Kısa dalga yayın

24.05.2008

Çocukları peynir diye kandırmayın bari!!!

1 yorum
Yumuşacık, ekmeğe sürülür, çocuklarınız keyifle yer...

Yok canım!
Peynir diye çoluk çocuğu kandırıyorlar krem peynir adıyla. Burdan günümüz çocuklarına sesleniyorum:
Çocuklar o sizin ekmeğinize, yumuşacık sürdüğünüz şey peynir değil. Ananız, babanız (kendileri de dahil) sizi kandırıyorlar. O peynir diye yutturdukları şey var safi yağ. Yani peynir değil! Paketinde yazan içindekiler kısmında bir peynir lafı geçiyor ama muhteviyatın ne kadarı peynir ve nasıl peynir onla ilgili hiçbir bilgi yok. Eritme yağı size (Afedersizin ama) kakalıyorlar. Niye böyle dediğimi, eğer ana babanızı kandırır da bir marketin peynir bölümüne veya sırf peynirciye götürebilirseniz, o peynirlerin tadını aldıktan sonra anlayacaksınız. Hatta bana teşekkür bile edeceksiniz.

Neymiş ekmek diliminin üzerine sürülmüyormuş. Asıl siz peynir yemeyi bilmiyorsunuz. Ekmeğin üzerine en keyifle sürülebilen mis gibi süt kokulu (öyle bitkisel yağ kokusu değil) tam yağlı peyaz peynirdir.

Geri kalan peynirleri, asortik bir aileye sahipseniz dilim dilim çatallayıp yersiniz ama o tel tel civil peynirin o şekilde tadına varamayı bırakın yiyemezsiniz bile.
Alacaksınız bütün ekmeği önce ikiye, onu da ikiye bölüp çeyrek ekmeğin arasını açacaksınız ve mevcut peyniri dolduracaksınız o ekmeğin arasına. İşte peynirin öyle tadı çıkar. Hele bir de çeyrek ekmeğe peyniri koymadan önce tereyağıyla kucaklaştırırsanız değmeyin tadına.

Beni dinleyin, krem peynirin veya gerçek adıyla eritme yağın oyununa gelmeyin.
Civil, otlu, Erzincan, tulum, eski kaşar (öyle vakumlanmış safi eritme yağ olan kaşardan bahsetmiyorum Kars veya Erzurum kaşarı olacak) daha envai türde peynirin tadına bakmadan eritme yağlarla çocukluğunuzu ziyan edip de ben peynir yedim demeyin.

Yetişkinler, buradan size de seslenmek istiyorum: Çocuklarınıza gerçek peyniri tattırın, eritme yağlarla çocukları kandırmayın.Gün olur, gerçek peynirin tadına bakar, ondan sonra hesabını veremezsiniz.

Milli takım fantezi marşı

0 yorum
Gülben ERGEN ve Ege ÇUBUKÇU'nun seslendirdiği ve Taşkın SABAH'ın düzenlediği milli takıma destek şarkısı tv ekranlarında milli takımın yeni marşı diye duyurulunca dumura uğradım. Marş mı, şarkı mı? Gerçi pek de bir anlamı yok benim için, fantezi müziğin reple harmanlamaya çalışılıp marş ezgileri eşliğinde ortaya çıkmış ucube bir çalışma olmuş.

İçimde en ufak bir heyecana sebep olduysa ne olayım! Cumhuriyetin 85. yılında dahi 10.yıl marşıyla meydanlarda yürüyen bizim gibi başka bir milletin olmadığı dünyada bu durumu da garipsememek gerek.

O kadar konservatuar, musiki cemiyeti ve verdiği o kadar mezun varken müzikte bu kadar kıtlık yaşamamız da bir başka acınası durum. Athena'nın hazırlamış olduğu 12 Dev Adam benim yaşadığım ve bildiğim devirde ortaya çıkmış en iyi eser.

Bir de sırası gelmişken 19 Mayıs kutlamaları esnasında FOx Tv'de yayımlanan Arka Sıradakiler isimli dizi filmin oyuncularının seslendirdiği bir çalışma vardı. Sözler pek oturaklı olmasa da müziği güzeldi en azından 75.yıl marşından.

Bazen düşünüyorum: Acaba bu kadar konservatuar bu kadar ileri görüşlü bir düşünceyle açılmış olabilir mi? İleri görüşlü dediysem ümitlenmeyin hemen, ulusal ve yerel ekranlardaki popstar, hop star yarışmalarından bahsediyorum. Yarışmacılara bakarsanız çoğunluk ya konservatuar ya da musiki cemiyeti çıkışlı. İşte bu ileri görüşlülükten bahsediyorum. Zamanında bu yarışmaların patlaması öngörülmüş olup bunlara yarışmacı yetiştirmek amacıyla kurumlar teşkil edilmiştir heralde!!!

20.05.2008

Beynimdeki mitingler...

0 yorum
Bütün ordularım dağıtılmış, bütün tersanelerime girilmiş ve beynimin her köşesi bilfiil işgal edilmiş hissediyorum. IV.Tayyeap sayesinde hayatımda hiç hissetmediğim kadar kuşatılmışlık hissini yaşadım bugün. Bütün bunlara baş eğip teslim olmak üzereydim ki damarlarımdaki tezahüratlar ve beynimdeki "biz çok kişiyiz" mitinglerinde atılan sloganlar sayesinde direncimi koruyabildim.

Beynimdeki tarifsiz kalabalığın tertiplediği mitingde "sigara iç!" sloganları hiç susmadı ve ben de bu coşkuya kendimi kaptırıp yasaklara yenik düşmedim. Belki mekan olarak karşı koyamadım ama fikir olarak tamamen karşı çıktım ve eylemlerime de devam ettim IV.Tayyeap'e karşı.

Şimdilik öfkemi dile getirmekte kelimeler kifayetsiz, argo dışında. Bu yasanın meclisten geçmesine olur veren bütün dimağlara içimden küfürler savuruyorum şimdilik. İnan olsun eğer bu baskılar galip gelir de bu illetten kurtulursam IV.Tayyeap' e bir teşekkür mektubu yazacağım ve sigara içenlerin amansız düşmanı olacağım.

Bu yasağın ardındaki sebepler konusunda çeşitli endişeler taşımakla birlikte bu endişeleri aşmak için gereken istatistik araştırmasına hiç mecalim yok. Ülkemiz tütün üretiminden geçimi sağlayanların hali geliyor gözlerimin önüne! Düşünsenize tütün mamülleri tüketenlerin sayısında 1/3 lik bir azalma olursa bu tütün üreticilerine nasıl yansıyacak, kaç bin kişi acaba tütüne umut bağlayanlar?

Tütünü işleyene dert değil ki, zaten talep düşmüş, tütün alım fiyatları taban yapacak ama piyasada talep düştüğünden bu sefer tütün bababaları sattıkları paket başına fiyatları arttıracaklar. Olan yine tütün üreticisine olacak. Çok mu direniyorlar fiyatta? Ver elini ithalat, topunun köküne kibrit suyu, yaşasın vahşi gapitalizm! Olan yine tütün üreticisine olacak...

Neyse, boşver! Ben bilmem böyükler bilir.

Tabakamdan dışarı bir cigara efkarı
Duman duman tütünce
Zeybeğime kastetmiş bir zaliin silahı
düz ovaya inince

Hep bu anı beklemiştim!

5 yorum
-6645,merkez! 6689!
-6689 dinlemede, tamam!
-Hız sınırı ihlali, bir uçan tabut size doğru geliyor! Plakayı veriyorum!
-Anlaşıldı, tamam!
-06 Bir sen Bir ben bir de Bebek ...
-Alındı. Tamam!

-Duydun Necmi, şu tabut toprağa girmeden tekerlerini yere bastıralım.
-Tamam Rıfkı!
-Bu değil. Bu değil. Bu da değil. Hah işte uçan tabut göründü. Ben çeviriyorum.

Rıfkı yolun ortasına doğru çıkmış elinde telsiziyle, kendilerine doğru olanca süratiyle gelmekte olan cipe sağa yanaşmasını işaret ediyordu. Yolun sağına çeken cipe yaklaşıp, camı açan şöföre:
-İyi günler beyefendi!
-Ne iyi günü memur bey benim acelem var
-Sürat ihlalinden radara yakalandınız, ehliyet ve ruhsatınız lütfen!
-Ve siz beni durdurup zamanımı alıyorsunuz!
-Beyefendi Müslüm Baba'nın bir dizesi var bilir misiniz?
-Ne Müslüm Baba'sı? Ben, zamanım yok diyorum siz müslümden babadan söz ediyorsunuz?
-Tamam işte ben de tam onu diyorum. Şöyle diyor: Zaman aleyhimizde vakit geçiyor. Her geçen gün kayıp, ömür yetmiyor. Siz de bir an evvel evraklarınızı vererek zamandan kazanın isterim.
-Memur Bey! Benim derdim başımdan aşkın siz nelerle uğraşıyorsunuz?
-Dert dediğiniz nedir ki beyefendi?
-Başlatma derdine! Sen benim kim olduğumu biliyor musun?
-Dert sizin, başlatan ben değilim. Derdinize derman olmadan önce Hayko Cepkin ne demiş bir kulak vermek lazım, size söyleyeyim: Altı üstü beş metreydi dertlerinin birikimi. Nasıl? Müthiş bir tabir değil mi? İsterseniz şarkı olarak devamını da söylemek isterdim fakat zamanınızı almak istemem.
Uçan tabutun içindeki şık giyimli ve kodaman tipli adam, Rıfkı'nın tavrından oldukça rahatsız olmuş ve sabır çekmekle beraber nüfuzunun baskını hissettirmeyi iyice kafasına takmıştı. Cipinden inip Rıfkı'nın karşısına dikildi:
-Bana baksana! Sen beni tanımıyorsun ve zamanımı çalıyorsun buna pişman olabilirsin.
Rıfkı, adamın bu tavrına oldukça sinirlendi ama neşeli tavrını koruyarak:
-Beyefendi! Kuralları ihlal ediyorsunuz ve üstüne üstlük bir de görevimi yapmama engel oluyorsunuz. Dertlerinizle beraber beş metreye sarılıp, aleyhinize de olsa geçmekte olan zamanınızı temelli kaybetmemeniz için koyulmuş bu kurallar.
Adam Rıfkı'nın ukala tavrından sıkılmıştı. Rıfkı'nın üstüne giderek:
-Bana baksana sen, fazla oldun artık! Bu yaptığına pişman olacaksın. Kendine haritadan bir yer beğen!
Rıfkı, Necmi'ye dönerek:
-Necmi koş lan! Hayatımda hep bu anı bekledim, diyerek iç cebinden bir harita çıkardı ve adamın cipinin üzerine serdi ve adama dönerek:
- Dedim ya, hayatımda hep bu anı bekledim diye. Bu haritayı onun için taşıyorum yanımda, diyerek parmağıyla haritada bir noktayı işaret etti ve diğer cebinden de bir kalem çıkardı.
Rıfkı'nın cebinden çıkardığı bir Amerika haritasıydı.
-İşte harita! Bakın beyefendi, burası Miami. Müthiş kumsalları ve kızları var. Şööööyle kalemle işaretliyorum. Şu adım, şu da sicilim. Buraya yazdım, diyerek haritayı tekrar eline aldı. Katladı ve adamın kaliteli, şık ceketinin iç cebine sokuşturdu sonra da:
-Harita meselesini böylece hallettikten sonra uzatmadan şu ehliyet ve ruhsatı verin, lütfen!

15.05.2008

Devrim yapamayan profesyonel devrimci

0 yorum
ATV'deki "Hatırla Sevgili" isimli dizi sayesinde ülke gündemine girip yeniden abide bir şahsiyete dönüştürme girişiminde bulunulan bir isim Deniz Gezmiş.

Zamanında mevcut yasalara göre adam kaçırma, banka soygunu ve anayasayı değiştirme, bozma ortadan kaldırma suçlarına iştirak etmiştir.

Neticede suçludur. Cezası hukukçuların sorunu. Bence idamı haketmişlerdir. Türk töresi onu gerektirir. Mevcut devlet düzenini bozmaya teşebbüs eden ölümü haketmiştir çünkü devlet oyuncak değildir. Geçmişteki devlet geleneğinde devletin bekası için kardeşin katli bile göze alınmıştır.
Eğer başarılı olsalardı mevcut düzeni ortadan kaldırıp kendi işledikleri suçları meşru hale getiren bir düzen kuracakları aşikar yoksa niye devrim yapsınlar değil mi?
Askeri ihtilaller bile aynı durumdadırlar; başarısız olurlarsa ihtilale kalkışanlar suçlu olurlar, başarırsalar kendi düzenlerini kurar meşruiyetlerini ilan ederler.

Şimdi bir suçlu için müze oluşturuluyor, anma toplantıları yapılıyor, portreleri gururla ellerde taşınıyor, evlere sokaklara asılıyor. Yani bir suçlu alenen övülüp yüceltiliyor.

Şimdi aklıma şöyle bir şey geldi: Bölücü örgüt başı için yapılan gösteriler, taşınan portreler, paçavralar suç oluşturuyor da suçu sabit bir suçluya yönelik bu davranışlara neden müsaade ediliyor?
Ondan da ötesi kendisini profesyonel devrimci (bir devrimi dahi becerememiş birinin kendini profesyonel devrimci diye tanımlaması da amma ilginç) olarak tanımlamış, bütünüyle hiçbir şey başaramamış birisi ve birileri devrim şehidi diye ilan ediliyor ve abideleştirilmeye çalışıyor. Nasıl bir anlayış olduğunu çözmekte aciz kalıyorum.

14.05.2008

Sen de uşaksın!

0 yorum
Fotoğraf: Köle,İnanç ÖZYALIM Bir zamanlar Tuncay Özkan önderliğinde yayın yapan KanalTürk'ün borcuyla harcıyla satış fiyatının 30 milyon dolar olduğu açıklandı.

Biz kaç kişiyiz gibi bir hareketle iktidara muhalefet bir oluşum peşinde koşuldu, sms kampanyalarıyla cumhuriyet ve laiklik taraftarlarından destek sağlandı etti edildi ama neticede satıldı.

Başından beri bu hareketin ve medya girişiminin samimiyetine inanmadım. En başında Tuncay Özkan önderliğinde kanalın kuruluşunun altında bile soru işaretleri yatıyordu.

Dedikodular, dedikodular...
Sonra Tuncay Özkan ekranlara çıkıp ağlarçasına figan etti: Bize kimse destek olmadı, yalnız bırakıldık, ben de emekçimin hakkını gözeterek kanalı satmak durumunda kaldım. Sattın da kime sattın? İktidara yakın mı yakın ve medyayla bir alakası olmayan bir gruba. Bu artık herkesin malumu, sattığın yetmedi bir de tutup kanalı satın alanların fikrini zikrini bile bile aynı ilkelerle yayına devam edeceği konusunda taahhütte bulunup sana inanan kişileri iktidar ve sermayesinin kucağına atmaya çalıştın!
Sen de uşaksın!

Tuncay Özkan ve kanalın satışı hakkında basılı, internet yayınlarında yazılanlar bini bulmuştur, isteyen gugıldan hepsine erişebilir. Buradan bağlantı vermek için o kadar zahmete giremiyeceğim çünkü buna değmez.

Şubat-2008 de muhalif, vatansever, milliyetçi, ulusalcı, anti emperyalist artık kim nasıl tanımlarsa bir kanalın ekranlarının kararmasına şahit olduk, Yenicağ TV. Bu tv kanalında da çalışan emekçiler vardı, bu tv kanalı da borç içinde yüzmeye başlamıştı. Ama bu kanalın sorumluları ekranlara çıkıp, gazetelere mülakat verip ağlayıp sızlanmadılar ve kararlarını verdiler: Adım Hıdır, elimden gelen budur! Şimdilik ara veriyoruz, dönmemiz de mümkün.
Bütün çalışanlar son akşam geçti kamera karşısına ellerinde Türk Bayrakları, kırmızı beyaz süslenmiş stüdyo içinde veda konuşmalarını yaptılar.


Hüzünlü ancak onurlu bir gün, dediler.
Türkiye üzerinde oynanan oyunları ortaya çıkarmak için uğraştık. Yılmadık,
korkmadık. hiçbir şey bizi korkutamadı, yıkamadı, yıldıramadı da ekonomik
yetersizliklere daha fazla dayanamadık. Bizim teslimiyetçi hainlerin
nemalandıkları ne AB fonlarımız ne de emperyalist ABDden gelen paralarımız
vardı. Yeniçağ Tv sadece kendi öz kaynaklarıylayola çıkmıştı.
Maddi, manevi anlamda Yön.Kur.Bşk. Ahmet ÇELİK'in büyük özverisi sayesinde
sürdürdüğümüz yayınımız biraz sonra sona erecek ancak şarkılarımız,
türkülerimiz, Türk milliyetçileri, ülkücüleri, vatanseverleri, yurseverleri
oldukça Türkiye Cumhuriyeti de var olacak. Çünkü bizim gidecek başka bir ülkemiz
yok.

Senin gibi kurdukları, kıt kanaat meydana getirdikleri bir oluşumu iktidar yandaşlarına peşkeş çekmediler.
Senden bi bok olmaz, sen de uşaksın!
En azından sana güvenen onca iyi niyetli insana bir ders olur ileride klavuz arayışlarına girdiklerinde. Senin gibi bir uşağa kanmazlar artık.

13.05.2008

Kamu bankalarının Çalık Grubuna verdiği kredinin kaynağı?

0 yorum
Türkiye'nin malumu, Sabah gazetesi ve ATV Çalık grubuna satışı onaylandı.  Katar devletinin sırf bu alım için kurduğu şirketle ortaklığı ve Çalık grubunun riskinin özel bankalar nezdinde düşük olması sebebiyle hükümetin de desteğiyle kamu bankaları olan Halkbank ve Vakıfbank'ın sağladığı krediyle teminat ve finansman sağlandı.

Yaptı yapmasına da ticari olarak grubun medya sektöründe kredi yönünden riski yüksek olmasından dolayı iktidarın da olaya el atmasıyla kamu bankalarının grubun kredi ihtiyacını karşılaması (yüksek riske rağmen) halkın çoğunluğunu ve muhalefeti rahatsız etti.

Bunlar gündemde, halkın gözü önünde ceryan ederken benim dikkatimi başka bir konu çekti:

Adalet Bakanlığı'nın yayınladığı "Mahkeme Emanet Paraları ile İcra-İflas dairelerince Tahsil Olunan Paraların Yatırılacağı Bankalar" konulu genelgede söz konusu dairelerin özel bankalarda bulunan emanet paralarının haziran ayı başına kadar Vakıflar Bankasına transferi öngörülüyor. Mevcut emanet hesabındaki paralar öyle az buz da bir para olmasa gerek! Bir mahkemenin emanet hesabında ortalama 150 bin YTL olduğu düşünülürse (İnternetten edindiğim bilgilere göre sayı olarak sadece bölge idare mahkemelerinin sayısını bulabildim o da 28 adet her bölge altında en az 3 mahkeme olduğunu varsaysak 84 eder.) toplamda 12.600.000 (12 milyon altı yüz bin) YTL mevduat eder. Adli yargı mahkemelerinin sayısının da 1.400 civarı olduğu ATO raporlarında geçiyor, onlarda da ortalama 50.000 YTL bulunuyor desek eder 70.000.000 YTL.
Gerçi 750 milyon dolar yanında pek önemli bir tutar değil ama bu şekilde kamu elindeki çeşitli mevduatları kamu bankalarına aktarmak ekonomiye nasıl yansır merak ediyorum? Sayın ekonomistler var mı bir fikriniz? Acaba diyorum; iktidar yargının elindeki vatandaşların yatırdığı bu yargılama giderlerinin emanet alındığı hesapları göz önüne alarak mı kamu bankalarını bu kadar riskli bir krediye zorladı. Nasıl olsa kamu bankalarına bir şekilde devlet teşkilatından kamu bankalarına likidite sağlarız diye düşünüyorlar olsa gerek!!! Madem özel sektör adamıma kredi vermiyor, ben yolumu bulurum...
Bağlantı : Çalık grubu 200 milyon dolar borç aldığı yatırımcıları nasıl kandırdı?

12.05.2008

Hiç de rastgelmedi!

0 yorum
Haberi olanların "Rastgele" temennilerine rağmen hiç de öyle olmadı.
Haftasonunda babama uydum, motosiklete çadır ve uyku tulumlarıyla birlikte olta takımlarını da atarak düştük cumartesi sabahı Müezzinler yoluna.

Hava bozuk tabi, hafif yağışlı. Bir yağmur atıyor bi duruyor derken vardık Müezzinler göletine, SAMADER'in tertiplediği "Turna Balık Avı"na.

Derneğin ilk yılı ve ilk faaliyet tertibi, zamanlama konusunda mevcut ufak uyuşmazlıkları saymazsak güzel bir faaliyetti. Ama şunu anladım ki artık bir otomobil şart! Alacağız inşallah.

Cumartesi akşam saatleri, hava buz kesiyor. 6-7 çadır ya var ya yok. Güzel bi akşam yemeği vardı. Sponsor hazır yemek firması, yemeklere özenmiş belli. Gecenin ilerleyen saatlerinde diğer şehirden katılanlar giriş yapmış faaliyet alanına. (Ankara, Uşak, İzmit falan) Önceki gece geç yattığımdan o gece erken uyuyup kamp ateşini kaçırmış ve sabah çevremizi saran çadırlarla şok olmuştum. Her tarafa çiğ düşmüş, cadırlar falan cılıp suya sarmış. Sisten göz gözü görmüyor, müthiş bir manzara.

Pazar sabahı 05:00 te ayağa dikilip, daha dem almamış haşlama çayla insanın içinin ısınması ve sönmeye yüz tutmuş kamp ateşinin başındaki hafif sıcakla insanın kendine gelmemebi pek de olası değil. Kahvaltının ardından hava açılıp da kalabalık ortaya dökülünce işe heyecan binmeye başladı. Botlar gölün yüzünde belirmeye başladı yavaş yavaş.

İçimde; bu kadar uzman oltacının içinden eli boş çıkıp rezil olup döneceğimize dair bir his vardı. :) Bal, fındık ezmesi, reçel,yağ, beyaz peynir ve demleme çay ile güzel bir kahvaltı göle karşı soğuk hava müthiş bir keyif verdi.

07:30 sularıydı, yarışmacı kartlarımızı ve canlı yemlerimizi alarak ben gölün bir başına babam diğer başına yollandık.
Bir saat, iki saat! Gölde çıt yok. Bir on beş dakika sonra bağrışmalar başladı:
- Rasgele var mı bir şey?
- Yok usta, balık oynamıyor!

Yemlerden ikisini acemilikten, diğer kalanları da sazlıklar yüzünden göle verdim. Saat 10:00 u bulmuştu. Bir yarım saat de sahte yem denedim. Baktım tık yok, tası tarağı toplayıp, çadırın yolunu tuttum. Botlar bile kendilerine ayrılan alanı aşıp gölü kürekliyorlardı.
Eveeet, maalesef kimsede balık adına olta oynamıyordu. Kimileri balık olmadığından dert yanıyor, kimileri de havyar döktüğünden yorgun olan balıkların yuvalarında oldukları konusunda ahkam kesiyorlardı. Şahsen bir fikrim yok çünkü acemiyim. :)

Öğle yemeği, göl kenarında deniz balığı; palamut ızgara. Olsundu, sanki faaliyet tertipçileri balıkçıların elleri boş çıkacağını biliyormuş da bu balık ızgarayla bir imada bulunuyorlarmış gibi geldi bana.

12:00 ye doğru 3 balığın çıktığını ve boylarının 40 cm den küçük olduğu için salındıkları konuşulurken karşı kıyıdan 43 lük bir turna alındığı haberi geldi. Umudu kesip toplanma alanında bekleyen onlarca balıkçı bu nazar boncuğunu bekliyordu. Haberi kesinleşmişti, 443 lük bir turna alınmıştı gölden. Artık o şanslı balıkçıyla turnanın gelmesini bekleyedurduk.

Hakem masasında ölçüldü ve 46 net boyut konuldu. Maalesef balık geriye salınamadı çünkü ölmüştü. Bunun üzerine dedikodular çıktı: Balık dışarıdan getirilmiş, balık gölün balığı değil kuyruğundan belli, balık uzun süre önce tutulmuş vs. Her neyse 100'e yakın balıkçı bir göletten kaydadeğer bir balık çıkarabilmişti. O balığın sahibi de kupasıyla beraber bir bot kazandı, diğer hediyeler çekilişle dağıtıldı.

Böyle bir haftasonunun benim açımdan en kötü yanı ise babamdan önce eve döndüğümden, annemin evde olmaması ve yanımda anahtar bulunmamasından dolayı 2.5 saat kapıda kalmış olmam. Üst baş berbat ne şehre çıkabiliyorum ne de birine misafir olmaya bu pislikle cesaret edebiliyorum. Hava çarpmış, halsizlik bir yana bayıldım bayılacağım derken babamın biraz geç de olsa yetişmesiyle eve varıp uykuya sardım kendimi.
Dünyadan irtibatı koparıp kafayı zokayı yutacak balığa odaklayıp kendini hayattan soyutlamak insanı rahatlatıyordu. Ta ki eve dönüp de tv ekranlarında verdiğimiz 6 şehidin haberini duyup gerçek dünyayla yüzleşene kadar.

8.05.2008

301 Tahminim tutmadı!

0 yorum
Hakkında önceleri bir kaç defa yazdığım, meclisten geçip Köşk'e gönderilen ve TCK 301 de değişiklik ön gören yasa taslağının Köşk'ten döneceği konusunda bir iddiada bulunmuştum. Maalesef öyle olmadı. Bu iddiada bulunurken önemli bir noktayı gözden kaçırmışım. O önemli nokta da Köşk danışmanının eski danışman olmadığı hususu. Köşk kararları ve imzalarında büyük tesiri olan danışmanın değiştini göz önüne almamak böyle şahane iyimser bir iddiada bulunmama sebep oldu, gönül ne dilerse dil onu söylermiş misali oldu.

Ne diyelim, bekleyip görelim bakalım Anayasa'dan Türklük tanımını ne zaman çıkaracaklar!

5.05.2008

Dünyada kıtlık çıkmadan önce stoklayacağınız 3 şey nedir? {mim}

0 yorum
Şöyle memleket ahvalini düşününce aklıma böyle bir fikir geldi; hani meşhur "Issız adaya düşsen yanına alacağın üç şey nedir?" diye sorulurdu ya bir aralar anketlerde falan, o misal.

İşte mim; Dünyada kısa bir sürede kıtlık çıkacağı konusunda bir haber yayınlandı ve her vatandaşa 3 şeyle ilgili stok hakkı verildi. Siz neyi stok yaparsınız?

Blog yazarı kimseye doğrudan ışınlamıyorum bu mimi. Buraya uğrayan blog yazarları isterlerse kendi bloglarında veya okuyucular da yorumlarda bu mimi değerlendirmeye alsınlar isterim.

4.05.2008

İlahi Erdoğan!

0 yorum
Sayın Başbakanımız Newsweek muhabiriyle yaptığı söyleşide birçok şey söylemiş. Benim katula katula gülmeme sebep olan ise Gazeteport un da manşete çektiği :
Biz ortalama Türk’ün partisiyiz. Etnik, bölgesel milliyetçiliğe ve dini şövenizme tamamen karşıyız.
lafı oldu. Nasıl bir tanım aklım almıyor. Merkez partisiyiz falan filan olsa neyse de "ortalama Türk" nasıl olunuyor bunun mihengi nedir çok merak ettim doğrusu. Yoksa şunu söylemeye çalışıyor olmasın: Biz milletin değil, bize oy verenlerin partisiyiz. Başka zaman meydanlarda, Türklük, milliyetçilik kimsenin tekelinde değil mealinde sözler söyleyen başbakana bu laf hiç yakışmadı. Bu resmen bir milleti kategorize etmektir. Bize oy vermeyen marjinaldir-uçlardadır demektir. Bir zamanlar Erbakan'ın "Bize oy vermeyen Müslüman değildir" sözünden hiç farkı yok bence. Başbakan da aynı söylemi kullanıyor, bize oy vermeyen marjinaldir; aşırı milliyetçi, ırkçı, dinci ya da laiktir. En ortalama Türk, bize oy veren Türktür.

AKP çeşitli yaftalardan sıyrılmak için kendi çapında söylemler geliştiriyor fakat bence muallakta ve saçma kalıyor bu söylemler. Altı boş görüntüye yönelik girişimler.

Kapitalist mahalle baskısı

0 yorum
Haftaya bugün "Anneler Günü".

Çarşı-pazar ne varsa, o gün için kampanyalar reklamlar önceki haftadan başlayıverdi.
Şahsen teoride anneler, babalar, dedeler,neneler günü gibi uygulamalara karşıyım. Hiç hazzetmem. Geleneğimizde ve inancımızda insanlara karşı duyduğumuz sevgi materyalist ve takvime bağlı bir düzeyde değil. İnsanı aşağılık kompleksine sokuyor bugünler. Kendimi bir sene boyunca kendilerine gün atfedilen insanlara hiç değer vermeyip sadece o gün hatırlayan biri olduğum hissine kaptırıyorum.

Kapitalist düzenin bir uygulaması olarak gördüğüm bugünler için bir de şöyle bir düşünce geliyor aklıma: İlerleyen senelere, bireyselleşmenin ayyuka çıktığı ve insanların kendisinden başka hiç kimseyi düşünmediği senelere bir hazırlıktır bu.

Düşünsenize; bir aile analı,babalı,çoluklu, çocuklu topyekün hayatlarını idame ettirebilmek için çalışıyorlar ve tek amaçları geceli gündüzlü çalışarak para kazanmak. Yetmiyor, bugün bile çalışan bir çiftten oluşan bir aile çalışıyor ve kendi ihtiyaçlarını lükse kaçmadan ancak karşılayabiliyorlar. İş dömüşü bitkinlik vs ile ancak akşa yemeklerinde bir araya geliyorlar ve birbirlerine hal hatır bile soramıyorlar. Böyle bir durumda anneye, babaya, oldu ki çocuklarına nasıl hakettikleri değerleri yansıtacaklar. İşte böyle bir gün vesilesi ile en azından bir telefon etme zorunluluğuyla bu ihtiyacı gidermelerini sağlayacak bir kapitalist mahalle baskısıyla.

Ne kadar karşı olsam da oluşan kapitalist mahalle baskısı bilinç altında insanı rahat bırakmıyor. Çevrede insanlar annelerine hediye alırken, sana aldıkları veya alacakları hediyeleri anlatırken sen; bu hengame içinde annenin içinde kalacağı kapitalist mahalle baskısı yüzünden yaşayacağı burukluğu nasıl telafi ederim düşüncesine gireceksin.

Sonuçta annen senin bugünlere yaklaşımını bilse de maruz kaldığı mahalle baskısı içerisinde neden kendisine hediye gelmediğini anlatması onun gönlünü ferahlatmayacak ve karşılıklı bir buhran yaşayacaksınız.

Ne yazık ki kapitalizm galip geliyor bu durumda. Kapitalist mahalle baskısından bireysel olarak kurtulmak mümkün değil, tek çözüm toplu tepki.

Reklamlara bir baksanıza; tencere, tava, mobilya vs reklamları hep anneler günü temasına döndü.

- Anne seni çok seviyorum, anneler günün kutlu olsun.
-Ayy canım ne aldın bakayım. Aaaa çaydanlık takımı. Ben bununla ne güzel çay demlerim şimdi. Çok mutlu ettin beni hayatım. Çok sağol.

Olabilir mi böyle bir şey? Anneni seviyorsun hatta tapıyorsun ve ona anneler gününde rondo, çay takımı, fincan takımı, yatak örtüsü vb şeyler hediye ediyorsun. Evet anne seni çok seviyorum ama aldığım hediye senin için değil bana daha iyi hizmet edebilmen için.

Lütfen uyanalım artık ve şu kapitalist mahalle baskısından topyekun kurtulalım.

3.05.2008

Beyaz ekranda özlenen soluk

0 yorum
2007 Eylülünde "Ekrana muhalefet aranıyor" başlıklı bir yazı yazmıştım. "Olacak o kadar", "İnce ince Yasemince", "Reyting Hamdi" ve Makina benzeri tv yapımlarının olmadığından yakınmıştım. FOX'ta bu arayışımı ve çağrımı nispeten sonlandıran bir yapım yayımlanıyor, cumartesi akşamları saat 19:45'te.

Ekranlardan kaybolan yapımların yerini tutumasa da tutacağa benziyor. İlk bölümleri pek sarmasa da tv eleştiremenleri (Burhan AYERİ, Yüksel AYTUĞ) eleştirileri sayesinde olduğunu düşündüğüm bir gelişme göstererek kalitesini haftadan haftaya artıyor. Hem siyasi, hem de güncel konulara değinerek mizah yapıyor. Başarısının artarak devamını diliyorum.

Benim açımdan absürd kalan nokta ise programın adı: Komedi Türk. Türk usulü bir gülmece sloganıyla yola çıkmaları bence garip kalıyor. Sanki bu zamana kadar hiç böyle bir çalışma yapılmamış da şimdi bunlar yapıyorlarmış gibi bu biçimi kendilerine biçmeleri geçmiş yapımlar göz önüne alınınca ukalalık ve bayalık gibi geliyor bana. Tv ekranlarında mizah geçmişine de hakarettir bu. Bu da bir tarafa, programın adı saçma.

Programın adı, sanki ecnebi memleketinde bir azınlığa yönelik hazırlanmış bir program izlenimi veriyor. Bir zamanlar meşhur bir tabir vardı, halen daha zaman zaman dile getirilir; Türk'ün Türk'e propagandası. Aynen o duruma düşüyor program. Türkiye'de Avrupa usulü, Amerika usulü, Afrika usulü, İsveç usulü isimli bir program adı fark yaratır ama Türk usulü gülmece; Komedi Türk saçmalığın daniskası. Hele o logodaki bıyık, ulen memlekette bıyıklı adam mı kaldı üç-beş kişi dışında?

Tamam yayınlandığı tv kanalı ecnebi sermayeli olabilir, bu durum programın hitap ettiği halkı bu şekilde aşağılık kompleksine sokma hakkını vermez onlara. Bir an evvel programın adı değişmeli bence, her seyrettiğimde kendimi ecnebi bir memlekette gurbetçiymişim gibi hissediyorum.

Siz neler hissediyorsunuz bilmek isterdim.

Sigortalıların Şövalyesi : Ali TEZEL

0 yorum
Ali TEZEL, bu müstesna şahsiyeti Türkiye sathında tanımayan kalmadı. Ama o şöhretini, şaşalı gösteri dünyasından değil emekçileri hakları konusunda aydınlatıp, sosyal güvenlik kurumunun haksız uygulamaları ve açıklarını dile getirerek edindi.

10.09.1966 tarihinde Ödemiş'te doğmuştur. İlkokulu Ödemiş'te tamamladıktan sonra ortaokulu devlet parasız yatılı olarak İzmir Buca Lisesi Ortaokulunda ve Lise'yi de yine devlet parasız yatılı olarak Konya Atatürk Sağlık Meslek Lisesi'nde 1985 yılında tamamlamış ve aynı yıl Nevşehir'de sağlık memuru olarak göreve başlamıştır. 1987-1989 yıllarında Ankara Numune Hastanesi Hızır Acil Servisinde geceleri çalışıp, gündüzleri de Hacettepe Üniversitesi Anestezi Teknikerliği bölümüne devam etmiştir.

1989 yılında İzmir Alsancak Devlet Hastanesi acil servisinde geceleri çalışırken, gündüzleri de Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstriyel İlişkiler Bölümüne başlamış ve 1993 yılında, 4 yılda tamamlamıştır.

1995 yılında ÖSYM tarafından yapılan merkezi sınav sonrasında girdiği SSK Sigorta Müfettiş Yardımcısı sınavı ile SSK'da Sigorta Müfettiş Yardımcısı olarak göreve başlamıştır.

1998 yılında da Sigorta Müfettişliğine atanmış olup, halen Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı, İstanbul 1 Nolu Grup Başkanlığı'nda Başmüfettiş olarak görev yapmakta olup ve 2004 yılından, görevden alındığı 2007 yılı ekim ayına kadar da Grup Başkanı olarak görev yapmıştır.

10 yıla yakın zamandır AKŞAM Gazetesinde haftanın üç günü ( Pazar, pazartesi ve çarşamba günleri) “Çalışma Hayatı” ile “Sosyal Güvenlik Köşe”sini hazırlamıştır. 2 yıla yakın süreyle pazar günleri SKYTURK Televizyonunda (saat 13.10) canlı olarak Çalışma Hayatı Proğramının yapımcı ve sunuculuğunu da üstlenmiştir.

İlki (Yargı Kararlarıyla Donatılmış Sosyal Sigorta Mevzuatı ve Bağ-Kur Yasası) 1998 de ve diğeri (Sosyal Sigortalar Mevzuatı ve Örnek Yargı Kararları) 2000 yılında ve diğerleri 2005 yılında olmak üzere, yedi adet yayınlanmış kitabı bulunmaktadır.

Halen, AKŞAM Gazetesinde yazı dizileri ve (salı-perşembe-cumartesi günleri)köşe hazırlamaktadır. 2005,2006 yıllarında her cumartesi günü saat 12.00 de Kanaltürk Televizyonunda “Ali Tezel’le Çalışma Hayatı” programını hazırlamış ve sunmuştur. Şimdi ise her cumartesi Samanyolu Haber (SHaber) Kanalında saat 21.20 de başlayan ve 22.55 de sona eren "Ali Tezel'le İşimiz Var" programını hazırlayıp canlı olarak sunmaktadır.

Eşi öğretmen olup dört çocuk babasıdır.

Kendi internet sitesindeki özgeçmişi böyle diyor. Ama ben onu, affına mahcuben "Sigortalıların Şövalyesi" olarak tanımlamak istiyorum. Sosyal güvenlikte açık gedik ne varsa dile getiriyor, insanlara, köhne sosyal güvenlik düzeni içerisinde refaha giden yolları gösteriyor.
Ali TEZEL gibi şovalyelere her konuda ihtiyacımız var ama bunu yapabilecek insanlarda yürek olması gerekir.

İlk türkiye gündemi sarsan girşimi emekli maaşını artırma konusunda olmuştu. Bu durum medyada çok sıkı gündeme gelince durum, yetkililer tarafından farkedildi ve gerekli yasal düzenleme yapılarak emekli maaş artırımının önüne geçildi. Hatta bu durum kendisinin görevden alınmasına dahi sebep oldu. Ülkemizde çalışan, yanlışı gören bürokratın durumu genelde hep böyle olur.

Ali TEZEL durdu mu? Hayır!
Yeni sosyal güvenlik yasası yürülüğe girdiği zaman yaş konusunun gündeme geleceğini söyledi ve ileri yaşta emeklilik olacağını dile getirip bundan faydalanmak isteyenlerin yasa yürülüğe girmeden önce sigorta girişi yapmasını önerdi.

İş o raddeye vardı ki daha konuşma bile bilmeyen bebeklerin, 16 ve 14 yaş altı çocukların nasıl sigortalı yapılabileceği Türk Milleti'ni aydınlatmaktan geri kalmadı. bu çalışmalar sebebiyle sigorta kurumları tarihleri boyunca hiç yapmadıkları kadar iş yapmak durumunda kaldılar. Öyle ki insanlar sigorta giriişi yapabilmek için sigorta müdürlükleri önünde metrelerce kuyruk oluşturdular.

İktidar birşeyler yapmaya çalıştıkça Ali TEZEL de insanların bu düzenlemelerden en az zarar ile çıkmaları için gerekli yolları gösteriyordu.

Ali TEZEL, kılıcını kuşanmış halkı için yeni kurtuluş yolları arıyor. Yolun açık olsun, senin gibilere ihtiyacımız var.

2.05.2008

1 Mayııııııs, 1 Mayıııııs

0 yorum
Bir "1 Mayıs"ı daha büyük bir yıkım olmadan geride bırakmanın sevincini yaşıyorum.
1 Mayıs, terör örgütünün düzenleyeceği büyük bir eylemin istihbaratı sebebiyle yoğun güvenlik güçleri baskısıyla geçti.

Polisin bireysel şiddetine maruz kalan insanların mağduriyeti, en azından bunu gerçekleştirenlerin cezalandırılmasıyla telafi edilmeli.

Taksim olayı ayrı bir muamma zaten. Taksime çıkma konusunda sendikaların sınırlı katılımı kabul etmesi bazı çevrelerce geri adım olarak dile getirilse de mevcut durumlar göz önüne alınınca bence olumlu ve duyarlı bir yaklaşımdı, kabul edenleri takdir etmek gerek.

1 Mayısın öncesinde ve sonrasında çok şeyler yazıldı çizildi, ekranlarda görüntüler yayımlandı.
Medyanın büyük bir çoğunluğu polisin tavrını eleştirirken, cuzi bir kısmı ise provakasyon eğilimli, suratları maskeli, elleri taşlı sopalı küçük grupların polisle mücadelesini öne çıkardı.

Şahsen en beğendiğim yazı Yeniçağ'dan.

Devletin idare kadrosunda bulunanların sorumluluğu çok büyük, o görevde olmadan onların tepkilerini ve uygulamalarını anlamanın imkanı yok. ( Bu konuyla ilgili kısmen de olsa faydalı olabilecek bir kaynak: Doğan PAZARCIKLIOĞLU, Türklerin Tanrısı Devlet) Sadece ortaya çıkan görüntüler eleştiriliyor.

1 Mayısın gecesinde ekranlarda da iki program dikkatimi çekti; biri Siyaset Meydanı diğer de 32. Gün. Seyredince sarmadı, beylik laflar, sloganlar...

Taksime çıkma olayı bir hesaplaşma ve bu hesaplaşmanın ortadan kalkması mümkün değil. Tek çözüm fedakarlık ve zaman.

Kutlu olacak bir tarafı varsa KUTLU OLSUN demekten başka yapacak birşey yok. O da tabi kamu emekçilerine, özel sektör resmi tatil de olsa işçisinin işini bırakıp da meydanlarda bayramını kutlamasına izin vermez. Artık tadını en azından bütün işçi kardeşleri adına kamu işçisi çıkarıversin n'olcak?