Kısa dalga yayın

26.09.2010

Yol levhalarının Kürtçe olması çözüm değil

0 yorum
Türkiye Cumhuriyetinin anadili Türkçedir. Diğer dil ve lehçeler konusunda 19-20 küsür senedir süre gelen değişikliklerle diğer dil ve lehçeler için basın-yayın yasağının kalkması, öğretilmesi için kursların açılması vb uygulamalar bir çok sorunu ortadan kaldırmıştır.

Diyarbakır'daki gibi yol tabelaların da Kürtçe isimlerin yazması, belediyeler tarafından Kürtçe hizmet sunulması ve basın-yayım işlemlerinin yapılması ülkenin kalkınması ve gelişmesi (bölünmesi demiyorum çünkü bu zamana kadar ayrılıkçı talepler altında yatan ve bunlara vesile kılınan asıl neden budur) göz önüne alındığında bölgeyi daha da batağa sürükleyecek uygulamalardır.

Neredeyse 70 senedir bu ülke, vatandaşlarına latin harfleriyle Türkçe öğretmeye çalışıyor. Ülke genelinde okul çağı da dahil okuma yazma bilmeyenlerin oranı %10 civarı.  Kürtlerin ağırlıklı yaşadıkları bölgede dil, kültür ve ekonomik kalkınma bağlamında bu kadar seneye rağmen bir birlik sağlanamaması bunun en büyük örneğidir. Bir çok büyük kentte 50 yaş üstüne bile Türkçe öğretimi başarılı olurken söz konusu bölgede okul çağını bırakın askerlik çağında ve hatta daha da ilerisinde Türkçe okuyup yazamayan insanların varlığı söz konusuyken belirttiğim uygulamalar vatandaşları devletten ve bu ülkeden daha da koparacaktır.
Vatandaşın devletin anadiline ihtiyacı ne kadar azalırsa devlete ve milletin büyük çoğunluğuna o kadar uzaklaşır. İş olanaklarından, sosyal etkileşimden, eğitimden, öğretimden.
Bölgenin ülkeye açılması gerekirken hükümet bu tür uygulamalarla bölgeyi daha da çok kendi içine kapatıyor ve milletten ayırarak bir komun haline getiriyor.

18.09.2010

Hakimler resmen bölünüyor

0 yorum
Referandum sonucunun evet çıkmasının ardından (ve hatta daha öncesinde başlayan) HSYK ya hakimlerin kendi aralarından üye seçimi çalışmaları hakimlerin resmen bölünmesine yol açıyor.

Bir yandan Bakanlık kendi bünyesinde kendine yakın gördüğü isimlerden HSYK üyeliği için bir liste hazırlayıp duyurmaya başlıyor bir diğer yandan da YARSAVcılar olarak tanımlanan "hükümete muhalif grup" hazırladığı bir listeyi meslek üyeleri arasında duyurmaya ve tanıtmaya çalışıyor. İki grubun listesindeki üyeler de merkez teşkilatı ağırlıklı olduğundan taşrada yer alan ve meslek grubunun ağırlıklı çoğunluğunu oluşturan hakimlerde de bu durum bir rahatsızlık yaratıyor.
Çünkü bu yapılan değişiklikle kurula üye seçiminin tabana yayılacağı ve daha demokratik bir yapı oluşturulacağı iddiası ortaya atılmıştı. Oysa ki şimdi, Bakanlık kendi hazırladığı listeyi duyurup tanıtmaya çalışırken taşradaki hakimlere bir nevi tehdit ve şantaj uyguluyor: Eğer bizim listeye oy vermezseniz kurulda yarsavcıların ağırlık kazanması sizler açısından sıkıntı olur.
Bu durumda olan iki arada bir derede kalan idealist hakimlere oluyor. Taşradan adaylık girişiminde bulunmaya yeltenenler anlaşıldığı kadarıyla gerek yarsavcılar gerekse bakanlık ekibi tarafından çeşitli tehditlere maruz kalıyorlar.
Taşradaki hakimler tarafından ağırlıkla eleştirilen bir başka konu ise; iki grubunun da listesinde yer alanların Bakanlığın merkez teşkilatında yer almaları dolayısıyla taşrada görev yapan hakimlerin sorunlarını (nakil, taşınma, eşdurumu, çocukların eğitim durumu vb) anlayacak kadar taşrada görev yapmamış olmaları durumu.
Velhasılı gördüğüm o ki HSYK gibi bir kurula üye seçiminin tabana yayılması durumu demokratikleşmenin ötesinde yargı teşkilatında bölünmenin ve safları ayıran çizgilerin kalınlaşmasına neden olacağı daha da doğrusu olduğudur.
Anlaşılan bu demokrasi bizim adaleti fena öptü...

15.09.2010

Seçmenlerin eğitim durumu

0 yorum
Gece gece ne yapayım derken, eğitim düzeyi düşük olanlar akpye oy veriyor deniyor ya, hele bir bakayım nüfusa bunların oranı nedir dedim.
 TÜİK verilerine okuma yazma bilmeyen seçmen sayılarında 27.05.2010 ADNKS Ulusal Eğitim İstatistikleri Veritabanı verilerine bakınca görünenler:

65.049.093 Toplam Nüfus, bu nüfus içerisinde okuma-yazma bilmeyen kişi sayısı: 4.672.257
Söz konusu tarih itibariyle veri tabanına göre seçmen sayısının 49.777.490 kişi olması gerekli
Seçme yaşının 18 olduğundan hareketle 18 yaş üstü nüfusta okuma yazma bilmeyen kişi sayısı 4.597.579
Bu verilere göre oy kullanabileceklerin yaklaşık %9.23 ü okuma yazma bilmiyor.

Bu konuda araştırma yaptıklarını medyadan öğrendiğim A&G Araştırma Şirketi’nin sahibi Adil Gür neler demiş seçmen araştırmaları konusunda, bakalım:
...
Bu referandumda daha muhafazakâr olan insanlar, fakirler, garibanlar ve düşük eğitimliler çok yüksek oranda “evet” diyecekler. Yüksek gelirliler, eğitimliler ise yüksek oranda “hayır” diyecek. Çünkü “evet” ve “hayır” oyları sosyoekonomik yapıyla yakından ilgili. Biz altı araştırmada da bunu gördük.
...
İlkokul ve daha alt eğitim grubunda olanların yüzde 60’a yakını referandumda “evet” diyecek. Üniversite mezunu olanların yüzde 65’inden fazlası da “hayır” diyecek. Hane halkı geliri bin liranın altında olanların yüzde 70-75’i “evet” diyecek. Hane halkı geliri beş bin liranın üzerinde olanların çok büyük bir kısmı da “hayır” diyecek. Çünkü zenginler ve eğitimliler AKP’den memnun değiller. Biz bu dönemde, domates ekimi yasaklansın mı, yasaklanmasın mı diye bir referandum yapsaydık, gene buna benzer bir sonuç çıkacaktı.
Düşünüyorum da; gerçekten bu zamana kadar iktidarlar hep milleti oyalamak için uğraşmışlar, maksat kalkınma, büyüme değil. Çünkü insanların sosyoekonomik ve eğitim durumları ne kadar yükselirse onları kandırma ( hadi hadi ikna etme diyeyim) imkanları da o kadar azalacak. Bu da doğal olarak iktidar rantından beslenen çevrelerin işine gelmeyecek, arkalarında duracakları iktidar namzeti veya güvenilir bir iktidarı kestirmekte zorlanacaklar. İktidar rantiyecilerinin siyasi olarak mevzi almaları güçleşecek, siyaseten girdikleri risk ve maliyet artacak.
Ama şu unutulmamalı ki kapitalist düzenin değişmemesi durumunda kalkınma ve refah başkalarının huzursuzluğuna ve refahına mal olacak. Bizim en büyük açmazımızın da burdan kaynaklandığını düşünüyorum; sömürgeci ve kapitalist bir zihniyete sahip olamamak. Bunu yapabilmek de elbette ki kapitalist dünyanın bir çevre ülkesi, açık pazarı olmaktan çok antikapitalist-adil bir düşünceyle iktisadi merkeze yerleşmekle gerçekleşecektir. Çünkü şu an dünya düzenini belirleyen merkez, kapitalist bir anlayışla hareket etmekte ve bu da doğal olarak gelişmemiş, azgelişmiş ülkelerin refahına mal olmaktadır, ne yazık ki!