor. Bu noktalı yerlerde iki kişinin, karı koca ismi geçiyor ama ben o isimleri hatırlayamıyorum. İsimleri tanımadığımı biliyorum fakat ne kadar zorlasam da hatırlıyamıyorum. Sadece "hayır olsun" diyebiliyorum kendimce.

Bir müddet ne anlama gelebileceğini düşündüm bu rüyanın. Rüyadaki öğeleri değerlendiriyorum:


  • 6 evlat + 1 eşe bırakılmış, kira ve dairelerde oturma konusunda kardeşler tarafındaki anlaşmazlık sebebiyle satılmış 40 yıllık bir bina, yıkılmadan önceki haliyle.

  • Rauf DENKTAŞ, eski KKTC Cumhurbaşkanı

  • Ben, bir garib.

  • Ve bence rüyamda en önemlisi Kıbrıs!
Ve ben, hala daha bir anlam veya bir ders çıkartmaya uğraşıyorum!

26.10.2007

Avrupa Yakası ve Mesut Barzani

0 yorum
Ortadoğu cadı kazanı olmuş ABD nin ateşiyle kaynamaya devam ediyor. Her gün gazete köşeleri ve beyaz camın ardından çeşitli değerlendirmeler yapılıyor.

Bütün bunlar devam ederken tvde Avrupa Yakası adlı diziyi seyrettiğimde benim aklıma Ortadoğu daha doğrusu Mezopotamya geliyor. “Ne alakası var?” diye sorabilirsiniz. İstendiği zaman her konu birbiri ile alakalandırılabilir.

Avrupa Yakası, bilindiği üzere Nişantaşı eşrafından seçilmiş bireylerin hayatı üzerine çeşitlemelerle yürümeye devam ediyor. Aslına bakarsanız Ortadoğu’da yaşananların Avrupa Yakasında yaşananlardan pek de farkı yok.

Bu diziye en büyük keyfi veren ise; bir Anadolu çocuğu olmasıyla beraber ekonomik ve kültürel seçkin bir çevrede, Açıköğretim fakültesi diplomasıyla, sosyete hastalığı panik atağıyla, bulunduğu çevreye uydurmaya çalıştığı sosyal hayatıyla Burhan Altıntop!
Bu Burhan Altıntop, adi, şerefsiz, haysiyetsiz ilginç bir kişilik. Bulunduğu yerden daha yükseklere çıkmak, içinde yaşadığı topluma kendini kabullendirmek için yapmayı göze almayacağı ipnelik(muziplik vermek açısından bilerek ibne yazmıyorum) yok! Ev sahibine çeşitli şekillerde yaranmaya çalışarak; evden atılma ve kiraya zam yapılması gibi aleyhindeki konuları gündem dışı tutmak için poposunu yırtıyor desem yeridir. Ev sahibine yaranma çeşitliliği şu şekilde cereyan ediyor genelde ; ya ev sahibi için oturduğu evin garsoniyer olarak kullanılmasına izin veriyor ya da ev sahibini eve davet ederek beş yıldızlı otellerde dahi gösterilmeyecek ihtimamı sergiliyor . Burhan Altıntop’un yaranma çabaları sadece ev sahibine değil, iş yerindeki genel yayın yönetmeni, fiili şiddetinden tırstığı çaycı, şirket ortakları ve dahi kapıcı.

Ne ki Burhan Altıntop’u yeni sezona kadar dizginleyen bir kişilik vardı dizide; Goffır. Bu kişilik; ulaşmaya çalıştığı emelleri uğrunda karşısındakileri kullanmaya çalışan, genelde kendisinin kullanıldığının farkına varamayan Burhan’ı piskopat tavırlarıyla sus pus ediyordu. Psikolojik ve fiili şiddet baskısıyla Burhan azmanını zaptetmeyi başarabilen Goffır yeni sezonda yerini, kapitalizmin simgesi, sosyetik ve kültürel değerlere sanip olduğu kadar zaman zaman da karşısındakilerin hakkını bildirebilmek amacıyla kalitesini bozmayı göze alabilen Şahika’ya bıraktı. Goffır sağa sola fiili şiddete yönelik tehditler savururken Şahika; hayatın gerçeği parayı kullanıyor tehdit unsuru olarak.

Saadete gelecek olursak; diziyi seyretmeye başladığınızda ekrandaki kişilikleri Mezopotamya’daki oyuncuları göz önüne alarak birbirleri ile eşleştirmeye - hafızanızdaysa bunu şimdi bile deneyebilirsiniz – çalışınız. Deneyin bakalım, ne kadar haklılık payı bulabileceksiniz Ortadoğu ile Avrupa Yakası dizilerini birbirlerine benzetmem konusunda.

Nişantaşı’na kendini kabul ettirmek için poposunu yırtan Burhan Altıntop – Ortadoğu’da kendini dünyaya kabul ettirmek için (afedersiniz) götünü yırtan Mesut Barzani.
Ben sadece asıl kişiliği vereyim siz ona göre diğerlerini konumlandırın. Bakalım neler olacak beyninizde!

Bir Mesut Barzani kolay yetişmiiiiyi! Öyle değil mi?

22.10.2007

ABD elimize ne verecek?

0 yorum
Gündemdeki olaylar herkesin malumu 7 den 77 ye.
ABD başbakanımızdan bir kaç gün süre istemiş harekete geçmeden önce, ilginç mi? Bence değil. Hatta belki de bu anı bekliyordu. ABD, ülkemiz yönetimi ve sivil toplum örgütleriyle beraber halkımızın öfkesinin ve kararlılığın doruk noktasında olmasını bir fırsat bilerek bir on sene daha bizi PKK varlığıyla yaşamaya devam ettirecek bir kararı uygulama noktasına geldiğimize kanaat getirmiş durumda olsa gerek. 99 seçimleri öncesinde de böyle bir durumdaydık. O zaman ne yaptı ABD? Apo itini ülkemize, bir müddet iktidarı süründürerek (Rusya, Suriye ekseninde) en sonunda Kenya'da teslim etmişti.

ABD, Şimdi öfkemizin ve kararlılığımızın doruk noktasında yine aynı taktiği ugulayarak PKK nın tepe isimlerinden, Kandil de keyfini süren bir iki ismi daha bu bir iki gün içerisinde teslim ederek iktiadrı ve halkı arzu ettiği teröre alışkanlık sınırına geri çekecek. Hatta bunu Barzani eliyle yaparak bu peşmergeye karşı bir sempati oluşturma yoluna gideceğine dahi ihtimal veriyorum her ne kadar kendisi aksine beyanatta bulunsa da.

Zirveye çıkan, terör saldırıları ve bunlar karşısında yitirdiğimiz canlara nispet edercesine açıklamalarda bulunan Barzani köpeği ve DTP başları da ayrı bir tahammül zorluyor. Bütün bu olaylar karşısında DTP grup başkan bilmem neyi Ahmet TÜRK; "Sorun terör değil, şimdi söylediklerimizi daha ciddiye almalısınız" şeklinde cüretkar açıklamalarda bulunabiliyor bu terör örgütünün işlediği cinayetlere istinaden. Bu resmen terör örgütünün sözcülüğüdür, başka bir isim verilmesi mümkün değildir. Yine aynı ağız hala daha sınır ötesi operasyonun çözüm olmadığını savunmakta direniyor ama ortada ne kendilerinin ne de terör örgütünün asıl amacının ne olduğuna dair bir beyanat yok. Sadece ağızda bir sakız bir sağa bir sola geviş getirip duruyorlar Barzani köpeğiyle beraber. Siyasi ve demokratik çzöüm yolları denenmeliymiş. Peki bu yollar ne, bu cevap verebilecek hiç bir ağız yok çünkü kendilerinin dahi sözcülüğünü yapmaktan imtina etmedikleri terör örgütünün maşası durumundalar. Terörle tek amaç var Türkiye'deki kaos ortamının sürdürülebilirliğini devam ettirmek. Eve dönüş yasası hala yürülükte ama siyasi ve demokratik çözüm diye geviş getirmekten uslanmayan DTP lilerden bu konuda tek tık yok. Her şey ayan beyan ortada.

ABD nin elimize vereceği üçün birine razı mı oluruz yoksa bu kararlılığımızı top yekun sürdürür müyüz? Göreceğiz!

20.10.2007

Türkiye'de aile yapısı parçalanıyor mu?

0 yorum
Çeşitli haber organlarından edindiğim bilgilere göre Avrupa ve Amerika'da evliliğe eğilim gittikçe azalıyor. Hatta bu söz konusu yerlerde evliliğe olumsuz bakış %70-75 gibi değerlere ulaşıyor, boşanma oranları da gittikçe artıyor. Doğal olarak yurtdışında aile yapısı gün be gün dağılıyor artık insanlar bireysel yaşamlarına ve zevklerine daha çok değer vermeye başlıyorlar. Zaten aile konusunda muhafazakar olmayan Avrupa ve Amerika'nın çoğunluğunda evlilikten ve aile yapısından uzaklaşma da gittikçe artıyor. Toplumun temel yapı taşı olan ailenin parçalanması ve yerine bireysel menfaatlerin geçmesi ülkelerin toplumsal sağlığı açısından mutsuz ve tatminkar olmayan bireylerinin sayısının artmasına sebep oluyor.

Ülkemizde durum nedir?
Evet ülkemizde aile ve evliliğe bakış ne alemde, hangi sularda seyrediyor sorularına cevap vermeden önce bazı istatistik bilgilerine başvurmak gerekiyor. Bunun içinse TÜİK in 2006 son istatistik raporlarından faydalanacağım doğal olarak. Yeni veriler 2008 yılından itibaren yıllık, üçer aylık dönemler şeklinde yayınlanacak.

Tablo 1
Yıl Evlenme sayısı Kaba evlenme hızı (%)
2002 510 155 7.36
2003 565 468 8.05
2004 615 357 8.65
2005 641 241 8.90
2006 636 121 8.72

Tablo birden görüldüğü üzere 2002 yılından 2005 yılına kadar evlenme sayısında bir artış var fakat 2005 ten 2006 ya varınca evlenme sayısında 5120 azalma görülüyor.


  • Türkiye'de ortalama ilk evlenme yaşı erkeklerde 26.1 kadınlarda 22.8.

  • Evlenen çiftlerin %78.8 inde erkeğin yaşı daha büyük, %13,9 undan gelinin yaşı damattan daha büyük.

Tablo 2
Yıl Boşanma sayısı Kaba boşanma hızı

2002 95 323 1.38
2003 92 637 1.32
2004 91 022 1.28
2005 95 895 1.33
2006 93 489 1.28

Tablo 2 ye bakılırsa halkımızın boşanma konusunda bir istikrarı söz konusu değil fakat 2002 yılından itibaren düşüş gösteren boşanma sayısında 2005 yılında başgösteren artış dikkate değer. Boşanma sayısında 2006 yılında 2005 yılına göre 2406 azalma ortaya çıkıyor.


  • Boşanmaların en yüksek olduğu bölge 17718 boşanma sayısıyla Ege bölgesi ardından, 20679 boşanma sayısıyla İstanbul ve 11282 boşanma sayısıyla Batı Anadolu bölgesi geliyor.

  • Sınıfılandırmaya konu 12 bölge içerisinde boşanma sayısı en düşük bölgeler Kuzey Doğu Anadolu (1072) ile Doğu Anadolu bölgesi (1778 boşanma sayısı)

Tablo 3
Evlilik Süresi Sayı Yüzde (2006 Yılı)
1 yıldan az 3 948 4.2
1-5 35 869 38.4
6-10 20 387 21.8
11-15 12 660 13.5
16+ 20 625 22.1


Tablo 3 te de göreceğimiz üzere ülkemizde evliliklerin, %38.4 gibi bir yüzde ile ilk 5 yıl içerisinde sona erdiği görülüyor.


Herhangi bir kanıya varmadan önce yardımcı olacağını düşündüğüm bazı istatistiki verileri de ekleyeceğim.


Tablo 4
Evlilikten duyulan memnuniyet.
Çok memnun 22,3
Memnun 70,6
Orta 5,6
Memnun değil 1,2
Hiç memnun değil 0,3


Halkımızın %64.4 ünün de umut düzeyi olarak gelecekten umutlu olduğunu da göz önüne alalım.


Netice nedir? Ailelerimiz parçalanıyor mu?


Bu konuda istatistikler konusunda yol alacağımıza göre gelelim bunları değerlendirme konusuna:



  • Evlenme sayısında son iki yılda 5120 azalma görülüyor.

  • Yine son iki yılda boşanma sayısında 2406 azalma var.

  • Boşanmaların çoğunluğu ekonomik ve sanayi olarak diğer bölgelere göre gelişmiş olan bölgelerde baş gösteriyor.

  • Evlilik, yani aile olabilme konusunda ilk 5 yıl içinde kırılmalar başgösteriyor.

  • Evli olan çiftlerin %92.9 gibi bir oranı evlilikten memnun olduklarını dile getiriyor.

  • Halkımızın 2/3 si gelecekten umutlu

Ekonomik olarak kalkınmış bölgelerde aile yapısını korumanın belli zorlukları var. Gerek ekonomik olarak bireysel kazanımların artması, gerek iç göçler sonucu gelinen bölgeye ayak uydurmakta sıkıntılarla karşılaşılması önemli etken. Boşanma sayısında görülen azalma, evlilik sayısındaki azalmaya bağlanamayacak kadar yüksek demek ki aile olma yani evli olarak yaşama konusunda bir kararlılık baş gösteriyor.


Neticede aile yapısı rutin bir düzeyde korunurken, aile kurulması konusunda çeşitli sıkıntıların (özellikle ekonomik olduğunu düşünüyorum) buna engel olduğu,var olan aile yapısının da sosyal destek sayesinde ayakta kaldığı ve parçalanmaya meyilli bir yapısı olduğu ve ortaya çıkıyor.

19.10.2007

DTP'ye güvenelim mi?

1 yorum
Ülkemizin müstesna aydınlarından Hıncal ULUÇ, 16 Ekim de Sabah Gazetesindeki köşesinden:

... Ama her ne olursa olsun, bugün için DTP, PKK'ya yatkın, PKK'ya meyyal Kürt gencine düz ovada siyaset yaparak başarıya ulaşabileceğini söyleyecek, gösterecek, inandıracak, kanıtlayacak, onları PKK yolundan çevirecek tek kuruluş. DTP'ye güvenmek zorunda olduğumuzu düşünüyorum.. Ve de onlara şans tanıyıp, fırsat verip, sabır içinde beklemek.. Bu süre içinde DTP'yi "Öyle konuş.. Böyle de.. Şunu açıkla" diye de zorlamamak gerek.. Bırakalım adamlar siyaset yapsınlar..Siyasetin gereğini yapsınlar..

şeklinde buyurmuş. Bu buyurma, feverana gelen bir çok demokrat(!) yazar, aydın tarafından olumlu karşılanmış ve sanki sihirli bir değenekmiş gibi dillere, köşelere yayılmış.

Neymiş; DTP'ye fırsat verilirse dağdakiler ovaya iner, dağa çıkmaya meyilli olanlar siyasete girer ve PKK nın önü kesilmiş olurmuş. DTP nin siyasi olarak amacı nedir ki? Terörün boynuna demokrasi yaftası asmış bir siyasi partiden ne beklenir! Hala daha oligarşinin hüküm sürdüğünü ve buna karşı Türkiye'de demokrasiye geçme konunsunda yapılan vurgudan başka bir şey bulunmayan parti programı ortada (diğer vurgular öteki partilerinkilerle aynı formal söylemler işte, kadının toplumdaki yeri, siyasi partiler kanunu vs) , Kürt Milliyetçiliği yapan bir parti siyaseten ne elde etmenin peşinde, DTP ye şans tanınmasını arzu edenlerin önce buna bir açıklık getirmeleri gerekir diye düşünüyorum.

Kürt Sorunu konusunda diretenler AB ve ABD'nin elindeki dizginleri ile PKK ya hizmet etmekteler. Asıl sorun PKK sorunudur, sadece PKK sorunu da değil bölgenin özerkleştirilmesi yönünde demokrasiden hareketle T.C. Anayasası na resmi dil olarak Kürtçe'nin dahil edilmesiyle başlayacak bölgenin özerkleştirilmesi hareketidir.

İhtimaldir ki güneydoğuda yaşayan Kürt kökenli halkımızdan daha fazlası Türkiye'nin diğer bölgelerinde yaşamaktadır, iç göç sebebiyle(İstanbul, İzmir, Ankara, İçel, Erzurum, Kars ağırlıklı). Yaklaşık Kürt nüfusu kadar bu ülkede varlık gösteren (Çerkez, Abhaz, Gürcü, Tatar, Arap-ki Kürt nüfusun ağırlıklı olduğu bölgelerdeki ağırlığı Kürt nüfus kadar vardır hemen hemen) diğer etnik kökendeki vatandaşlarımız da neden Kürt nüfusu üzerinde olduğu iddia edilen sorun benzeri bir sorun dile getirilmez? Çünkü sorun ne etniktir, ne dildir ne de dindir; sorun tamamen ideolojik bölgesel bir sorundur ve DTP ile PKK a da bu sorunu yaratanların piyonlarıdır. Çeyrek asırdır bölgede terör eksik edilmeyerek(Özellikle öğretmenelere ve okullara yönelik) bölge halkının aydınlatılması çalışmaları kösteklenmiştir. Yine terör saldırıları sebebiyle lojistik olarak bölge kalkınması engellenerek ekonomik yönden bölgenin gelişmesinin engellenmesi amacı başarıya ulaşmıştır. Diyarbakırdan, Batmandan yüzlerce işçi mevsimlik olarak (özellikle fındık toplama, pamuk toplama) diğer şehirlere (Sakarya, Adana gibi) göç etmekten kurtarılmalıdır.

Dil konusu yerli yerince bir oyundur zaten, özel dil kurslarının açılması yasalaştı, kurslar bomboş. Zaten anadilini öğrenen, neredeyse hiç Türkçe bilmeyen aile kadınlarından yani aileden öğreniyor. Nüfusun büyük ölçüde artması sebebiyle (zamanında uygulanan aile planlaması çalışmaları nedense güneydoğuda ve doğuda özellikle kırsal kesimde hiç başarı sağlayamamıştır desek yeridir, ne hikmetse?) bölgeden iç göç tavan yapmış durumdadır.

Bölgenin kurtuluşu, terörün sona ermesi DTP'nin değil diğer siyasi partilerin elindedir. Bölgedeki feodal yapının dağıtılması gerekmektedir. Koca GAP bile bilinçsizlikten, cehaletten iflas etmiş durumdadır, bölge tarım alanları tuzlanmaya maruz kalmıştır bilinçsiz sulama yüzünden. Eğer DTP bir çözüm peşinde koşuyorsa dağdakileri, dağa çıkmaya meyilli olanları ovada siyasete ortam hazırlamaktansa, ovada karınlarını doyurabilecekleri istihdamı sağlamaya çalışmalıdırlar, tabi eğer gerçekten ABD nin piyonu değillerse. Bunun içinse özellikle bölgedeki terörü ve içindeki teröristleri desteklemekten vazgeçmeleri gerek, nasıl yapacaklarsa artık. Hem içerde hem dışarda yaklaşık 8000 teröristle ne siyaseti yapmayı hedefliyorlarsa artık!!!

Eğer DTP çözüm için mecliste olduğunu iddia ediyorsa senelerdir Kürt Milliyetçiliğiyle beynini yıkadığı Kürt kökenli halkın devletle barışmasını, devlete güvenmesini sağlamaya çalışmalı. Etnik siyasetten vazgeçmeli. Devletin bölgeye gönderdiği her memuru (Doktor, mühendis, öğretmen ) kendileri için düşman görme yaklaşımından halkı kurtarmalıdır. Gerek kendilerine Kürt aydını olarak tanımlayanları gerek diğer aydınları biraz da bu konuda düşünmeye çağırıyorum.

17.10.2007

Hangi güvercin elinde silahla insan katlediyor?

0 yorum
Bu Ahmet Türk'e ve DTP ye kim akıl veriyorsa tebrik etmek gerek. ABD'den mi AB'den mi meşhur bir reklamcıyla anlaşmışlar çok merak ettim. Bizim ülkemiz reklamcıları siyasi söylem konusunda bunlara akıl verenler kadar yaratıcı ve başarılı(!) değiller maalesef! Bakar mısınız hazret ne buyurmuş:


Bu güvercinlere saldırtmak üzere şahinleri hazırlamış bir tabloyla karşı karşıyayız. Bir linç politikasıyla karşı karşıyayız. Bunun izlerini ve işaretlerini almaya başladık. Gerçekten vahim bir durum.
Sizin için gerçekten vahim bir durum. DTP nin mi PKK/KADEK in mi grup başkanı olduğu belli olmayan hazretin sözleri gerçekten oldukça yaratıcı. Bu zamana kadar hangi güvercin elinde ABD silahıyla insan katletmiş? Yoksa ellerindeki ABD silahları mı onları güvercin yapıyor?

Yok yok ben anladım, mağaralarda, kaya başlarında tünedikleri için teröristi güvercin diye tabir ediyor, kesin. Kırsal kesimde yaşamış-görmüşler bunu bilir, yabani güvercinler, uçurumlar, kayalıklar üzerlerinde yer tutarlar kendilerine ki şahin veya kartal gibi yırtıcı kuşların görüş alanlarından uzak kalsınlar.

Adi emellerinize hiç değilse masum ve barışın sembolü güvercinleri alet etmeyin!!! Ama kusura baksın hazret, güvercin müvercin tanımlamalarıyla teröristlerin aldıkları canları, emellerini örtbas edemezler. Bu ülkenin canına kast eden güvercin de olsa martı da olsa baykuş da olsa Silahlı Kuvvetlerin Şahinleri hepsine hadlerini bildirecektir.
Güneş balçıkla sıvanmaz, terörist de güvercin demekle masumlaştırılamaz!

Carlos, Beyaz Show'a niye gelsin?

0 yorum
E be Beyaz, oldu mu şimdi?
Sen tut 3 sene boyunca Sezen Aksu'yu Beyaz Şova a çıkarabilmek amacıyla imza defteri aç, seyirci desteğini ardına al, medya desteğini eksik etme ve nihayetinde Sezen Aksu'yu Beyaz Show'a çıkar! Sonrasında bu zamana kadar hiç bir Talk Show a nasip olmayan ve olmayacak da bir reytingle geceyi kapat.

Kafasından aşağı döktüğün güllerle Sezen Aksu'yu ağzı açık bırak. Takdire değer bu girişimin tekerrürü hem o zaman yaptığını hem de adına bu tür bir kampanya düzenleyerek aldığın seyirci teveccühünü küçümsemek ve kendi egona yenik düştüğünün bir kanıtı olacaktır.

Hem senin bu yaptığına anlam veremiyorum hem de bu kampanyaya ağzı açık destek verenlerin tavrına. Ülkemiz medyasının en garip huyu da avrupa da mumu sönmüş veya semeresi okunmayan ünlülerin bu ülkede baş tacı edilerek yere göğe sığdıramaması!
İsteyen şu siteden Carlos'u Beyaz Şova çağırmaya devam etsin..
Gerçi uzun bir zamandır Beyaz Şovu seyretmiyorum ama alimizin talk şovcusuna bu çağrıyı yakıştıramadım. Ben şahsen Carlos'u Beyaz Şovda görmek istemem, isteyenler de neden ister bir anlam veremem. Sektirdiği toplarla seyircileri büyüleyecek mi? Yoksa Türkçe konuşturmaya çalıştırıp, dilinde döndüremediği kelimelerin komikliğine kapılıp yıkılana kadar seyircileri güldürecek mi? Aaa tabi ha helyum çektikten sonra top sektirmesi oldukça keyifli ve güldürüklü olacaktır, eminim!

Artık geri dönülmesi de zor bir duruma geldiğine göre epey bir müddet bu ünlü(!) futbolcunun peşinden koşar mı yoksa aklı başına gelip de akıllıcı bir manevrayla bu saçma girişimi unutturur mu? Carlos'un kendine bir paha biçip bu şöhreti sonuna kadar kullanarak reklamlarda falan oldukça yer alacağına eminim, belki ışığı sönmeye başladığı zaman Beyaz Şovun kapısını bir tıklatır kim bilir?

15.10.2007

Çevre Dostu Poşetler

1 yorum
Bloggers Unite - Blog Action Day
Çöpler evden ayrıldıktan sonra sonsuza kadar yaşabiliyor. Kimi hiç ayrışıp çürümüyor, ya da öylesine yavaş çürüyor ki, fark etmek olanaksız.Birleşmiş Milletler Çevre Programı'nca sağlanan verilere göre, bazı camlar, plastik ve metalin ayrışması yüzyıllar sürüyor. Bazı atıkların ayrışması bin yılı, bazılarınınkiyse 1 milyon yılı, hatta daha ötesini de alabiliyor. Bazıları da hiç ayrışmıyor.Fazla uzun ömürlü olmayan çöplerin hızla yok olması da garanti değil. Örneğin, çöplüklerde toprağın altına gömülen organik atıklar, olması gerekenin aksine hızla ayrışmıyorlar. Çünkü ya çok sıkıştırılmış oluyorlar, ya da oksijen ve toprak mikroplarını geçirmeyen plastik torbalar içinde gömülüyorlar.Biz çalışmamızda çevre kirliliğini en önemli sorunu olan poşet artıklarının kısa bir sürede ayrışmasını sağlayacağız.Araştırmalara göre dünya da poşet atıklarının çürümesi 10-20 yıl gibi uzun bir süre içerisinde gerçekleşiyor.Poşetin ham maddesi olan polietilenin yapısını metal iyonu ekleyerek molekül zincirini kırmak ve poşetin toprağa karışmasını sağlamak projemizin ana hedefidir.Poşetin çevreye verdiği zararı düşünecek olursak bu projenin çevre için ne kadar önemli olduğunu görürüz.Bu proje sayesinde poşetin kullanılmasındaki tehlikeyi ortadan kaldırarak ;insanlara daha temiz bir yaşama alanı sağlarız.Ayrıca bu projeyi uygularken doğa dostu sayılan kalsiyum metalini kullanmamız doğaya zarar vermeden projemizi gerçekleştirmemizi sağlayacaktır.Küresel ısınmaya neden olacak poşetlerin önlenemez şekilde artışını ve ozon tabakasına vereceği zararı bu çalışmamız sayesinde önleyebiliriz.

Çevre kirliliğinin en önemli sorunu olan poşet artıklarının 18 ay gibi kısa bir sürede toprağa karışmasını sağlamaktır. Poşetin hammaddesi olan polietilenin yapısına metal iyonu ekleyerek molekül zincirlerinin çabuk kırılmasını ve daha kısa sürede ayrışmasını sağlamak.

Özel Ümraniye İrfan Lisesi'nin bünyesinde Kimya öğretmeni Sibel ÇEKÜÇ danışmanlığında Selman DEMİRKESEN ve Hasan GENÇ isimli öğrencilerin; Çevre kirliliğinin en önemli sorunu olan poşet artıklarının 18 ay gibi kısa bir sürede toprağa karışmasını sağlamaktır. Poşetin hammaddesi olan polietilenin yapısına metal iyonu ekleyerek molekül zincirlerinin çabuk kırılmasını ve daha kısa sürede ayrışmasını sağlamak amacıyla 15.Inepo Çevre Proje Olimpiyatına katılım amacıyla hazırladıkları projenin ayrıntıları için tıklayın

Naylon torba kullanımına DUR diyin!
Naylon torbalar, küresel ısınmanın en büyük nedeni plastik hammaddesi içeriyor. Bu sebeple tüm dünyada naylon torbaların kullanımının azaltılması konusunda çalışmalar yapılıyor.

13.10.2007

Dr. Davut ŞAHİNER'den sinir ötesi

0 yorum
Kim bu uzman?
Evet buradan bir uzmana(!), uluslararası ilişkiler uzmanına kısaca bir cevap yazacağım. Bu söz konusu uzman kim derseniz yaptığım ufak bir araştırma neticesinde USAK (Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu) adı altında son zamanlarda oldukça medyatik (uzmanlarının görüş beyan ettiği her tv programının fonunda çarşaf gibi USAK flamaları yer alıyor), üye aidatları ve bağışlarla faaliyetlerini sürdüren bir Düşünce Kuruluşu olarak faaliyet gösteren kendini kar amacı gütmeyen sivil toplum örgütü olarak tanımlayan oluşumun Amerika ayağında faaliyet gösteren bir araştırmacı, Dr. Davut ŞAHİNER.

Niye ve neden bu uzman?
Zaman Gazetesinde yer alan, eğer Türkiye Irak'ın Kuzeyi'ne bir sınır ötesi operasyon düzenlerse hukuki olarak işgalci durumuna geleceğini söylediği makalesinden dolayı.

Cevabın nedir?
Öncelikle şu işgal kelimesi ne demek şunu bir yazayım da!
TDK sözlüğünde;

  • bir yeri ele geçirme
  • bir kimseyi işten alıkoyma engelleme
  • uğraştırma, olarak tanımlanıyor işgal sözcüğü.

...

Oysaki bu iddia sahiplerinin bahsettikleri tarzda bir girişim, yani on binlerce Türk askerinin Irak'a girmesi ve burada aylarca kalması 'sınır ötesi operasyon' veya 'sıcak takip' kavramları ile açıklanamaz. Bunun adı açıkça işgaldir

diyor ve

Bunun örnekleri Irak'ta, Afganistan'da ve Lübnan'da görülebilir. Böyle bir işgalin sebebi ne olursa olsun hukukiliği tartışmalıdır ve daha çok işgalci ülkenin gücü ile ilgilidir.
şeklinde devam ediyor.

İşgal olarak nitelediği bu davranışı acaba altında hangi amaçların yattığına dayanarak iddia ediyor?

Biz Irak'ın Kuzey'ine;
"o toprakları ele geçirmek için mi giriyoruz?" hiç bir ülkenin tek taşında gözü olmadığını beyan eden bir Devletin bu amaçla o topraklara girdiğini iddia etmek için çok geçerli kanıtlı sebepleri
olması gerekir insanın.

"Irak'ın Kuzey'inde yaşayan insanları aşlarından, ekmeğinden, toprağından etmek için mi giriyoruz?" böyle bir şey iddia etmek için de yine bu operasyonu yapacak Devletin orada yaşayan halka bir garezi veya ekonomik bir çıkarının olması gerektiğini düşünüyorum. Yok eğer PKK/KADEK kamplarında yaşayanları rahatsız edeceğimizi düşünerek bu iddiayı ediyorsa ben diyecek bir şey bulamıyorum, fikir ve düşünce özgürlüğü der geçerim.

"Biz o topraklara birilerini rahatsız etmek için mi giriyoruz?" Evet belki bu olabilir! Bizim rahatsız edeceğimiz insanların siviller olmadığı ve dünya kamuoyunun bunun bilincine kavuşturulması için devlet güçlerinin çaba gösterdiğini bilerek bu inancı desteklemiyorsa bu araştırmacının bulunduğu taraf konusunda şüphe ederim. Bizim uğraşacağımız ve uğraşmaktan öte, kökünü kazıyarak yok etmeyi senelerdir hedeflediğimiz unsurun bölücü ve terör örgütü PKK/KADEK olduğunu -her ne kadar inanmak istemese dahi- dünya biliyor. Yoksa bu araştırmacımız da buna inanmak istemeyen cenahta mı yer alıyor?
Bu uzmanın fikirleri, Afganistan ve Lübnan örneğiyle Türkiye'nin girişeceği sınır ötesi operasyonu bir tutan gayrimeşru bir çizgiye çekmeye çalışmasının ABD'nin, ülkemize karşı tutumu ve Irak'ın kuzeyinde yer alan yapılanmayı meşrulaştırmaya çalışma yönündeki emellerine hizmet etmekten başka neye yarıyor acaba?

Yok öyle değilse ne demeye sahip olduğu doktor ünvanı ile bu tür zırvalar karalıyor cevap vermesini bekliyorum. Kendisine ulaşır mı, ulaşır da kâle alıp cevap verir mi? İnternet küçük orasını bilemem. Ama birilerinin bunları bu araştırmacıya sorması gerekiyordu ben makalesinden kendime görev çıkardım, sordum.

Sözde Ermeni Soykırımı Yasaları Hezeyanı

0 yorum
Senelerdir bu tür sözde soykırımın inkarını suç sayan yasa tasarıları herhangi bir ülkenin veya bir ABD eyaletinin gündemine geldiğinde hop oturur hop kalkarız.

Sözde Ermeni soykırımı inkarını suç sayan yasalar İsviçre'de 1994 yılında (94 yılındaki bu yaşa ırkçılık üzerine işlenen suçlarla ilgili ve ülkede sözde ermeni soykırımını inkar davalarında bu yasaya göre içtihat ediliyor. hatırlarsınız, Perinçek savunma olarak 90 kg kaynak belgeyle giderek sözde soykırımı inkarın bu yasaya göre değerlendirilemeyeceğini iddia etmişti), Fransa'da Ekim 2006'da ve çeşitli tarihlerde de ABD'nin 36 eyaletinde kabul edilmiştir.

Bizim ülke olarak bundan ne zararımız oldu veya olacak?
En büyük zararı söz konusu ülkelerde yaşayan vatandaşlarımız üzerinde etkisini gösterecektir. Çünkü kendisinin ferdi olduğu milleti, soykırımla suçlayan insanlara karşı hiç bir savunma şansı olmayacak. O ülkelerdeki yasalar sebebiyle her Türk vatandaşı doğrudan katil olarak nitelendirilecektir. Ayrıca ülkeler arası akademik ilişkilerde-araştırmalarda da kafadan akademisyenlerimizin söz hakkı, fikir özgürlüğünü dahi hiçe sayarak olmayacak ve kendi tezlerini sunma imkanları olmayacak. Ülkeler arasında sosyal ve akademik kilitlenmelere yol açacaktır. Hele ki bu söz konusu ülkeler özgürlük ve demokrasi kalesi olarak tarihe nam salmışsa tarih de demokrasi de bu ülkelerin yaptıkları, üzerlerine vazife olmayan tutumlardan dolayı kendini idam sehpasına çekmiştir. Bu yasalar be tarihle, ne hukukla ne de demokrasiyle bağdaşmaktadır. Sadece ve sadece çeşitli ortamlarda ülkemiz üzerine bir ambargo(bilim ve ekonomi) koymaktadır ve bilimle demokrasinin ayaklarına pranga vurmaktadır.

Nasıl engelleriz?
Tasarı olarak gündeme geldiği zaman da dahi bir tesir göstererek yasalaşmasına engel olamadığımız bu yasaların ortadan kalkması artık söz konusu ülke yöneticilerinin tasarrufu ve bizim o ülkelerdeki tesirimize bağlıdır. bizim tesirimiz ne olabilir diye düşününce? En başta ekonomik olarak bu alacağımız tedbirlerle büyük bir tepki oluşturabiliriz diye geliyor insanın aklına ama ekonomimiz bu ülkeleri bu kadar etkileyecek kadar tesirli mi öncelikle bunu değerlendirme gereği var. Ayrıca çeşitli ortaklıklar(askeri, stratejik, lojistik vs) konusunda alınacak tesirli tedbirler de gözden geçirilmeli. Bu sebeple de bu ülkelere karşı bir savaş açılamayacağına göre en büyük silah olan ekonomi konusunda çalışmalar yapılmalı.

Daha fazla zarar görmemek için!
ABD'nin gündemindeki tasarının komisyondan geçmesi bizim için bu konuda tarihi bir fırsat diye düşünüyorum. Malum ABD nin stratejik ortağıyız ve orta doğudaki bel kemiğiyiz. Her ne kadar bizim B planımız var diye rest çekseler de bu konuda elimizden geleni ardına koymamız gerektiği kanaatindeyim. 1 Mart tezkeresi meclisimizden geçmiş olsaydı ABD şu an Irak ta çok daha farklı ve rahat bir durumda olurdu. Şimdi aynı fırsatı çok iyi bir şekilde değerlendirmeli ve hem ABD'ye hem de bu konuda yeni girişimlerde bulunacak ülkelere büyük ve tarihi ders olacak nitelikte bir karşılık vermek zorundayız. Tasarının senatoya gitmemiş olmasını bir sanş olarak adledip bunu zaman kazanımı olarak görmemeliyiz. Tarihimizle ilgili bu cüretin dahi bedelinin ne kadar ağır olacağını bütün dünyaya gösermeliyiz. Fransa'da olduğu gibi sadece bir askeri ihaleye almamak gibi bir kararla ülkemiz kamuoyunu kandırmaktan ziyade bu tasarıyı yasalaştıranlara dahi ders olacak ve ayanlışlarını anlayacakları bir ders olmalı.
Gerekiyorsa İncirlik kapatılmalı, Habur kapatılmalı sonucu ne olursa olsun. Bu halk bu ülkenin yumruğunu artık masaya vurması gerektiğini biliyor ve görmek istiyor. Sonucu ne olursa olsun. Ortadoğuda bir kukla devlet olmadığımıza inanmak, görmek ve dünya sathında karşımızda duran devletlere göstermek durumundayız. Bu cümleler hamasi gelebilir, (unutmayın bağımsızlık hamaseti bu ülkeyi kurdu) ama gerçek bu şekilde ve artık devletin de bunu kabullenip yapması gerekeni yapması lazım. Halk bedeli ne olursa olsun bu konuda devletin-hükümetin arkasında olacaktır, şüphesiz.

İçimizdeki, yabancı mı? (Strangers Gate)

0 yorum
Bu zamana kadar hiç bir film hakkında yazmadım ama filmi seyrettikten sonra içimde farklı duygular uyandığından filmden hareketle günümüzü gündemi naçizane değerlendirme ihtiyacı hissettim. Filmi, henüz seyretmemiş olanlar için anlatarak büyüsünü bozmama arzusundaydım ki günde bir ton tık alan bir web sitesinin film eleştirisi yapmak adına bütün filmi anlattığı şuradaki yazıyı gördükten sonra benim anlatacaklarım o kadar da büyüyü bozan bir durum olmayacaktır düşüncesiyle hareket ediyorum.

Filmin orjinal adı "The Brave One" bizimkiler bunu "İçindeki Yabancı" diye Türkçeleştirmişler. Bu adı kim koymuşsa gerçekten işi bilen dikkatli bir şeyirci olduğuna kanaat getirdim neyse geçeyim asıl konuya.

Radyo programcısı Erica ablamız sevgilisi ve köpeği ile berabaer New York Cenral Park'ta akşam gezintiye çıkarlar. Parktaki "Strangers Gate" ten geçmeleriyle başlıyor bütün olay( işte sinemadaki bu ayrıntılar beni filme hayran bırakıyor.belki bizimkiler de bu ayrıntıdan hareketle Türkçeleştirmişler filmin adını diye düşünüyorum.) İki serseri tarafından bir tenhada kıstırılıyorlar (yok yok Gaffır gelmesin aklınıza o, melek kalır bu filmdeki serserilere nispeten ) Hem Erica'yı hem de sevgilisini öyle bir hırpalıyorlar ki herif diğer tarafı boyluyor esas kız tabi ki komalık. Uzun bir süre hastanede kalıyor akabinde iyileşince yaşadıkları olayla ilgili bilgi almak maksadıyla polis merkezine gidiyor ve masa başında karşılaştığı bürokrasi tahammüllerini aşınca merkezden ayrılıyor ve ilk iş olarak bir silah mağazasına varıp tabanca almak istediğini söylüyor. Eee kolay mı ruhsat lazım tabi ama ona da hemen bir çare hasıl oluyor ve göçmen kılıklı bir eleman mağazadan ayrılmasına mukabil ensesine yapışıp almak istediği tabancayı bin dolar karşılığında tutuşturuyor avuçlarına. Bundan sonrasında asıl hareket ve şiddet baş gösteriyor.
Sıkıldım gerisini yukarıda verdiğim linkten okursunuz ben konuma döneyim.
Birçoğumuz tvlerde yayınlanan; faili, osuruk kokusundan anında tespit eden CSI, kriminal dizilerini seyretmişizdir. İşte bu film, teknoloji ve bilim ne kadar gelişmiş olursa olsun bu ütopik kriminal dünyayı yerle bir ediyor ve gerçek suç dünyasının hiç de o osuruktan dizilerde anlatıldığı gibi olmadığını seyredenlerin suratına çarpıyor.
Film, gerçek suç-ceza dünyasındaki bürokrasi sorunlarını ve insanların adalet anlayışını sorguluyor. Adalet ve emniyet görevlilerinin kanunları temel alarak kendilerine görev saydıkları suçluyu cezalandırma görevini, insanların vicdanlarından alıp alamayacakları da ayrı bir sorgu konusu. Aslında bu filmde sorgudan ziyade doğrudan karar veriliyor. Filmin son sahnelerinde bu görevi kendisine kanunlarla adleden dedektifin kendi elindeki silahı, yerde yatan adamı (parkta sevgilisini ölesiye döven serseriyi) vurması amacıyla Erica ablamıza vermesi aracılığıyla; bir insan vicdani olarak kendine adalet sağlama görevini adledebilir kararı veriliyor ve suça karşı işlenen cinayetleri(!) meşrulaştırıyor.
Eeee, sen de! Biz bunları film kritiklerinden de okuruz diyorsunuz, değil mi?
Koskoca(!) ABD'de dahi adalet sağlama temayülü artık sosyal olarak bu düzeye geldiyse biz ne yapalım değil mi?
Benim değinmek istediğim o değil. Zaten bizim halkımız arasındaki kanı da bu şekilde, suçluya cezasını ver-e-meyen ya da geciktiren adalet sistemi olduğunda, o suçluya cezasını şahsen vermeyi başarabilen insan kanun önünde suç işlemiş olsa dahi halk nezdinde bir kahramandır ve suçsuzdur vicdani olarak. Örneğin; hangi vatan evladı İmralı'daki köpeğe otuz bin kişisinin hesabını sorarcak şekilde acı çektirerek öldürmeyi arzulamaz(!) değil mi?
Devlet yaklaşık 23 yıldır bir terör örgütünü ortadan kaldıramıyor, kapkaç çetelerini, mafyayı bertaraf edemiyorsa halk da kendine vicdani olarak bir görev biçmez mi? Tahammül denen erdemi rafa kaldırıp ardına bakmayı bir an olsun aklından geçirmeden "Strangers Gate" ten isteyerek geçmez mi? Bunun neticesinde teröre karşı lojistik destek sağlayanlar keza kapkaç çeteleri, haraç çeteleri belirlendikten sonra çeşitli güçler bunları -devletin kanıt bulmasını beklemeden, vicdani olarak- ortadan kaldırmak m
aksadıyla teşkilatanmaz mı devletten umudu keserek? İşte asıl gelmek istediğim nokta burasıydı.
Şimdi en son bayram arefesinde 15 şehit, daha bugün 1 şehit ve iki gazi verdiğimiz terör belasıyla mücadele için topyekun "Strangers Gate" ten geçip herbirimiz birer silah edinip toplumun huzuru için Şırnak, Diyarbakır, Batman dağlarına mı yollanalım?

11.10.2007

Şekerin bayramı mı olur kuzum?

2 yorum

Uzun zamandır ramazan bayramı ekranlarda şeker bayramı olarak ileri sürülüyor (lanse ediliyor). Ve ben bunu anlamakta güçlük çekiyorum. Aslında güçlük çekmiyorum da içime sindiremiyorum.

Bir ay boyunca oruç tutarak (bu bir ibadettir hatırlatayım) nefsini, bedenini ve bilhakkın varlığını terbiye etmek amacıyla yüce yaratıcısına yaklaşmaya çalışan milyonlarca insanın bu süreyi alnının akıyla tamamlamanın huzuru ile ay sonunda bunu bir bayramla kutlama hevesleri bu tür, bayramı ramzandan ve anlamından uzaklaştırma çabalarıyla baltalanmaya çalışılıyor.

İslamın değerleri hep kendisinden soyutlanmaya çalışılıyor. Ramazan diye İslami bir tanımı dillerine almaktan imtina edenler bir de şeker bayramını kendilerince savunuyorlar; bayramda çocuklara kapıda şeker dağıtıldığından, bayram namazı öncesinde tatlı (hurma, baklava vs) ikramlarında bulunulduğundan bu şekilde dile getiriyoruz diye. Bazı din alimleri de aynı sebeple bu şekilde söylenmesinde bir sakınca görmüyorlar. Ben görüyorum, ramazanın hidayetini ağız tadına değişmem. Hadi diyelim ramazan bayramına, dediniz şeker bayramı n'oldu? Size ne fayda sağladı? O kadar müslümanın sevabı sizin boynunuza mı asılacak bu vesileyle?
Ama biliyorum ki bu serzeniş boşuna! Onlar yine şeker bayramı olarak dillendirip kutlamaya devam edecekler. Ama üzgünüm kuzum! Ben şekerde bayram niyetine kutlanacak bir şey göremiyorum Ben ve benim gibi düşünenler bu bayramı ramazan bayramı olarak kutlayacaklar. Şeker bayramı diye bir bayram kutlamak için insanın, şekere tapar veya şekerkeş ya da esrarkeş (Bilen anladı onu!) olması gerek diye düşünüyorum.
Size şekerlerinizle iyi bayramlar dilerim şekerlemeye devam, lütfen rahatsız olmayın! Ve bizler için de ramazan bayramı hayırlı olsun diyorum.

Vatanımızın ve milletimizin bütünlüğü, bağımsızlığımızın ebed müddet devamı hususuna vesile olması niyetiyle bayram namazı sonrasında ellerimizi açacağız semaya, aynı her namaz sonrasında olduğu gibi.
Fabius Brest, “Bayram, Sultan Mahmut Döneminde İstanbul’da El Öpme Merasimi”, 1864

Yöntem v.21.5 çöktü

0 yorum
Ekim başında yazdığım şu yazıyla yöntem v.21.5 un denemeye girdiğini ve ayrıntılarından bahsetmiştim.
Evet böyle bir yöntemi denemeye koydum, epey bir faydası oldu, ramazanda akşamları içtiğim sigara sayısını çok azalttım. Neredeyse gündüz içmediğim sigaraların acısını akşam bir pakete yakın içerek hafifletiyordum. İnsanın boğazında iğrenç bir tada sebep olması da ayrı mesele tabi ki. Yöntemi uygulayalı yaklaşık üç hafta oluyor ve ben azaltmaktan öteye gidemedim, ne yazık ki bırakamadım ve hatta bu akşamdan itibaren irademe sahip olup bu zamana kadar günde iki dala kadar indirdiğim sigara kullanımımı tekrar arttıracağımdan korkuyorum.

Korkunun ecele faydası yok, bir şekilde bu berbat, iğrenç, lanet alışkanlıktan kurtulmam erekiyor.

Şimdilik herkese hayırlı bayramlar diler, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden akranlarımın da yanaklarından öperim.

Başka bir sigara bırakma yönteminde tekrar birlikte olabilmek umuduyla...

Facebook çalışanlarına sağlanan imkanlar

0 yorum

Değeri artık milyar dolar düzeyinde değerlendirilen bir kuruluş acaba çalışanlarına ne tür imkanlar sağlıyor merak ediyor musunuz?


Silikon Vadisinde faaliyet gösteren ve hepsi Harward, Stanford, MIT gibi öğretim kurumlarından mezun veya oraları terk etmiş personellerin harika bir aylıkla ödüllendirerek çalıştırdığını dünyaya duyuran facebook ayrıca pensoneline şu imkanları sunuyor:


  • Tıbbi muayene, diş muayenesi ve yatırım odaklı gelecek planlaması
  • Özel emeklilik planı
  • 21 gün yıllık izin, 8 şirket tatili ve 2 değişken tatil günü
  • Ücretsiz kahvaltı, öğle yemeği, akşam yemeği imkanı
  • Ücretsiz aperatif ve meşrubat imkanı
  • Kurutemizleme ve çamaşırhane imkanı
  • Ücretsiz otopark
  • Spor salonu üyeliği (Ücret destekli)
  • İkramlı, ofiste Mutlu Saatler eğlencesi
  • Ofise bir milden uzakta oturanlara aylık 600 $ destekleme
  • 30" LCD ekranlarla, 15" apple Macbook yada IBM thinkpadle çalışma imkanı
  • Facebook Flyers sayesinde dünya çapında tanınma imkanı

facebook.com daki istihdam imkanları nelerdir diye düşünüyorsanız şu link size yardımcı olacaktır.

9.10.2007

cenk itme, çay iç! (don't war, drink tea)

0 yorum
Ağırlıkla dostlarımın ve site ziyaretçilerinin ilgisine mazhar olan bu slogan hakkında açıklama gereği hasıl olduğundan bu yazıyı yazmaya karar verdim.

Savaşma seviş; hemen hemen hepimizin malumu kırk yıldır dillerde, hippilerin yaşam felsefesinden doğmuş savaş karşıtı bir slogan. Hippilerin ekseriyetle dumanlı olan kafalarından savaş karşıtlığını, dumanlı kafalarıyla sevişmekten başka bir şey düşünemeyen muhalif grup olarak ortaya koyabilecekleri belki de o zamanın kültürünün ortaya çıkardığı bence çok muallakta kalan fakat kendine, zorla da olsa başka bir seçenek olmadığından yer edinmiş, dile getirildiği bir slogan.

Ezel Akay'ın yönetmenliğiyle hiciv ve taşlama unsurlarının ağırlığıyla beyaz perdeye yansıyan "hacivat karagöz neden öldürüldü" isimli filmde, zamanı yerinde tasvir edebilmek amacıyla günün varlık gösteren dili kullanılmıştır. Kendisinden oldukça uzaklaşmış ve medya sayesinde Karadeniz ve Güneydoğu şivesi dışında Türkçe'nin diğer renklerinin haricinde baskıyla karşı karşıya kalan kesim tarafından filmde kullanılan dil konusunda sertçe eleştiriler ortaya çıkmış. Filmde kullanılan dile yetiştiğim topraklar sayesinde yabancı olmadığımdan daha bir hayranlıkla seyrettik kardeşimle beraber. Filmin akışında Eşrefoğulları Beyi Moğol Hakanının baskısından sıyırmak için, hakana biat ettiğini anlatan bir mektuba çok da değerli bir elması (Kaf-i nur) hediye olarak katar ve elçisine verir. Bu durumu da malum sloganı filmdeki dil itibariyle "cenk itme,sevüş" sözüyle dile getirir keyfine düşkün Bey.

Kardeşim bu sözünü çok beğendiğinden diline pelesenk ediverdi anında. Yalnız bana dildeki söyleyişin güzelliğine rağmen bir boşluk kalmış havası verdiğinden dolayı az biraz kafa yormaya başladım. Savaşmaya seçenek olarak ortaya konulan "sevüşme" fikri beni datmin etmedi elbette. Çünkü genelde savaş meydanında veya ortamında karşıda olanlar aynı cinten bireyler oluyor yani bu slogan insanları vahşice bir davranıştan alıkoymaya çalışırken başka bir vahşi-doğaya aykırı-iğrenç bir davranışa sevkediyor, eşcinselliğe :) (Ama gerçek bu) Bu düşünce fırtınası içinde aklıma memleketimde (Erzurum'da) sohbet ve dostluk konusunda katı bir şekilde bağlayıcılığı olan çay geldi. Hani derler ya "bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır" diye, bizde de bir demlik ( İçilen çay bardakla değil demlikle ölçülür) çayın hatırı kırık yıl değil ömür boyu sürer. Bu sebepten dolayı "sevüşme fikri yerine çayı kullanma fikri ortaya çıktı. Hem çay sadece Erzurum'da değil memleket sathında ayrı bir yere sahiptir. Bütün bunları harmanlayınca ortaya "Cenk itme, çay iç!" sloganı ortaya çıktı.

Meramımı dile getirmiş ve merak edenlerin de merakını gidermiş olduğumu düşünüyorum.

Cenk itme, cay iç!

Facebookta lobi savaşları

1 yorum
Facebook, öyle yada böyle herkes yavaş yavaş bir ucundan bulaşmaya başladı bu dünyaya. Facebook artık sadece geyik yapılan ve kuru muhabbetlerin döndüğü tiki bir sosyal ağdan bir çok konuda dünyanın bir çok ülkesinden bir araya gelen insanların tek bir ses olmak için çaba sarfettikleri bir lobi ortamına dönüştü. Irak'ı işgal eden ABD asker ailelerinin ABD askerlerine destek grubundan, Ulusal Ermeni Enstitüsünün sözde soykırımı için açtığı gruba; İsveçli iç çamaşırı modellerini (manken işte) koruma grubundan 40 yıldır İsrail işgali altındaki Golan tepelerine özgürlük isteyen gruba, İsraile destek grubundan Darfur için 1 milyon facebook üyesinden 1 milyon dolar grubuna, Myanmar'da demokrasi grubundan Kosova'ya bağımsızlık grubuna, Ermeni işgali altındaki Karabağ grubundan Sri Lanka ya korumaya yardım grubuna çok çeşitli yelpazede faaliyetler yürütülmekte.

STOP pkk TERRORISM
41600 kayıtlı destekçisi bulunan bir çalışma grubu. Bu çalışma grubu üyeleri vasıtasıyla, facebook üzerinde pkk lehine faaliyet sürdüren, ebed müddet önderimiz Mustafa Kemal ve zamanımız devlet adamlarını, çeşitli kılıklara sokarak aşağılama maksadı güddüğü tespit edilen pkk isimli grup facebook yönetimine yapılan şikayetler sonucu kapattırılmıştır.
Sadece bununla da kalmıyor, global networkte sözde ermeni soykırımı benzeri uluslararası çalışmalara karşı da faaliyetler bu amaçlar için kurulmuş gruplar ve çalışma grupları aracılığıyla devam ettiriliyor.

Bu tür global ağları kullanarak başımızın belası konularda kendi fikirlerimizi insanlara duyurmak ve derdimizi anlatmak da güzel bir fikir. Bu konuda çalışmalara katkıda bulunan herkese şahsen teşekkür ediyorum ve facebook ta yer alan herkesi bu tür sosyal sorunlar üzerinde çalışan gruplara katılmalarını ve destek vermelerini temenni ederim

Facebook üzerinde ülkemiz lehine faaliyet gösteren çeşitli gruplar (groups) ve çalışma grupları (causes)
The Biggest Lie Ever Told: The Armenian Genocide 12542 üye
Armenian Genocide is a HUGE LİE 5000 üye
Improve Turkish-American Relations, DON'T Recognize The Armenian "Genocide"
Global
International recognition for the Turkish Republic of Northern Cyprus 6500 üye
TÜRK KERKÜK 300

7.10.2007

Terör, nereye kadar? Protestoya çağrı

0 yorum
Allah'tan bu toprak için can veren herkese rahmet, ailelerine sabır diliyorum.

Terör, terör nereye kadar?
DTP'nin yaptığı her yıkıcı açıklamanın/hareketin ardından doğal olarak da ülkemizin bu konudaki söz sahibi kurumlarının başında gelen TSK'nin yaptığı açıklama ve çıkışı takiben, pkk/kadek/kongragel artık başka ne adı varsa bu bölücüler kanlı bilançolarına yeni bir kalem ekliyorlar. Bu terörün milletçe mağduru olduğumuzu birlik içinde dile getirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu düşünce hasebiyle internet üzerinde yer alan bütün kişisel ve kurumsal web sitelerini terörü lanetleyen sloganlarla birlikte en azından milletçe maruz kaldığımız terör eylemleri aleyhinde yazılar bulundurarak bu terör örgütünü ve içten içe bunları siyasi çözüm arıyoruz lafları altında destekleyen DTP'yi protestoya çağırıyorum.
Mehmedim:

6.10.2007

AB hibesini reddeden Şimşirli ahalisi : Var bir çapanoğlu

0 yorum
Haberde yazıldığına göre: Rize'nin İkizdere ilçesine bağlı Şimşirli Köyü için AB fonlarından yararlanarak arıtma tesisi kurmaya yönelik projeye onay almayı başaran İkizdere Kaymakamlığı, köy halkından gelen tepkiyle dumura uğramış.

Televizyondaki haberlerde de seyrettim, köy halkı AB yardımına ihtiyacımız yok. Biz AB ye karşıyız, eğer karşılıksız bir yardım veriyorlarsa bunun altında kesin bir şey vardır diye bu fondan faydalanarak bir ihtiyaçlarının giderilmesine karşı olduklarını belirtiyorlar.

Her fırsatta bizi araların almamak için türlü tevir taklalar atan AB, ülkemizi aralarında görmek istememesine rağmen çeşitli toplumsal fonlarla Türkiye'nin gelişmesine (Özellikle demokratik anlamda) katkı sağlamaya çalışıyor.

Bir yandan bizden kurtulmak isterken bir yandan da ülkemizin toplumsal gelişimine katkı sağlamaya çalışmak için çeşitli fonlardan bazı kurluşların faydalandırılması insanlarda şüphe uyandırıyor.

Buradan hareketle AB ne için, ne kadar, ne sürede fon katkısı sağlıyor bunlara bir göz atmak gerekir diye düşünüyorum.

Bir program ya da proje:
  • AB katılım stratejisinin uygulanmasına katkıda bulunmak
  • Ülkemiz tarafından hazırlanan "Ulusal Programda" belirtilen alanları destekleyici nitelikte ya da bu alanlarla ilgili olmak
  • Ülkemizdeki yasaların AB müktesebatına uyum sürecine katkıda bulunmak

amaçlarına hizmet ediyorsa AB tarafından destekleniyor. Bu ilkeler çerçevesinde sunulan projeler hakkındaki son kararı AB Genel Sekreterliği ve Avrupa Komisyonu veriyor, bu kararlar ayrıca AB üyelerinin onayından geçiyor.

Açık topluluk ve ajans programları adı altında gerekli şartları taşıyan kuruluşlara fon yardımı verilebiliyor. bu programlara dahil olabilmek için Türkiye'nin her katılımcı ülke gibi yıllık aidat ödemesi gerekiyor. AB komisyonu tarafından ülkemize her yıl verilen yardımların bir bölümü, bu aidatları ödeyebilmesi için ayrılıyor.

Topluluk programlarında:

  • Araştırma
  • Sağlık
  • İstihdam ve Sosyal İşler
    1. Ayrımcılıkla mücadele
    2. Kadın erkek eşitliği
    3. Toplumsal dışlanmayla mücadele
    4. İstihdam alanında teşvik edici önlemler
  • Teknik İşbirliği
  • Eğitim
  • Çevre
  • Girişimcilik
  • Bilgi Toplumu gibi alanlardaki faaliyetler destekleniyor

Bu konularla ilgili ayrıntılı bilgilere AB Türkiye Delegasyonunun sitesinden ulaşılabilir. Ülkemizin özellikle ekonomik ve yaşam şartları konusunda epey yol katetmesi gerekliliği göz önüne alınınca toplum faydası gözetmek konusunda AB tarafından sunulan imkanların duygusal davranılarak ret edilmemesi tarftarıyım. Bu sebeple Şimşirli Köyü halkının bu konuda ikna edilerek sağlanan destekten faydalanmalarının sağlanması gerektiğini düşünüyorum. Ülke genelinde olduğu gibi Karadeniz halkının milliyetçiliğinin sorgulanmasından ziyade duygusal yaklaşımların bertaraf edilmesi gerekliliğini savunuyorum. Bence toplumun refahı konusunda her yol mübahtır.

AB fonları konusunda bende rahatsızlık uyandıran en önemli konu Sosyal İşler alanında sağlanan destekler. Çünkü bu destekler ayrımcılığın giderilmesi konusunun gündeme getirilmesi ve bertaraf edilmesi hususunda sağlanmasına rağmen bazı kuruluşlar tarafından özellikle Türk Milliyetçiliği'nin baltalanması ve bölücü unsurlar lehinde kullanılarak toplumsal bütünlüğün çözülmesi yönünde kullanıldığı ortada.

AB'ye siyasi ve ekonomik olarak bütünleşme konusunda karşıyım. Halkımız adına AB tarafından sağlanacak her türlü imkandan (İnsan hakları, yaşam kalitesi, hukuki eşitlik vb) faydalanılmasına taraftarım.

4.10.2007

Sanal dünyanın naylon gerçekleri

0 yorum
ilustrasyon : aksiyon.com.tritiraf.com ön ayak olmuştu bu tür heyecanlara ilk olarak yanlış hatırlamıyorsam, artık katılımcılarının itiraf edecek birşeyleri kalmadığı sırada. Bir nevi kurtarıcısı da olmuştu denebilir itiraf.com için. Neden söz ettiğimi izah edeyim, televizyon dizilerinde seyircilerin tespit ettikleri yanlışlar(!).
Örnek : Bir sahnede arabanın plakası, hemen ardından gelen başka bir sahneden farklıymış. Uyanık seyirci de artık gözlerini iyice açmış ve dizilerde bu tür ihmal(!)lerin izini sürmeye başlamış. Niye? Biz seyirciler salak mıymışız?(Nasıl bir kelime oldu ben çözemedim ama siz anladınız onu) Veya ertelenen bir duruşma tarihi pazar gününe geliyormuş, olabilir mi bu kadar terbiyesizlik? Siz nasıl yapımcısınız, sizin aklınıza gelmez mi bir aklı evvelin dizideki duruşma tarihini merak edip takvime bakacağı? Gerçek dünyayla tv dünyası arasındaki farkı anlamayacak kadar salak olduğumuzu bilmiyor musunuz?


Seyirci "biri bizi gözetliyor" buhranını senelerdir üzerinden atamadı. Yapımcılar, bir dünya aile kavgasını gerçek zamanlı ekranlara yansıttılar ve seyircinin artık komşusu durumuna getirdiler ekrandakileri. Tamam, okuma yazma bilmez, tvden kendini alamaz insanlar bunun ayırdına varamıyorlar cehaletten.

E peki tv eleştirmeni, okumuş yazmış, yalamış yutmuş insanlar size n'oluyor? Sizde mi gerçek dünyayla ekranın arasındaki farkı ayırtedemeyecek raddeye geldiniz? Hakimin dizide ertelediği duruşma tarihinde bakırköy adliyesine gidip davayı mı seyredeceksiniz, size ne tarihin hangi güne geldiğinden? Güzel ve aydın, nur-u pak insanlar bari siz yapmayın bunları ya?

Öldürülen Çakır için, helva döküp mevlid okutan halkı sanala kapılmakla yargılarken şimdi sizlerin yaptığının ne farkı var bundan?


Ekranlarda mevcut yapımlarda sosyal hayattaki pratikleri etkileyecek yanlışlar yapılmıyor değil.

Örnek: Annem dizisinde kız, dayısının evine kaçınca, annesi kayboldu diye birkaç saat içinde polise gitti ve polis kızı aramak için işlem başlattı. Bildiğim kadarı ile kayıplarda 24 saat geçmeden hiç bir işlem yapılamıyor. (Leyla A.)

Önemli olan bunları göz önüne serip yapılan yanlışların tekrarını engelleyebilmek. Mesela "Hatırla Sevgili" de atmışlardaki olayları anlatırken ortadaki çocuk için tutar da DNA testini filme sokarsan olmaz elbette. Yoksa arabanın plakası farklıydı, tabaktaki yemeği zaten yemişti, üzerinde ceket vardı gibi dekoratif durumlara takılıp kalmak sizin gibi insanlara yakışmıyor.

3.10.2007

Facebook, o da ne?

0 yorum
Tam internetteki deryadan elimi ayağımı çekip, birbir şifresini hatırladığım üyelikleri iptal etme ve ortadan kaldırma aşamasına girmişken gelen kutuma düşen, İzmir'den İsmet Abi'nin facebook a çağrı (Kurtuluşa çağrı gibi oldu, neyse) mesajını gördüm. İlk başta silmedim tabi hele bir dursun dedim. Bir zaman sonra facebook tutukusu blogları gazetelerinin teknoloji köşelerini sarınca ben de cazibesine kayıtsız kalamadım. Davete icabet edip üye oluverdim. Üye oldum da başım göğe mi erdi? Hayır. Baktım, baktım genelde blog dünyasında ve forum cemaatlerinde mevzu bahis olan ne varsa bir anda yığılıvermiş facebooka. Sanki adamlar bizimkilerin bu akınını öngörüp de yapmışlar projeyi. İlgimi çeken tek konu bazı internet sitelerine de konu olan seksenlerde varolmuş olmanın dayanılmaz hafifliği oldu. Bir iki gün yazılanlara takıldım ben de bir şeyler yazmadım değil. Sanki daha evvel taşınmış mahalle arkadaşlarımla bir masa başında sohbet ediyormuşum hissi verdi ilk başta, sonrası bildik bunalım tabiki. Geçmişe özlem ve bir anlık hasret giderme ardından sıkılmaya başladım. Facebooktaki bu geçmişe hasret sevdamızdan da kendisine görev çıkaran kimi yazarların olduğunu gördüm gazetelerde. Facebooktaki bu seksenler sevdasından esinlenip yazı döken yazarstarlara da rastladım tabi ki. (Gazeteport'un yazara aranıyor- benim deyimimle yazarstar- yarışması benim için güzel bir zaman geçirme aracı oldu itiraf edeyim. Geleneksel köşe yazarlığı eğilimden farklı nadir yazılar yer alıyor, bunları bulmak da bir şans meselesi o kadar yazı içinden)

Bu mecrayı çözüp de çeşitli uygulamalarına dahil olmuş şahsiyetler facebookun özünü yakalayamadığımı iddia edebilirler. Uygulamalarına baktım; oyunlar, fal, günü çıtır vs çeşitli şeyler. Kendi profil sayfana ekleyip arkadaş grubunla paylaşabildiğin aktiviteler. nebilim şimdi uyuyor, nebilim işte gibi çeşitli durumsal bildirimler. Çok da sosyal bir varlık olmadığımdan kendi adıma birşeyler bulamadım. Nasıl olsa nebilim.net bana yetiyor; demek istedikleri diyorum, göstermek istediklerimi gösteriyorum vs vs. Ee ben ne anlarım trendden mrendden, facebook gibi bir nimet üzerinde nerede ne zaman ne halt ettiğimi, nereleri gezip tozduğumu, sanal olarak arkadaşlarıma bira ısmarladığımı, videolarımı, müziklerimi yayınladığımı insanlara duyurmak gibi imkanlardan faydalanmamışsam. Sezarın hakkı sezara; internet üzerindeki farklı sitelerin sunduğu hizmetleri bir araya toplayan tek bir üyelikle bütün bunları kullanıcısına sunmayı başarabilen fevkalade bir sistem. Ama bana göre değil o başka. Zaman geçirmek için muhteşem bir ortam. Belki farklı amaçlarla kullanabilecek müstesna şahsiyetler çıkınca daha da eğlenceli olabilir. bu yönden Tuncay Özkan'ın işine yarayabilir görünüyor, hazır bizkackisiyiz ciler de orada örgütlenivermiş. Koy gruba şu gün şurada toplanıyoruz diye bi event (eylem) tamam bütün(!) grup üyeleri o zaman orada. Veya akp teşkilatı da benzer bir çalışmayı facebook üzerinden yapabilir; siz o kadarsanız biz de bu kadarız diye. Bu tür konularda faydasıolacağı kanısındayım.


İşin asıl güzel yanı gazetelerin teknoloji eklerine ve köşe taşlarına-pardon köşe yazarlarına- bu buhranlı zamanda yazacak farklı bir konu sunmuş olması. Asrın icadı, geleceğin yaşam biçimi gibi bir sürü zırva. Ulusal gazetelerde her gün bir yazar bu konudan bahsediyor, aynı gazetenin yazarları - anlaşmalı mı bilmiyorum- gün aşırı yazılarına konu ediyor. (Bir kaç örnek) Yazarstarın yeni etabında dahi hiç yoksa en az dört tane bu konuyla ilgili makale gördüm.

Nebilim ya, bu da bir tür toplumsal hastalık gibi geliyor bana, aynı kaza veya belediye kazısı olan bir yere civardaki bütün halkın toplanması gibi bir şey. second life da böyle bir akından nasibini almıştı. Pireyi deve yapıyoruz her konuda. Facebook'tan son bir haber, microsoft %5 gibi bir hissesine 400 milyon dolar gibi bir meblağ ödemeye hazırmış.

Sola geçtim baba!

0 yorum
Eminim, babam yazdığım bu başlığı okusa ağzından çıkacak laf şöyle olurdu: İyi bok yedin eşşoğlu eşşek! Ama ne yapabilirim baba mecbur kaldım, sağda takat kalmadı. Yerinden oynamıyor yaşadığı acıdan dolayı. Bu acı işe yaramasını da engelliyor. Bu zamana kadar çok mu işe yaradı? Şüphesiz. Belki çok olmadı ama sağ yoruldu artık alarm veriyor o yüzden sağı ıskartaya çıkardım bir süreliğine. Bir süreliğine ne demek? Bu işin bir süreliğinesi mi olur?
Olur, olur hem de bal gibi olur. Mecbur kalırsan öyle bir olur ki sen bile şaşarsın. Solda işler oldukça yavaş yürüyor ama bitmiş sağın iş yapmamasındansa az da olsa çalışan bir sol yeğdir.

Yukarıdaki paragrafı okuyunca ilk aklınıza gelen, ideolojik olarak sola yönelen bir kişi portresi olabilir. Ama inanın hiç alakası yok. Senelerdir fare sırtında imleç kovalamaktan bitap düşen sağ kolum alarm vermeye başladı. Bana yaşattığı büyük acılar neticesinde bir süre sağ elimi ve kolumu fare kullanmaktan men ettim ve farenin dizginlerini sol elime bıraktım. Dedim ya işleyemeyn sağdansa az ileyen sol yeğdir diye. Kendimi bildim bileli her işte kullandığım sağ kolumu bir süre ortamdan uzaklaştırmak yaptığım işlerde beni peyce yavaşlattı. Yapacak bir şey yok, sola devam.

Bir gün boyunca bu tür işlerde hiç kullanmadığım sol elimde fareyi kullandım. İlk başlarda yönelim bakımından zorluklar yaşadıysam da saatler ilerledikçe solumla kaynaştım. Sağ kadar hızlı olmasa da rahatlıkla sol elimle fareyi kullanabiliyorum. Hem beyin üzerine çalışmalar yapan bilim insanları sağlak olan insanların gerçekteştirdikleri eylemlerde sol uzuvlarını da çalıştırmalarının rutine alışan beyni farklı bir şekilde algılamaya yönelttiğinden dolayı beynin çalışma verimini de arttırdığını söylüyorlar bu tür faaliyetlerin. Şu dünyanın en akıllı insanı olan şahıs (adını şimdi hatırlayamadım googlea da gidemem şimdi) kitaplarında; sağ elle tersten yazma ve sol elle yazma çalışmaları öneriyor,askerde bir süre denemiştim. Bakalım, göreceğiz. Hız konusundaki sorunu da çözdükten sonra sağ elime ve koluma uzun süreli ücretsiz izin verebilirim, belli mi olur?

Başlığın ardından gelen bu açıklamayla babam, başta söylediğine ek olarakşöyle diyecektir : Hep diyorum eşşoğlu eşşek bir gün bilgisayar başında felç geçirip kalacaksın. O zaman msn den söylersin de bir cankurtaran çağırırlar belki

2.10.2007

Sigarayı bırakma yöntemi v.21.5

1 yorum

Şöyle bir ardıma dönüp bakıyorum; bu zamana kadar sigara içmeye devam etmeme sebep olan ilk nefesi bu zıkkımdan çekmemin üzerinden hemen hemen 7 sene geçmiş. Babamı sigarayı bırakmaya zorladğım zamanlar aklıma geliyor da bu denli tiryaki olacağımı tahmin etmeme sebep olacak herhangi bir olay gelmiyor aklıma.
Son senelerde artırmamla birlikte bir çok defa bırakmaya niyetlendim fakat bir türlü başarılı olamadım. Bir hafta falan içmemeyi başardım ama bir nefes alma arzusuna yenik düşüp devamını getiremediğim çok oldu. Gazetelerde, dergilerde yazan bir çok yöntemi denedim; birden bırakma, azaltarak bırakma vs. Ama yok doğrudan irade meselesi olduğuna kanaat getirdim. İçimden bir parça bu zıkkımı bırakmaya yanaşmıyor.

Askerde özellikle genel kurmayın sigara içicilerini sigaradan uzaklaştırma çalışmaları uzun süre devam ediyormuş. Bu çalışmaya askerlik görevini yaparken ben de dahil oldum. En çok kullanılan yöntem, sigaranın iç organlarda meydana getirdiği zararları ve bunların neticesinde çeşitli uzuvlarını kaybeden insanları insanların gözüne sokmak. Hemen hemen her hafta bu tür filmleri seyretmek zorunda kalırdık, görevimden dolayı çoğu kez bunları seyretmekten kaçabilmiş olsamda bu gösterimin ardından verilen molalar genelde sigara eşliğinde geçiştirilirdi. İnsanın göğsünün içinde bir curuf olduğunu bilerek yaşaması hiç de keyif verici bir durum değil.
Bu durumun en kötü yanı sigaranın zararlarını bir doktordan bile daha iyi bilerek (bizzat içen tarafından zararları görüldüğü için) bu zıkkıma devam etmekten insanın kendini alamaması.

Son zamanlarda, askerlik sürecim de dahil sol koltuk altımdan başlayıp parmak uçlarıma kadar vuran dayanılması imkansız bir çok ağrıyı kuvvetli ağrı kesiciler sayesinde atlattım. Halen daha zaman zaman vuruyor bu tür ağrılar, gün geçtikçe korkutucu olmaya başladı. Bu yüzden ben de bırakma girişimlerini artırdım. Özellikle ramazanı fırsat bilerek eski yöntemlerle bırakmaya çalışıyorum. Akupunktur ve diğer yöntemlerin doğrudan irade destekli olduğundan bende faydalı olmayacağı inancında olduğumdan kendimce yeni bir teknik buldum. Bir de bir şey itiraf edeyim, televizyondaki sigara karşıtı her haberi, sigara içilen her görüntüyü görünce sigara yakma konusunda kendime engel olamıyorum. Yavaş yavaş bırakma gibi görünse de aslında, o içimde sigaradan ayrılmayı bir türlü kabullenemeyen parçayı aldatmaya yönelik bir çalışma. Bir haftadır canım sigara içmek istediğinde yakacağım sigaranın ucundan büyükçe bir parça koparıp kalan parçayı yakarak kullanma isteiğimi bir nebze de olsa dizginleyebildiğimi farkettim. Orucun da vesilesiyle bu yöntem sayesinde ramazan bayramına kalmadan bırakmış olacağımı tahmin ediyorum. Buna destek olarak bilgisayar başında geçirdiğim vakti de o nispette azaltmam gerekiyor. İş vesilesiyle yaklaşık sekiz saatten kurtulmak pek mümkün değil ama en azından mesai sonrasında bilgisayardan uzak kalmamım bu konuda da çok faydalı olacağını düşünüyorum. Yapılan çeşitli araştırmalar, bilgisayar başında geçirilen sürede kullanılan sigara miktarının azami düzeye çıktığını kanıtlamış toplumsal olarak.

Bu yazıyı okurken sigara kullananların aklına sigara içme arzusunun geldiğine kalıbımı basarım :)
Bence sigarayı bırakmaya girişmeden önce yapılması gerekenlerden en temel olanları

  • İş ortamında sigara içilmesinin azgari düzeye indirilmesi.
  • Bilgisayar karşısında geçirilen sürenin azaltılması. İşten başka bir şey düşünmeye fırsat vermeyecek görevleri üstlenme. Beyni oyalama açısından.
  • Evde yalnız kalmamak ve televizyon başında vakit geçirmemek.
  • Sigara yakılmadan önce büyük bir miktarını kırarak, beyni ve vücudu alınacak asgari sigara nefesiyle sigara içildiğine inandırmak.

    Ben bu şekilde olumlu sonuçlar alıyorum, sigarayı bırakmak isteyip de başaramayacağını düşününlere tavsiye olunur.
  • Gazeteport e-posta adresimi engellemiş :)

    3 yorum
    Evet evet aynen öyle, gazeteport benim e-posta adresimi engellemiş yada şöyle diyeyim,e-posta adresimi banlamış.

    Gazeteportun sitesi üzerinden bir yazara yorum yapmak istedim, adımı girdim, e-posta adresimi girdim, yorumum girdim ve yorum ekle dedim. Nınınının uyarı mesajı e-posta adresi geçersiz. Allah allah dedim, hotmaili kabul etmiyor mu bunlar beleşçiler kabilinden, yoo öyle de değil. Başka bir hotmail e-posta adresiyle pekala aynı yorumu gönderdim ne isim ne de yorum değişikliği yapmadan.

    Halbu ki o kadar da ciddiye alınır şeyler yazmamıştım Sanem Güven'e yorum olarak.
    Sadece yarışmadan çekildiğini yazdıktan sonra nebilim.net te yazılarını görmekten keyif duyacağımı söylemiştim.

    Acaba diyorum; şu yazarstarlıkla ilgili Sanem Güven'e yazdığım yorumla ilgili olarak birşeylerden işkillenip de mi engellediler adresimi! Yok canım bu devirde sadece bir e-posta adresini engelleyerek yazarlarına erişimi mi sınırlayamayacaklarını bilmeyecek kadar salak olamazlar heralde. Baksanıza, oylamalarla ilgili yapılan usulsüzlükleri ortaya çıkarabildikleri en son teknolojiye sahipler, elbette olamazlar. Ama işkillendim ve üzüldüm.

    Bu aralar bana karşı sansür ve uzaklaştırma çalışmaları seziyorum çeşitli yerlerden ama dur bakalım. Bir kapıyı kapayan diğerini açar demişler.

    Barış, anlayış da bir yere kadar artık!

    0 yorum
    Sen tut, dağda eşkıyalık yapan, kente inip dehşet saçan terörist köpekleri bu topraklardan temizlemeye and içmiş bu emele baş koymuş bir orduya, dokuz tane gence karşı bir taburu sürmek mi kahramanlık diye eleştiri de bulun!
    E be adiler, o dağdaki dokuz çocuk dediğiniz kanı bozuklar, yemek vakti karakola bomba yüklü kamyonla girerlerken, nöbetteki mehmetçiğe kurşun sıkarken pek bi kahramandılar değil mi sizin için? Bir tabur askerin dağlarda yoketmek için uğraştığı, masum(!) dokuz çocuk(!) diye tabir ettiğiniz köpekten de aşağı yaratıklar daha iki gün önce on iki kişiyi taşıyan dolmuşu havaya uçurmadı mı?
    Neymiş, suç devletteymiş! Devlet ne yapacak, ağalarınızın isteği üzerine devletin dilini Türkçe'den başka bir dil olarak olarak mı tanımlayacak? Yoksa ayyıldızlı bayrağı indirip yerine kadekin paçavrasını mı asacak siz sevgili masum teröristleri dağdan indirmek için. Has... in ordan!

    Ya şu Almanya'nın yeşermiş eski kaşarı Roth hazretlerine ne demeli? Genelkurmay Başkanımız barışın önünü tıkıyormuş.
    Büyükanıt ne demiş de bu kaşarın bitleri oynamış bakalım:

    Terör örgütünün Ankara’da destekçileri olduğunu belirterek DTP’lileri kastetmiş
    ve “Teröriste ‘kardeşim’, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne 'bölücü' diyen bir
    zihniyetle karşı karşıyayız. Demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye
    Cumhuriyeti bu sorunu hukuk içinde çözmek zorundadır. Bu kişilerden biri 'Biz
    PKK'ya terör örgütü diyemeyiz. Terör örgütü dersek biz sizleşiriz' diyor.
    ederken ülkenin başkentinde bu tarz konuşmaların olması çok hazindir ve tedbir
    alınması gerekir. Terörle mücadelesinde on binlerce asker ve vatandaşını teröre
    kurban veren hiçbir ülke böyle bir zaafiyetin içine düşmemiştir'


    Elbette öyle diyecek Büyükanıt, sayın kaşar hazretleri. Teröristi kardeşim diyerek savunan, halkın huzuruna kasteden terörle mücadele eden orduyu bölücülük gibi saçma bir şeyle suçlayan, pkk/kadek destekçisi, meclise siyaset yapmak için girdik diyen sözüm ona siyasetçi posteşkıyalık mertebesine erişmiş insanlara başka ne cevap verecekti?

    Allah için şunu çok merak ediyorum; her zaman pkk/kadek le arasına mesafe koyarak adamları desteklemeyi başaran bu dtpliler gerçekten devletten ne istiyorlar. Hiç sağa sola bulaşmadan, yokuşa vurmadan net bir şekilde söyleyiverseler. Ama söyleyemezler öyle birşeyi çünkü ortada sorun olan bir şey yok bariz çözüm isteyerek dağdaki terörü biterebilecek bir vaadde bulunmak için.
    O köpekler dağda bunlar mecliste bölgenin huzursuzluğunun devamını sağlayarak ABD, Barzani, Talabaninin ceplerini doldurmasını sağlamaktan yorulmadılar. Bir gün gelecek ABD Saddam gibi bunları da darağacında sallandıracak ama temennim, o zaman memleketimiz toprakları dahilindeki bu köpeklerin Barzani ve Talabanin eteğinde o darağacında sallandığını görmek, temiz olur en azından ABD elinden.

    1.10.2007

    30 yıllık amatör fotoğraf sanatçısı

    0 yorum
    Blog işine girdiğimden beri kendimi kaptırdığımdan farklı bir şey yapacağım. Politika ve siyasetle alakalı bir şeyler yazmayacağım. Bugün bu siteye bilerek veya hasbel kader düşmüş siz saygıdeğer insanlara bir şahsiyeti tanıtacağım.

    O, bir amatör fotoğrafçı.
    O, bir gazeteci.
    O, bir çılgın.
    O, kızdırılması en keyifli adam.
    O, benim dünyaya gelmemden dolayı bin pişmanlık yaşayan insan.
    O, aşiretlerin kralı.
    O, obaların hakanı.
    Tanıyan herkesin "Amca size baba diyebilir miyim?" demek için tutuşacağı müstesna şahsiyet. En son çalışmasıyla internet dünyasıyla buluşturuyorum onu. Guinnes Rekor Denemesi olan çalışması, 44 metre bilmem kaç cmlik kronolojik resimli Sakarya tarihi.

    Çalışmasının guinnesten olumsuz cevapla dönmesine inat o bu 44 metrelik çalışmayı uzatmaya devam ediyor. Ben İstanbul'da yaşarken telefonla arayıp da "böyle bir çalışma yapıyorum" dediğinde yapacağına imkan dahi vermediğim çalışmayı tamamladı şimdi de devam ettirme hadefinde. Nebilim gün olur da karşılaşırsanız, hemen uzaklaşın bence sizi evlat edinmeye falan kalkabilir baştan söyleyeyim.

    Bendeki de akıl yani babamı öveyim derken suyunu çıkarmışım bir de adres vermeyi unutmuşum. İşte kendisine açtığımız blogu