Kısa dalga yayın

26.02.2009

Türk Telekomda Cem Yılmaz ters tepmiş

0 yorum
İş yerinde personelin telefon ve adres bilgilerini güncelleyip bir liste yapma gereği doğdu. Elli küsür kişilik bir liste. Elimde bir liste vardı ama yine de bir güncelleyelim dedik, giden var yeni gelen var. Neyse listeyi tamamladık fakat eski listeyle karşılaştırınca şaşırtıcı birşey dikkatimi çekti: Eski listede sabit telefonu bulunanların çoğusunun  yeni listede sabir numaraları yok. Listeyi yapan arkadaşa sordum, kapattırmışlar. Oranlamak gerekirse % 80 kadarı sabit telefon hattını kapattırmış üstüne üstlük yeni cep numaraları edinmişler.  Anlaşılan Cem YILMAZ'lı reklamlar ters tepmiş piyasada. Neyse en azından Cem'in işine yaradı, hem para alıp hem mini gösteriler yapıyor fırsattan istifade :D

25.02.2009

Bırak Kürtçe popülistliğini de Kürtler için bir şey yap!

0 yorum
Bir dillerine dolamışlar Kürtçe de Kürtçe. Mecliste konuştun da noldu? Marifet mi? Yasalara da aykırı davrandın üstelik. Haaa beklediğin de oldu nitekim, kimileri demokrasi adına salakça ve belki de senin gibilerin emellerine hizmet etmek için yaptığını destekledi kimileri de linç girişimine girişti. Hiç polemik konusu edilecek birşey bile değil, bilmiyorlar işi, ses soluk çıkarmadan hakkında yasal olarak yapılmasını yapacaklardı.
Konuşursan neticesine de katlanırsın. Bu bölücülüğünüz tutmayacak inşallah, yakında bunu güya haklarını savunduğunuzu iddia ettiğiniz Kürtler de görecek. Bu devletin tek bir dili var o da Türkçe. Sizin gibi geri zekalılar bu milleti canından bezdirmese, birbirine düşürmesi, çoluk çocuğu ne yaptıklarını bilmeden sokaklara salmasa insanların anadilinde eğitim hakkı da olacak ama fırsat vermiyorsunuz işte. Alışmışsınız goy goyculuğa. Yok, bir ana çocuğuyla Kürtçe konuşamıyormuş, hadi ordan be! Hem analar çocuklarıyla hem de insanlar birbirleriyle bal gibi özgürce Kürtçe konuşabiliyor. O söylediğiniz, ileride aynı sizin de olacağınız gibi bu devletin tozlu tarih sayfalarında kaldı. Sizin gibi kazkafalılar olmasa anadili Türkçe olmayanlar da bu devletin eğitim kurumlarından anadili öğretimini açısında faydalanacak. Ama bu sizin işinize gelmez çünkü elinizde sözüm ona siyaset yapacağınız birşey kalmayacak.

Banu Avar nihayet beyaz ekrana döndü

0 yorum
Günlerdir tanıtımları yapılıyordu Avrasya Tv'de ve efsane araştırmacı Banu AVAR'ın ekrana dönüşünü merakla bekliyordum. Nihayet bu akşam (Çarşamba saat: 21.45) yeni programıyla ART'den Türkiye'ye merhaba dedi. Dünya Düzeni isimli programında Obama'nın seçilmesi ve ekibinin sicili ile perdeyi araladı. Umarım ART'nin başına talihsiz bir olay gelmez de (Gerçi ART altında kirli birşey olsaydı bu zamana kadar çoktan fişi çekilmişti) gerçekleri Türkiye'ye haykıran bu ekibin içinde uzun süre seyrederiz kendisini.Programın tekrar pazar günü saat 20:00'de.

24.02.2009

Vatan için kimle yatılır?

0 yorum
Başbakan olmaya hazırlanan İsrail Dışişleri Bakanı Livni, MOSSAD ajanı olduğu yıllardaki özel hayatını anlattı: "Duygusal bir ilişki için çiftler arasında dürüstlük şarttır. Ben elbette kimseyle böyle bir ilişki yaşayamazdım. Fakat kurallara sadık kalırsanız, kısa süreli bir ilişki zarar vermez. Peki ülkemin yararı için biriyle yatağa girer miydim? Cevabım hayır."*
Ülkemizde de yatakseverleri aramışlar ve bu soruyu sormuşlar. Cevapları burada. Sadece sorulanlarla kalsa iyi gazetelerin köşe taşları bile bu haberden kendilerine vazife çıkarmış. Beni en çok güldüren yazı ise Serdar TURGUT'a ait adam doğrudan fantaziye geçerek aklından geçerleri döküvermiş.

Benim söyleyeceğim tek söz: Eğer vatanın akıbeti bir yataklık duruma gelmişse, kimle yatarsan yat birşey fark etmez sadece vatanın yanında sen de düzüldüğünle kalırsın.

Tayt dediğin, Dadaş, Efe, Zeybek, Gakkoş dinlemez

0 yorum
Bizim memlekette öyle bir tartışma varmış: Tayt, Dadaşı bozar mı? Gazeteden haberdar olduk.
Bale ve tayt meselesinin bu zamanda sadece Erzurum'a özgü bir takıntı olduğu izlenimi canımı sıktı açıkçası.
Sanki bütün memleket sathında aileler çoluğunu çocuğunu baleye okullarına yazdırmak için sıraya girmiş de bir Erzurum oyun bozanlık yapıp ayak diretiyor.
Sadece Türkiye değil ki; yurtdışında da bir çok aile çocukları için tercih etmiyor bu dansı. Ailelerin tercihi böyle, Bir çok çocuğun da hem sosyal çevre etkisi hem de kendisi açısından tercih edeceği en son faaliyet ve meslek olsa gerek.
Ha çocuk illa kafaya koymuşsa bale öğreneceğim, balet olacağım diye, evvallah desteklemek lazım o zaman.
Bozar abicim, bozar. Tayt dediğin giysi; dadaş, gakkoş, efe, zeybek dinlemez karizmayı bozar.

Sadece tayt sorun değil, çocukluğumdan bir anıyı anlatayım yeri gelmişken. Sanırsam ilkokul yılları olsa gerek, bar ekibine katılıp öğrenmek arzusuna kapılmıştım. Arkadaşlarla bunu konuşurken zığva ile dalga geçmeye başladılar: "Olm o kadar uzun süre oynuyorlar ki tuvalete gitmeye vakitleri olmuyor pantolonlarına yapıyorlar" diye. Zığva denilen pantolon türünün arkası torba şeklinde oluyor, ondan dolayı. Çeşitli şekillerde sınıfta dalga konusu oldu. Daha sonra bu iğrenç alay içime oturdu ve ben de bar ekibine katılmaktan vazgeçtim. Belki bu durumu aileden birilerine açmış olsaydım o alayları dikkate almamış bir barbaşı olarak ustaca bu oyunu oynayabilir olurdum şimdi.
Yani sadece sorun tayt değil...

21.02.2009

Bürokratik elit öldü, yaşasın dinci elit!

0 yorum
Kral öldü, yaşasın yeni kral!
Bu sloganı bilirsiniz, dillere plesenk türevleri de vardır.
Bir zamanlar bürokratik elitler, ülkenin çağdaşlaşmasının, modernleşmesinin, demokratikleşmesinin engeli olarak görülürdü. Hala daha dipte köşede bu sözü edenler var, onlara göre hala daha yaşayan bürokratik elitler var. Artık neredeyseler! Gerçi az çok tahmin ederim.
6 yıllık iktidarı boyunca ak veya dinci artık ne derseniz o elitlerin yerleşmediği köşe bucak kalmadı; üst kurullardan, yüksek mahkemelere, çeşitli devlet kurumlarından KİTlere, BİTlere, medyaya kadar.
Dediğim gibi bir kaç tane kaldı dipte köşede, onlar da artık yaş haddinden emekli olurlar. Diğer kalanların ise bir bürokratikliği kalmadı.
Yani bundan sonra Akpartinin beceremediği, üstesinden gelemediği şeyleri üstüne atacağı bürokratik elit melit kalmadı devlet teşkilatında hatta STKlarda. Bundan sonra üstesinden gelemediği her sorunun yegane sorumlusu akpartidir.
Mecliste bir Baykal dışarıda da ART TV,  Ulusal Kanal, doğan medyası (Gerçi onun da ümüğünü sıkmaya başladılar) gibi birkaç muhalif ses kaldı. Onlar da zaten Mergenekon mengenesine sıkıştırıldı, artık akicraatlerin altından kalkamadığı ne varsa sorumlusu bunlar oldu. Bu iş neticeye varınca bakalım başka ne bahane bulacaklar halkı kandırabilmek için. Devletin bütün teşkilatlarının yönemini ele geçir ardından iki-üç yazarı, çizeri partinin beceriksizliklerinin günah keçisi ilan et. Saf milletimiz de hala daha akpartiden icraat bekleyedursun.

20.02.2009

Akparti miting kalabalığı nasıl toplanıyor?

0 yorum
Pek de zor olmuyormuş.
Soğuk ve sağanak yağmur altında insanların neden ve ne tür bir sevgiyle bir araya gelerek Başbakanı dinlediklerine anlam veremiyordum. Ta ki bugün burada (Sakarya'da) yapılan mitingde toplanan kalabalığın iç yüzünü öğrenene kadar. Bunu birinci ağızdan dinledim desem yeridir, malumunuz o saatlerde iş başında olduğumdan yerinde doğrulama olanağım olmadı.
Mitingin yapıldığı kent meydanıyla, merkez ve büyükşehir belediyeleri kıç kıça desem yeridir. Ne alakası mı var?
Anlatayım. Merkez belediyeye işi düşen birisi, miting saatlerinde belediye kimse(?) bulunmadığından işini halledemediğinden bahsetti. Sebebini sorunca; belediye çalışanları (merkez ve büyükşehir), belediyede dışarından hizmet alımıyla (temizlik işinde) çalıştırılan şirket elemanlarına izin verilmiş mitinge katılmaları için. Daha sonra akşam saatlerinde mitinge yakın binada bulunup gözleyen kişilerden edindiğim izlenim de bu durumu onaylar nitelikteydi: Mavi önlüklü kişilerin kalabalıkta göze çarptığı söylendi.
Valla ben ilk defa duydum böyle bir şeyi o yüzden dile getiriyorum. Kamu hizmetinde bulunan kişileri işlerinin başından, sırf mitinge katılmaları için ayırmak parti teşkilatının işgüzarlığıdır artık. Ha bu arada belirteyim, akparti olmadığı bilenenlere de mitinge katılmak zorunda olmadıklarını isterseler katılmayabileceklerini söylemişler.
Ayrca miting sonrasında gördüğüm, dağılan kalabalıkta bebekleri kucağında hanımlar ve beli bükük teyzeleri o yağmurda sırılsıklam görünce içim sızladı. Umarım belediye ve vakıf yardımından faydalanan insanlar zorlamayla o soğukta, yağmurda o meydanda tutulmamışlardır.
Nebilim, adamlara etik geliyorsa diyecek birşey yok. Sonuçta parti teşkilatının çalışkanlığını ispatlaması lazım genel başkanlarına.
güncelleme : 10.03.2009

Hafta sonu bir başsağlığı sebebiyle memleketim Rize’nin merkezindeydim.
İşsizlik, yokluk ve sefalet bağlamında burnundan soluyan hemşerilerimin Tayyip Erdoğan’ın il merkezinde yaptığı mitinge katılım bağlamında anlattıklarını dinledim... İşte özeti:
-Erdoğan’ın mitingi için on gün önceden AKP teşkilatları, belediye başkanları açıktan, Çaykur ve benzeri kamu kurum ve görevlileri örtülü olarak seferber oldular.
-Çaykur’un onlarca fabrikasında çalışan binlerce mensubundan mitinge katılmaları talep edildi.
-Diğer kamu kurumları ile AKP’li belediye çalışanlarına da aynı baskılar yapıldı.
-Bütün ilçelerle, onlara bağlı olan merkezi köylere minibüs ve otobüsler tahsis edildi.
-Miting öncesinde pek çok kamu kurumuna personel ve Çaykur’a işçi alınacağı söylentileri dillendirildi.
-Mitinge gelen Çaykur’a girer teması işlendi.
-Muhtarlar ve AKP yöneticileri tarafından işe alınacaklar için listeler yapılacağı şayiaları fısıldandı.
-Bütün bu söylentilerden hareketle insanlar “acaba” diyerek ayaklarına gelen minibüs ve otobüslere atlayıp Rize merkezindeki alana gittiler.
-Yol boyu izzet ikram da şahaneydi. Hazırlanan sandviç ve ayranlar ikişer ikişer dağıtıldı.
Bitmedi, en dramatik olanını sona sakladım.
Birebir bir teyit ettirdim ki imam hatip okullarının yan sokaklarına otobüsler çekilip gencecik çocuklar mitinge götürüldü.*

17.02.2009

Bir milletvekilinin blogundan

0 yorum
Bugün genel kurul oturumuna ancak yetişebildim. İlerleyen günlerde görüşmeleri yapılacak kanun tasarısını komisyonda partimizce belirlediğimiz esaslar çerçevesinde kabul ettirmeyi başarmıştık. Gerçi komisyondaki görüşmeler de çetin geçmişti. İktidar partisinin kanun metnine koyduğu, çalışanların bakmakla yükümlü oldukları yakınlarını zor duruma düşürecek maddeleri kanun metninden çıkarmayı başardık. Çalışanlar ve bakmakla yükümlü oldukları yakınları adına vicdanımızın rahatlaması ve milletimize karşı sorumluluğumuzu yerine getirmenin verdiği huzur komisyon aşamasında yeterli değildi, önemli olan genel kuruldan geçmesiydi. Son bir haftamızda fırsat buldukça iktidar partisi mensuplarını bu kanun maddelerinin, çalışan aleyhine olacağı konusunda ikna etmeye çalıştık. Genel başkanları da bu durumu benimsediğinden iktidar partisi yönünden kanun metninin genel kuruldan geçeceği kanaatindeyiz.

Sabah, seçim çevremden gelen vatandaşların sorunlarını dinlemek ve not almakla geçti. Çoğu istekleri yerine getirmek pek mümkün görünmese de iktidar partisindeki dostlarımdan hatırım geçenlere bu sorunları ileteceğim. Parti teşkilatımızca çözebileceğimiz nadir sorunlar da var. Sekreteryaya bunları verip il başkanına iletmesini istedim, ellerindeki imkanlar ölçüsünde yapamayacakları konusunda geri dönmelerini bildirmesini istedim.
Milletvekili olup da parti olarak muhalefette kalmak, seçenler nezdinde insanı zor durumda bırakıyor. Milletvekili olunca bütün devlet imkanları elinde sanılıyor ama maalesef.
...

İlgiyle okumuşsunuzdur diye düşünüyorum. Yalnız bir şeyi açıklamam gerekiyor ki bu metin herhangi bir milletvekili elinden, blogundan çıkmış değil. Ben uydurdum.

Ne kadar güzel olur diye düşündüm.
Millet ile etkileşimli bir şekilde. Nebilim, birden düştü işte aklıma. Şahsen milletvekili olsam yapardım, diye  düşündüm. Yorumlara açık bir blog açar ve faaliyetlerimi vatandaşlarla paylaşır ve hatta iletişimin çoğunu meclis çatısına gelmelerine gerek kalmadan blog üzerinden yürütürdüm. Olur mu? Iıı ıh cık, hiç sanmam!
Ama olsaydı şahane olurdu. Bir milletvekili, belediye başkanı, il meclisi üyesi böyle bir girişimde bulunsa, bir nevi tarihe kayıt düşmüş olurdu en azından.
Yok yok, çok kaptırdım bu blog işine...

16.02.2009

"R"lerimi geri alamam!!!

0 yorum
Yok yooook öyle Beyaz'ın lallikliği (peltekliğe bizde ele derler) gibi "R"leri söyleyememekten bahsetmiyorum.
Erzurumda yaşarken tamamen memleket ağzıyla (şive demeyi sevmiyorum) konuşuyor muydum bilmiyorum ama "R" leri (gidiyorum, geliyorum gibi) köküne kadar kullandığımı biliyorum. Şimdi öyle mi? Yok be ne gezer!
Gidiyom, geliyom işte...
Sadece kullandığım cümlenin sonundaki kelimenin sonunda varsa vurguluyorum, valla iki saat talim yaptım "R"yi nerede, nasıl kullanıyorum diye. Ben "R"lerimi geri istiyorum.
Meramımı anlatmak için bir cümleyi iki-üç defa sarf edip ardından da izah etmek durumda kalmasam valla büyük bir keyifle memleket ağzıyla konuşacağım ama anlamıyorlar işte ne yapayım?
Neyse en azından arasıra kullandığım kalın "K"ler  tesellim oluyor. Bitti, bu g'adar!

Tekstil devi Türkiye ha!

0 yorum
Hey gidi hey!
Bir zamanlar tekstilde neydi bu ülke?
Şimdi ne oldu?
Benim alışkanlığımdır, alışveriş yaparken kumaşa bakarım, nerede üretildiğine bakarım. Bir zamanlar (tekstil sektörüyle içli dışlı olduğum zamanlar) gurur duyardım, firmalarımızın Avrupa'ya yaptığı üretimlerden çünkü bizzat tanık olmuşluğum vardır bu üretimlere. Ama şimdi? Yerli markaların hemen hemen hepsi ülkemizdeki üretimlerine son vermiş durumda. Giysilerin etiketlerine bakınca içim cız ediyor.Çünkü "Made in  Turkey" i artık göremiyorum. Küreselleşme falan palavrası sökmez bu durumda, ürettin, ürettin yoksa boku yedin.
Yerli hazır giyim markalarımız Tayvan, Bangladeş, Malezya gibi güney asya ülkelerinde üretim yaptırıyor. Hem de öyle dandik mandik  değil, kalitelisinden yani! Yine yerli ev çeyizi markalarımız ve daha bir çok sekötr Çin vb ülkelerde üretim yaptırıyor. Avrupa'ya üretim yapanlar var yine bildiğim kadarıyla ama ne kadarı?
Gerçekten üzülüyorum ülkem adına! İthalat, ithalat, ithalat ve bir o kadar da işsiz işsizlik işsizlik!
Beyaz eşya, mobilya, seramik falan kaldı yerli üretim, korkarım  yakında onlar da burada üretime paydos diyip uzak asyaya kaydırırlar üretimi böyle giderse. Yaşasın Turquality! Hah.
Üretemezsen bu sistemde param kadar varolursun, eğer varsa! Üretim yoksa adının da bir değeri kalmaz ama nafile. İşler tıkırında... Başbakan öyle diyor...

14.02.2009

Tv kanalları gerçekle sanalın ayırdını vermeli

0 yorum
Eski günleri düşünüyorum. Ne kadar eski derseniz; ülkemizde tv dizi filmlerinin ilk yayınladığı kadar eski desem yeterli olur heralde.
Perihan Abla, Bizimkiler, İkinci Bahar, Süper Baba gibi dizi filmlerin gösterildiği günlerde gazete köşelerinde ve ekranlarda bugünkü gibi yorumlar yoktu. "Bu mevsimde denize mi girilir, araba plakası önce şuydu, sonra bu oldu, dizinin yayınlandığı gün haftasonu adam o gün vergi yatırıyor" gibi abuk seyirci yorumları da yoktu. Seyirci kısmısı ekrandakinin bir hayal ürünü, bir hikaye, bir sanallık olduğunun farkındaydı kanımca.
Bu saçma dönüşümün kırılma noktası ne zamana denk geliyor bilmiyorum, iletişimciler heralde bir araştırma yapmışlardır çünkü; son zamanlarda seyircilerin bu ayrımı kaybettikleri konusunda makaleler ve oturumlara denk geldim.
Yurtdışında, bildiğim kadarıyla bu ayrım yayımcılar ve yapımcılar tarafından yapılarak yapımlar ona göre tanıtılıyor. Bizdeki sorunun da yayımcı ve yapımcı tarafından kaynaklandığını düşünüyorum. Ülke gündemiyle gerçek zamanlı (real time) yapımlarla bildik hikayelerin bir arada ekranlarda olması seyirci açısından bu çıkmaza ve hepsinde aynı beklentiye yol açıyor. 
Örneklemek gerekrse aşağı yukarı 80 yıl önce kaleme alınmış bir roman uyarlaması olan Yaprak Dökümü'yle, günümüz güncel olaylarının sanal kişiliklerle ekrana taşındığı Kurtlar Vadisi gibi yapımları bir arada sunarsan elbetteki söz ettiğim ayırdetme sıkıntısı ortaya çıkar. Sadece kurtlar vadisi değil ki, sıradan bir dizide bile güncel olaylara yer veriyorsan, o zaman gündemin gerçekliğiyle yapımdaki diğer gerçeklikleri de örtüştürmek durumunda kalırsın, aksi durumda en başta söz ettiğim abuk eleştiri ve beklentiler gün yüzüne çıkıyor.
Ne sakıncası var diyebilirsin, o zaman da gençlik üzerindeki tv etkisinin araştırma sonuçlarına girmek gerekir ki çeşit çeşit kitaplar raflarda (veya çeşitli araştırmalar internet sitelerinde) okunmak için beklemektedir. Yetişkinler için bir takıntı halinde dönüşse de gençler ve çocuklar üzerinde tahrip gücü yüksek psikososyal sonuçlar doğurmakta.

Tarihten özür dilenmez, ders alınır

0 yorum
Ermeni bir şahıs (kimdir bilmiyorum) Türk milletinden özür dilecekmiş de ASALA terör örgütü tarafından tehdit edilmiş.
Özür mözür dilemeyin arkadaş: Tarihten özür dilenmez, ders alınır!
Ermenistan eğer Türkiye ile ilişkilerini düzene koymak istiyorsa hem devletçe hem milletçe özür vb popülist siyasetlerden uzak durmalı ve olumlu fiili adımlar atmalı. En başta Anayasalarında atıf yaptıkları bağımsızlık bildirgelerinde yer alan Türkiye topraklarını elde etme (Gümrü anlaşmasının reddi) ve tehciri kabul ettirme sevdalarından vazgeçmeleri gerekmektedir.
Tabi tarihten ders alma konusunda en başta bizim çalışkan olmamız gerekmektedir.
Ders almış olsak; aleyhimizdeki bu tür talepleri resmi belgelerinde yer alan bir ülkenin bağımsızlığını en önde tanımış olur muyduk acaba?
Çok çalışmak lazım, çok!

Dolmuşlar ve kırmızı ışık paradoksu

0 yorum
Sakarya'ya geldim geleli dolmuşçulara iyice bir kanım ısındı, tabi ki sadece Sakarya'daki dolmuşçulara. Artık neredeyse bindiğim üç hattın dolmuşçuları arkadaşlarımdan birileri gibi geliyor bana ya da dolmuşlar için şöyle söyleyeyim; benim için özel konulmuş servis gibi. En sevdiğim tarafları ise; dolmuştan inerken yolcuların arkasından dile getirdikleri temennileri: Hayırlı işler, kolay gelsin, iyi günler, hayırlı günler... Hatta bence bu şehrin en güzel tarafı bu!
Sevmeye başladım ben bu kenti.
İyi yönleri var ama bir de kötü ve berbat bir huyları var. Duraklar genelde trafik ışıklarının az gerisinde bulunuyor, buna da bu kentte dikkat ettim. Yayaların geçitte bekledikleri esnada araçlar için yeşil ışığın son saniyelerinde ve hatta kırmızı yandıktan sonra yaklaşık bir yüz metre geriden  gazı kökleyerek gelmeleri var ki işte en kötü tarafları bu alışkanlıkları. Hadi ben sezdim bunu, alıştım da yaşlı başlı, bebek arabalı, kucağı çocuklu insanlar bunu çözüp de alışabilmiş değiller zaten onların da alışması gerekmiyor ama can güvenliği açısından diyorum. Bu alışkanlığı terk etmesi gereken, dolmuş şöförleri elbette. Söz ettiğim insanlar (özellikle yaşlılar, sanki ömürlerinden geçip giden zamanı telafi edercesine bir acelecilik tutuyor bunları yaya geçitlerinde) açısından, kazanın ucundan sıyrıldıkları  çok olaya rastladım.
Dolmuş şöförleri bir de bu huylarından vazgeçerek kırmızı ışıkla aralarındaki bu paradokstan kurtulursalar çok daha şahane olacak. İlgili yerlere yazıyorum, bakalım dikkate alan olacak mı?

12.02.2009

Sosyal Yardımlaşma Vakfı Ahlak Dışı Kullanım Yöntemleri

0 yorum
Kömür ve gıda yardımlarıyla başlayıp beyaz eşyadan mobilyaya kadar çeşitli şekilde genişleyen Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfından (BSYDV) faydalanma yöntemlerinin birinden bahsedeyim sizlere.
Kamuda 4Cli olarak tabir edilen çalışanlardan haberiniz var mıdır bilmiyorum, bunlar muakkat, geçici işçi diye de nitelendirilir.  Bunlar genelde özelleştirmeler sonucunda ortada kalan ve fakat çeşitli kanunlarla bir şekilde mağduriyetlerini gidermek(?) maksadıyla kamuda 10 aylık çalışma süresince istihdam edilen kişilerdir.  4clilerin kamuda sorunları, derdi büyüktür şimdi o konuya girersem işin içinden çıkmak zor olur.
Bu söz ettiğim 4clileri çalıştıkları 10 ay dışında bir şekilde çalıştırabilmek için çeşitli kurumlarca BSYDV kullanılır. Sözleşmeleri gereği çalıştırılamadıkları 2 ay süresince bunları çalıştırabilmek için BSYDVnin yardımları kullanılır. Öncelikle eşinden veya kendisinden vakıf yardımlarından faydalanma talebini içeren bir dilekçe istenir, sıradan bir vatandaş gibi. Sonra o talep işleme konur ve ilgili kaymakamlık ya da valilik tarafından 4clinin ailesine o iki aylık nakti yardım yapılır. 4cli de yapılan nakti ödeme karşılığında işyerinde sözleşme dışı 2 ay daha çalışmaya devam eder. 4clilerden başka bazı belediyelerce yine bu tür- güya -sosyal yardım kaynakları kullanılarak işgücü elde edilir. Sadece nakti yardım değil, yakacak ve gıda ve eşya yardımları da işgücü temininde kaynak olarak kullanılır. İlk başta çalışanın bir şekilde faydasına görünse de bana hem ahlaki hem de etik gelmemektedir. Sosyal(!) devletin sorumluluğu gereği muhtaç olanlara vermesi gereken yardım, bir şekilde devlet çalışanını yasadışı olarak çalıştırmak (sigortasız) için kaynak olarak kullanılmaktadır. Belki işsiz güçsüz, sıkıntı ve zorluk içindeki insanın çaresizliğinin sömürülmesidir, ihtiyacının giderilmesidir fakat asla ve asla bir devlete yakışmayan bir yaklaşımdır.
Hadi burada devlet menfaati gözetiliyor diyelim, peki kaymakamlıklarda çalışan ve bir şekilde cemaati olarak örgütlenmiş insanların çocuklarına kesintisiz burs, evlerine kömür-gıda şeklinde destek olarak bu yardımların yağmasını nasıl değerlendirmek gerekir? Sıradan bir vatandaş günlerce git gel yapıp, sağdan soldan muhtaçlık için evrak toplayıp kaymakamlık kapılarında sürünürken kaynağın başını tutanların bu tutumları ne kadar insani, ne kadar ahlaki, ne kadar vicdani ne kadar İslamidir?
Yapılanlar kitabına uydurulsa da bu acizliği, bu ahlaksızlığı devletime yakıştıramıyorum. Devlet ne yapsın aslında değil mi? Barındırdığı idareciler bu işe çanak tutuyorsa...?

5.02.2009

Her mahallede Kuran kursu var zaten!

0 yorum
Nebiçim bir siyaset anlayışı çözebilmiş değilim. Sirmen; her mahalleye Kuran kursu açacakmış. Partisi destek vermiş ayrıca Müftülükle de görüşmüşmüş.
Şu CHP'de bazıları  işin aslını daha çözemedi gitti.
SA-Mİ-Mİ-YET!
Öyle Kuran kursu açmakla falan olmaz bu işler.
Her mahalleye Kuran kursuymuş! Hey be uçtum akıllılar (ya suçlama gibi algılanmasın ama) gerçekten kucaklamaya çalıştıkları çevre ile samimi bir gönül bağları yok bu partinin. Söylemleri o kadar su üstünde kalıyor ki farkında değiller.
Zaten her cami bir Kuran kursudur. Camiyi de geçtim hemen hemen mahallelerin büyük camilerinde zaten ayrıca bir Kuran kursu bulunur üstelik diyanet destekli. Hem de öyle üstünkörü değil, teknoloji destekli; kursiyerlere ücretsiz elifba ve sesli, görüntülü, tecvid cdsi dağıtıyorlar. Şahane bir çalışma, söz etmişken bilhassa Diyaneti bu konuda tebrik edeyim şahsen.
İşte bu yüzden diyorum söylemleri su üstünde kalıyor, samimi değiller bu tür konularda diye tabi hepsi değil söylev siyasetçilerini kastediyorum.
AKP'nin din istismarı bu şekilde yapmacık, Kuran kursu vb girişimlerle kırılamaz.

2.02.2009

International organizations are invited to stop Israel atrocities.

0 yorum
Elli yıldan beri Ortadoğu’da terör estiren, hayallerindeki topraklara kavuşmak maksadıyla çocuk, yaşlı, sivil demeden binlerce insanı katleden, zulümden, tecrite ve soykırıma varana kadar her türlü insanlık suçunu işleyerek uluslararası hukuku ayaklar altına alan İsrail’i kınıyor ve masumların üzerinden ellerini, insanların toprağından tanklarını çekmesini istiyoruz.
Yeryüzünü kanla sulamaktan zevk alan, mazlumun soluduğu havaya dahi ambargo koyan Siyonist dünya görüşünün zalimliğinin, kurdukları İsrail devletini meşrulaştıramayacağını bütün dünya kamuoyuna haykırıyoruz.
Filistin halkının çektiği ızdırabı sessiz sedasız seyretmenin, başta olmak üzere ABD, AB (EU), İKÖ, BM (UN) ve NATO gibi güçlerin, işlenen bu insanlık suçuna iştirak ettiği anlamına geldiğini belirterek, insan hakları ve evrensel hukuk adına güç odaklarını İsrail zulmünü durdurmaya çağırıyoruz.

1.02.2009

Değerler felsefesi (Aksiyoloji) ve sömürgeci siyaset

0 yorum
Sömürgeci siyasetin değerler felsefesiyle ilgisine değinmeden önce değerler felsefesinden (aksiyolojiden) biraz bahsedeyim:
Etik ve estetik olarak iki ayrılan aksiyolojide etik, insanların ahlaki değerlerini sorgularken neyin güzel olduğuyla da estetik ilgilenir. Etik; doğru hareketlere temel olacak değerlerle ilgilenip hayalgücü ve yaratıcılığa dayanan doğal ve sanatsal güzelliklerle ilgilenme işini estetiğe bırakır.
Neyin etik neyin estetik olduğunu açıklamanın güçlüğünden hareketle aksiyoloji; bireylerin davranışlarına temel oluşturan değerleri araştırır. Yani, insanın yaşamı boyunca vardığı bir çok kanının kaynağı olan değerler sistemiyle ilgilenir.

Yaşamın alınan kararlar ve bunların  insanları iyi ve kötüyü ayırt etmesi için zorlaması sonucu insanlar iyi, kötü, ayıp, güzel, çirkin ve benzeri bir takım yargılara varırlar. Felsefenin bu yargıların kaynağındaki değerlerin nasıl oluştuğu, niteliği, sınıflaması ve insanlık ilişkisi üzerinde duran alanına aksiyoloji (değerler felsefesi) denir. Aksiyoloji (değerler felsefesi) insanın yapıp etmelerini ve bunların dayandığı ilke ve değerleri inceler.

  • Değerlerin kaynağı var mı?
  • Değerler içimizde mi, dışımızda mı?
  • Objektif mi, subjektif mi?
  • Sabit mi , değişken mi?
  • Her dönem toplumlar için mutlak değerler var mı?
  • Bu değerler toplumdan topluma, zamandan zamana değişim göstermekte mi?
gibi sorular sorup bunlara yanıt arayan bir bilimdir aksiyoloji.

Değerler felsefesi, ABD'nin özellikle kuzeydeki (Harvard, Columbia, Chicago,Delaware gibi) ülke siyaseti için önemli yerlere gelecek kişilerin ve teorilerin belirlendiği üniversitelerde verilen dersler arasında yer almakta. Örnek olarak ABD'nin yeni başkanı Barack Obama ve hatta ekibini de görebilirsiniz.
Sömürgeci siyaset, değerler felsefesenin daha çok etik yanıyla ilgilenir.
Sömürgeci siyasetin baş rolüne sahip ABD, tesir altına alacağı toplumlarda vakıflar ve çeşitli sivil toplum örgütleri aracılıyla anketler yaptırarak o toplumun değer kaynaklarını, değerlerin sabitliği-değişkenliğini, değişim aralıklarını, değiştiren etkenleri ortaya koyar ve izleyeceği politikalarda öncelikle bunları göz önüne alır.
Özellikle seçim kampanyası döneminde ve sonrasında Obamanın başkanlığı devraldıktan sonraki konuşmalarına ve beyanlarından bir ikisine bir göz atalım isterseniz. En başta geleni nedir? Guantanamonun kapatılması ardından mülümanlara  yönelik "bizi düşman görmeyin" çağrısı. Ne kadar samimi değil mi? Peki daha evveline 9/11 e bir bakın. söylemler nasıldı? İslam, terörün kaynağıdır ve bu kaynağın beslendiği yer de bellidir: Afganistan. sonrası Irak. Sonuç hezimet! Sonrası ılımlı İslam vb söylemler.
Sömürgeci zihniyet artık doğrudan silah ve askeri güçle başarıya ulaşamayacağını anladığı günden beri değerler siyasetini kullanmaya yönelmiştir. Barack Obama devri bu siyasetin en ağırlıklı olarak uygulanıp hissettirileceği (sonuç olarak) bir dönemin başlangıcıdır. Toplumların mevcut değerleri üzerinde yapılan psikolojik harekâtlar istenen sonuçları vermemiştir. Çünkü toplumların değer kaynakları aynı kaldığından yapılan psikolojik harekatlar başarısızlığa uğramıştır. Bu sebeple toplumlarda mevcut değerlerin yavaş yavaş yıpratılmasıyla birlikte yeni dönemde değer kaynaklarının değiştirilmesi ve hatta mümkün olduğu ölçüde ortadan kaldırılması gerekmektedir.

Kant'ın görev ahlakı olarak adlandırılan anlayışı:
“Öyle hareket et ki, senin hareketlerinin yasası, aynı zamanda başkalarının hareketleri için bir ölçüt olsun.
Sömürgeci siyaset, uzun zamandır toplumların  değerleri ile oynamaktadır ama artık sadece bu yeterli olmamaktadır. Bir topluma sömürgeci zihniyete karşı ayak direten değerlerin kaynağı ortadan kalkmadan bu değerlerin kolay kolay değişmeyeceği sonucuna varıldığından olsa gerek yeni dönem de taktik bellidir: dğerleri ayakta tutan kaynakları değiştirmek ve ortadan kaldırmak.

Son senelerde milliyetçi, ulusalcı basında, ülkemizde başgösteren değer deformasyonu yüksek perdeden dile getirilmektedir. Milli devletlerin ortadan kaldırılması, sömürgeciliğin baş hedefidir ve bu hedefe ulaşmanın başında milli devletleri ayakta tutan değerlerin zihinlerden silinmesi gerekmektedir. Bunları dile getiren ülkemiz aydınları, yazarları, çizerleri, kendilerini liberal, demokrat tanımlayan bir takım yazar, çizer aydın(!) takımı tarafından milliyetçiliğin korku paranoyasına kapıldıkları gerekçesiyle eleştirilmekte hatta eleştiri bir tarafa bağnazlıkla suçlanmaktadırlar. Oysa bu tür suçlama ve eleştiride bulunan kişilerin asıl kendileri sömürgeciliğin telkinlerine ve oyunlarına yenik düşmüş durumdadır; sömürgecilerin hareket yasalarını kendilerine ölçü alma gafletine düşmüş bulunmaktalar.