Kısa dalga yayın

30.04.2008

301 Köşk'ten döner!

0 yorum
TBMM'den TCK 301 hakkında yapılan değişiklik geçti. Şimdilik bekleyenlerin gözü aydın diyeyim.
Yapılan değişiklik:
301. Madde'de yer alan " Türklüğü" tanımı "Türk Milleti" olarak,
"Cumhuriyeti" tanımı ise "Türkiye Cumhuriyeti Devleti" olarak
değiştiriliyor.

Soruşturma açılma izni Bakanlığa veriliyor.

Soruşturma izininin Bakanlığa bırakılması soruşturma ve netice üzerindeki siyasi gölgeyi gözler önüne sermektedir. Soruşturma açılması izin yetkisinin bir siyaside bulunması 301 konusunu tamamen siyasi bir boyuta çekmektedir.

"Cumhuriyeti" tabirinin "Türkiye Cumhuriyeti Devleti" olarak değiştirilmesi düşünce özgürlüğü açısından olumlu ama değişiklik, hassas çevreler tarafından rejim problemi yaratabilir.

Esas önemli olan "Türklük" tanımı. Çünkü pozitif hukukumuzda millet değerlendirmesi özellikle Anayasa açısından "Türklük" tanımı üzerinden yapılmıştır. Bu sebepledir ki bu yasanın Köşk'ten döneceği kanaatindeyim.

Ayrıca bir hususa da değinmekte fayda var. TBMM'deki 301 tartışmaları esnasında şuradaki yazımda dile getirdiğim konuyu dikkate alanın sadece DTP olması ilgimi çekti:

KÜRTLER'E HAKARET EDENLERE 301'DEN DAVA AÇILMADI

DTP Grubu adına konuşan Batman
Milletvekili Bengi Yıldız, Kürtlere hakaret edenlere 301. maddeden dava
açılmadığını iddia ederek, ''Türklüğün bir üst kimlik haline gelebilmesi için
Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına hakaretten
dolayı insanlar ceza alsaydı, Türklük gerçek anlamda üst kimlik olabilirdi. Kim
hangi ırka, mensubiyete hakaret ediyorsa, esas o haindir. Birileri kınanıyor,
eleştiriliyor, hakarete uğruyorsa, o ülkenin bütünlüğüne, birliğine bir dinamit
konuluyor'' diye konuştu.

Tabi öncesinde aklınız neredeydi? Kimse düşünemedi siz bari suç duyurusunda bulunsaydınız demek lazım ama bu da birşeydir. En azından Türklük tanımına sahip çıkıp uygulamalardan veryansın etmek de onlar açısından bir gelişmedir heralde. Bu veryansını da 301. Maddenin değişeceği konusuna kesin baktıklarından dolayı dile getirdiklerini düşünüyorum.

Bu yaklaşımı daha önce sergilemiş olsalardı herşey daha farklı olurdu.

Köşk görelim neyler...

27.04.2008

Sakarya'da terör örgütü provakasyonu

3 yorum
Öğrendiğim kadarıyla bu akşam kongre yapan DTP liler, kongrenin yapıldığı düğün salonunun etrafına DTP flamalarıyla beraber terör örgütünü temsil eden bezleri de asmaya çalışmışlar.

Olay farkeden halk terör örgütü bezlerini asanları linç etme girişiminde bulunmuş ve ardından bu provakatörler düğün salonuna kaçmış.

Daha biraz evvel gördüm ki polis ve jandarma (cankurtaranlar da mevcut), kongrenin yapıldığı düğün salonunun bulunduğu yere çıkan caddeleri saatlerdir ablukaya almış giriş çıkışlara izin vermiyor.

Orada bulunan Sakaryalılar sabırla bekliyorlar ve şehrin çeşitli yerlerinden özellikle gençler o mevkiiye doğru toplanıyorlar. Karşılaştıklarımı provakasyona gelmemeleri konusunda uyardım da inşallah kötü bir şeyler olup da bu provakatör teröristler yüzünden polisle halk karşı karşıya gelmez.

Gün ola hayrola!!

Gün oldu...

25.04.2008

Yeni sosyal güvenlik yasası ( SSGSS) kime yarıyor?

1 yorum
"Söliiim mi sööölim mi?"

Söyleyeceğim tabi de öncesinde çalışan için neler getiriyor ona bir gözatalım:

* EMEKLİ MAAŞI DÜŞECEK: Emekli aylıklarının hesaplanmasında kullanılan güncelleme katsayısı, her yılın aralık ayında açıklanan TÜFE ile o yılın GSYİH gelişme hızının yüzde 30'unun toplamına bir tam sayının eklenmesiyle bulunacak. Bu da emekli maaşlarının kademeli olarak azalması sonucunu doğuracak. Çalışanlardan daha çok prim kesilecek ve ele geçen ücretler azalacak.
* DAHA GEÇ EMEKLİLİK: Halen kadınlarda 58, erkeklerde 60 olan emeklilik yaşı kademeli olarak artırılarak 65'e çıkacak.
* EMZİRME YARDIMI: Emzirme yardımı 6 aydan 1 aya indirildi. Çocuğun yaşaması koşuluyla doğum tarihinde geçerli olan asgari ücretin üçte biri tutarında (202 YTL) emzirme ödeneği verilecek.
* KADIN OLMANIN AĞIRLIĞI: Çalışmayan ve evlenmeyen kız çocukları, yaşı ne olursa olsun anne ya da babalarının sigortalılıkları nedeniyle sağlık yardımlarından
yararlanırken bu hak erkek çocuklarında olduğu gibi 18 yaşla sınırlandırılacak.
Kız çocukları okursa bu haktan yararlanma sınırı 25 yaşa çıkacak. Ev hizmetlerinde hizmet akdi ile sürekli çalışıp, prim kesilemeyecek kadar az gelir elde eden kadınların, sigortalı olma ve yardımlardan yararlanma hakları kaldırılacak.
* EVLENME ÖDENEĞİ: Ölen sigortalının yetim kız çocuğuna ödenen 24 aylık tutarındaki evlenme yardımı, yüzde 50 indirilerek bir yıla düşürüldü.
* İŞSİZE SAĞLIK GÜVENCESİ YOK: İşsiz kalan sigortalıların işsizlik maaşı aldıkları süre boyunca sağlık sigorta primlerinin devletçe karşılanması tasarıdan çıkarıldı. İşsiz kalan Bağ-Kur'lunun 240, SSK'lının 90 gün boyunca sağlık hizmetlerinden sigortalı olarak yararlanma hakkı 10 güne indirildi.Pek çok meslekte yıpranma payı kalkıyor
* YIPRANMA:
Gazetecilerin de aralarında olduğu pek çok meslek grubunun yıpranma hakkı Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararında bulunmamasına karşın tasarıdan çıkarıldı.
TSK, Emniyet ve MİT mensupları ile dalgıçlar, radyoaktif maddelerle yapılan işlerde çalışanlar, asit üretimi yapılan yerlerde, demir ve çelik fabrikalarında çalışanlara bir yılda 90 gün fiili hizmet zammı verilecek.*
Kaba taslak SSGSS neler getiriyor gördükten sonra kendi adıma yorumuma geçeyim.
Daha şuradaki yazımda kadınlar ve iş dünyası hakkında görüşlerimi dile getirmiştim. Dileyen ordan bi göz atsın söylediklerime.

SSGSS den anlaşıldığı üzere, kadınların eşten veya babadan kendisine intikal eden tazminatlar ya kısılıyor ya da ortadan kaldırılıyor. Sermaye ısrarla kadın işgücünü bünyesinde istiyor ve SSGSS de kadınları buna zorluyor. Kız çocukları eğer okursa en fazla 25 yaşına kadar babanın sosyal güvencesinden sağlık yardımı alabilecek yani hem evde yat hem de beleşten sosyal güvenceden faydalan mantığı ortadan kalkıyor. Kız kısmısı bu şekilde sermaye işgücü olmaya veya koca kucağına itiyor.
Kızların sağlık yardımından faydalanma yaşının sınırlandırılması, dul eşe çeyiz parası ödenmemesi, emzirme ödeneğinin düşürülmesi Sosyal güvenlik kurumu yönünden düşününce üzerindeki yükü azaltan olumlu bir yaklaşım ve mantıklı.
Çünkü hem babadan maaş alan hem de (bu maaş ve sosyal güvencenin kesilmemese için) dini nikahla evlenen yüzlerce insan gördüm. Bu durum bütün çalışanlar için fazladan bir yüktür, bu yaklaşımlara bir de bu yönden bakmak gerekli diye düşünüyorum.
Bunun dışında çalışan kadınların haklarındaki kayıplar konusunda o meşhur (laiklik vs gibi konularda açıklama yapma hassasiyeti gösteren) STK lara asıl bu konuda çok işler düşüyor.
Kadınları iş gücüne dahil edeceğiz diye çalışan kadınların haklarının ellerinden alınması bence haksızlık.

Ve tabi ki emeklilik meselesi: Senelerdir, usulsüzlüklerle hortumlarla şişe şişe patlama noktasına gelen SSK ve BAĞKUR açıklarını telafinin en kolay yolu emekli sayısını azaltıp çalışma süresini uzatmaktan geçiyor. En azıdan bunun kademeli artışının öngörülmesi güzel de bakalım beklenen sonuca ulaşılacak mı?

Neticede (SSGSS) yeni sosyal güvenlik yasası daha uzun süre insanları çalışmaya yönlendirecek, özellikle kadınların işgücüne dahil olması zorunluluğunu getirecek ve insanları boş gezmekten alıkoymaya yarayacak bir yasa olması itibariyle öncelikle sermayeye ardından da sırtındaki kamburu tedavi etmesi amacıyla sosyal güvenlik kurumuna yarayacaktır. (İnşallah, temmenimiz o yönde)
Yalnız sosyal güvenlik kurumunun sırtındaki kamburu yok edeceğiz diye sadece ve sadece çalışana yüklenilmemesi gerekir, sermaye ve kamunun da elini taşın altına koyması gerekecek.

AAAAAAma bu süreçte hükümet tarafından göz ardı edilmemesi gereken en önemli sorun İSTİHDAM. Bu yasayla birlikte ek istihdam sahaları açılamazsa ülkemizde sosyal bir patlama yaşanır kanaatindeyim, bunu hatırlatmakta fayda var.

Çoktan seçmeli hayat

0 yorum
Formüle edilerek, çoktan seçmeli dört şık arasına yerleştirilip tarafımızdan daha tanınmadan çözülmesi istenen hayatın, işlem hatalarıyla ulaşılan yanlış sonuçları arasından merhaba.

Tek, bir doğruyu götürmek için kaç yanlış yerleştirdiniz acaba yaşamımıza düşünmüşlüğünüz var mı hiç? Haksızlıklar arasında bin bir güçlükle ulaşılıp da bulunan bir sonucun, daha doğrusunu bulamadan elimizde kalan yanlışlarla bezendi yaşamımız.

Daha hayatın o “şık” görünüşünün yansıması yüzüne vurmayanların o küçücük daireleri karalamadan yaşamlarında ellerinden giden doğrulara kaç puan veriliyor acaba sizin not sisteminizde?

Hayatın formülünü çözmüş kocaman ayakların hemen serçe parmağının dokunup geçtiği yerde sizden bilmem kaç üzerinden not beklemeyen, gözlerinden bir göz damlası düşmesine ramak kalmış serçelere ne vaat ediyor not sisteminiz?

Bir tarafta şıklar arasındaki girift hayatın iplerine dolanmış, diğer tarafta hiç de “şık” olmayan yaşamın moda rüzgârına kapılıp kendisine tutunacak dal bulamayan solmuş yaprakların hesabını bir soran çıksa verecek cevabınız var mı acaba?

Suçüstü yakalanan kaypak kalpazan gibi “Eğitim şart!” diyip kameralar önünde sırıtmayı mı düşünüyorsunuz cevap olarak?

Her sabah bir ağızdan varlığını Türk varlığına armağan eden bizlere, Türk’ün varlığında var olmak için siz neyi armağan ettiniz? “Şık”larla bezenmiş, gidiş yolundan dahi puan alamadığımız hayatı mı yoksa?

“Ey yükselen yeni nesil! İstikbâl sizindir. Cumhuriyet'i biz kurduk; onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz.” diyor Mustafa Kemal Atatürk.

Puan vermeseniz dahi çözmeye çalıştığımız hayatın “gidiş yolunda” önümüzdeki engelleri kaldırın. Biz, sizin bir doğruyu götüren dört yanlışınızla değil bütün yanlışları ortadan kaldırmaya muktedir bir doğruyla muasır medeniyetler seviyesinin üstüne varılacağının bilincindeyiz.
Hayatımızı çoktan seçmeli şıklara değil bize bırakın!

24.04.2008

Uçan TRT ve 23 Nisan şenlikleri

0 yorum
Dün, TRT tarafından düzenlenen 23 Nisan Uluslararası Çocuk Şenliğini seyretmek amacıyla ekran başında keyifli vakit geçiririm düşüncesindeydim. Ne yazık ki görüntülerin oynaklığından hiçbir şey seyredememekle kalmadım bir de sinirlerim alt üst oldu.

Bu zamana kadar seyrettiğim en iğrenç en berbat TRT çekimiydi. Kompozisyon, kadraj denen hiçbirşey yoktu ekranda. Dans eden çocuklarını kafalarının arkadan görüntüsü, zırt pırt değişen görüntüler sinirlerimin alt üst olmasına yetti. TRT gibi ülkemizin yayıncılık literatürü olması gereken bir kuruma yakışmayan bir yayındı. Sunucunun konuşması esnasında kafasındaki tokaları ve yakın plan ağzına girilmiş mikrofon ve dudak miksajları muhteşemdi, ağzım açık seyre devam ediyordum. Çekyatı tırmalaya tırmalaya bir oldum. Yapılan yayın, Allah'tan 30. Yıl Özel Yayınıydı, yoksa daha ne rezalet bi yayıncılık sergilenirdi tahmin etmek bile istemiyorum.

Ne Aspendos'un ne yapılan dansların bir keyfi vardı ekranda. O koca yayın boyunca işe yarar tek görüntü arasıra ekrana yansıyan içindeki kalabalıkla uzak çekim Aspendos'tu.

İbrahim ŞAHİN harbiden uçuruyor TRT'yi öyle ki kameraların uçuşundan ekranda seyre değer bir şey göremiyoruz. Tek temennin TRT daha fazla uçmadan sağ salim ayaklarını yere sağlam bastığı zamanlara dönmesi.

19.04.2008

Terk etmek hayat verir yalnızlığa

0 yorum
Değer bilmez insanlar sebebiyle terk edilmiş yalnızlıklara, değerini bildiğimden ben sahip çıkabilirim. Çünkü yalnızlık tek başına kalmayı hak etmiyor. İnsanın en asil dostlarından birisidir yalnızlık. İnsanların hayatındaki kürkçü dükkanıdır o. Tek başına kalmaya alışık, seni tek başına bırakmamaya yeminli bir dost.

Paylaşılmayı değil de terk edilmeyi bilir ve terk edene asla öfke duymaz. Paylaşılmayı hakaret atfeder kendine. Onu var eden terk edilmektir. Eşiniz, dostunuz, sevgiliniz sizi terk ederek cezalandırırken, yalnızlık varlığıyla ödüllendirir sizi.

Yalnızlık; çölde susuz kalan insanın kavuştuğu vahadır en gerçekçisinden. Dünya ne kadar yalan ise yalnızlık o kadar gerçektir. İnsan terk etse de yalnızlık insanı terk etmez her daim yanındadır. Sorsalar, yalnızlığı bütün insanlığa tercih edebilirim.

Tek başıma kalmadım, kalamadım
Beni bana bırakmadı
Kendinden ayırmadı
Ben terk etsem de
O terk etmedi
Terkimde değil hep yanımdaydı
Ömrüm beşikten mezara hep yalnızlıklaydı

18.04.2008

Pozitif hukuk kaynaklarından Türklük tanımını çıkarmak bölücülüktür.

0 yorum
T.C Anayasası MADDE 66. – Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan
herkes Türktür.

Türk Ceza Kanunu Madde 301 - (1) Türklüğü, Cumhuriyeti
veya Türkiye Büyük Millet Meclisini alenen aşağılayan kişi, altı aydan üç yıla
kadar hapis cezası ile cezalandırılır.


M.S. 9 yy dan itibaren Bizans kaynaklarında Anadolu Türkiye diye tabir edilmekle birlikte Doğu kaynaklarında da Doğu Roma hükümranlığı altına girdiğinden dolayı Rûmi diye tabir edilmiştir. Yine batılı kaynaklarda(gezgin günlükleri, diplomatik yazışmalar) 20.yy başlarından itibaren Anadolu Türkiye olarak nitelendirilmiştir. Bunun en büyük sebebi o söz edilen dönemlerde bu topraklarda Türk hükümranlığının sürmesidir.

Günümüzde artık hem batı hem de doğu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını artık etnik kökenine inmeden Türk olarak nitelendirmektedir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına sahip herkes dünya genelinde ağırlıkla Türk olarak tanımlanmaktadır. Türk adı artık etnik kökenler üstü bir konuma ulaşmıştır. Yurtdışında başarı kazanan olsun, huzursuzluk çıkaran olsun taşıdığı vatandaşlıktan dolayı Türk olarak nitelendirilmektedir ve halkımız hem de devletimiz açısından iyi şeylere sebep olan gurur kaynağı, kötü şeylere sebep olan utanç kaynağı olmaktadır Türk olarak.

Özellikle sporda ağırlıkla olimpiyatlarda ülkemizi temsil etmek ve faaliyet göstermek üzere T.C. vatandaşlığı verilen insanlar duygularını dile getirirken Türk olmanın verdiği gururdan ve sevinçten bahsederler. Çünkü onlar da dünyadaki kanı üzerine Türk oldukları bilirler.

Şimdi AB baskısı ve çeşitli işgüzarların desteğiyle TCK 301'de ve Anayasa da yer alan Türklük tanımı değiştirilerek ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Şunun şurasında yuvarlak hesap 200 senedir bir devlet olmuş ABD bile çok kültürlü halkını bir arada tutmak için türlü çabalar harcarken, AB kendi içinde etnik parçalanmalara çözüm bulamazken fikir özgürlüğü fırtınasını arkalarına almışlar yüzyıllardır bir halkı birleştirip millet olmalarının önünü açan bir birliktelik kavramını etnik düzeye indirerek ortadan kaldırmaya çalışmaktalar.

TCK 301 yorumlanırken Türklük kimliğinin barındırdığı bütün etnisite dikkate alınarak değerlendirilmeli. Çünkü Türklüğü aşağılamak, Kürtleri, Çerkesleri, Tatarları vb T.C. vatandaşlığına sahip Türklüğü var eden etnik değerleri de aşağılamaktır. Kamuoyunda bu şekilde değerlendirildiğine, Türklüğün etnik bir değer olarak algılanmasından dolayı hiç rastlamadım. Bu hem savcıların hem de bu konuda duyarlı insanların gözünden kaçan bir noktadır diye düşünüyorum. Ayrıca halkın büyük çoğunluğunun özellikle aydınların pozitif hukuk kaynaklarındaki Türklük tanımının bu durumunu göz ardı ettikleri kanaatindeyim belki de bilinçli olarak bu yaklaşım gündeme getirilmiyor. Kim bilir?

Bugün varolan bütüne sahip çıkmayan insanlar, yarın kendilerine etnik bir bütünlük sağlama sözü verenler karşısında kendi bütünlüklerine nasıl sahip çıkacaklar acaba?

Dünya çapında, içinde barındırdığı bütün etnik unsurlarla beraber bir milleti tanımlayan Türklüğü; etnik bir düzeye çekmeye calışarak milletin bütünlüğü açısından müthiş önemli bir bağı koparmanın peşindeler. Ve eğer bu başarılı olursa orta vadede emperyalizmin kurbanı bir toplum olmaktan öteye gidemeyeceğiz.

Artık böl-parçala-yönet sisteminin işlerliğinden tereddüt eden var mı bilmiyorum, tereddüt edenlere de yakın tarih Orta Avrupa'sını incelemelerini öneriyorum.

Bir topluluğu millet yapan herşeye el atılıp millet nezdindeki değerleri sıfıra çekilmeye çalışılıyor. Bireyselleşme rüzgarıyla ebeveynle çocuklar arasında uçurum giderek büyüyor, ekonomik sebepler nedeniyle insanlar çekirdek aile yapısına bürünerek toplumdan kendini soyutluyor, yine ekonomik sebepler dolayısıyla gençlik aile olmanın sorumluluğundan kaçıyor. Şuursuzca eğitim sistemi daha kendini tanımayan çocukları bireyselleşmenin kasırgasına sürükleyerek, ana-baba, öğretmen, büyük-küçük bilmeyen egoist gençliğin oluşmasına sebep oluyor.

Düzeni kuran pozitif hukuk kaynaklarından bir topluluğu millet yapan değerlerin ayıklanması çözülmeye giden süreçte parça tesirli bir bombadır.
Başta T.C. Anayasası olmak üzere pozitif hukuk kaynaklarından Türklük tanımı çıkarmak bölücülüktür. Üniter devlet yapısının temeline ve toplum huzuruna konan bir bombadır.

Türklük; etnisite üstü bir tanımdır ve bunu ortadan kaldırmak halkı ve devleti bölmekten başka birşey değildir. Türklük altında hayatiyetine devam eden herkesten Türklük tanımını tekrar bir düşünmelerini rica ediyorum.

Emperyalizm, Türklük gibi dünya çapında kabul görmüş bir kimlikle varolma durumları elllerinden alınan hangi etnik topluluğa özgürce yaşama şansı verir sizce?

16.04.2008

Türkiye'de düşünce özgürlüğü yok (mu acaba?)

2 yorum
Cemil İpekçi, Guardianturk te yazdığı bir yazıda dile getirdiği görüşlerinden dolayı kendisine yöneltilen eleştiri ve ithamlardan dolayı Türkiye'de düşünce özgürlüğü olmadığına kanaat getirmiş ve internethaber de bunu haber yapmış.

Yazıdan giriş:

Türkiye’de düşünce özgürlüğünün olmadığını geçen üç dört ay içerisinde daha iyi anladım. Benden başka pek çok kişinin de savunduğu gibi, üniversitelerde türban yasağının bireysel özgürlükler açısından yanlışlığını ifade ettim. Ben bir düşünce dile getirdim ama karşıma çoğunlukla bir başka düşünceyle çıkılmadı.
Bu süreci kamuoyu çok iyi biliyor. Bazıları cinsel seçimime doğrudan ya da dolaylı göndermeler yaparak saldırdı. Bazıları da bu düşünceleri dile getirmemi, iktidardan maddi kazanç sağlama isteğime bağladı. Bu sırada asılsız o kadar çok iddia gündeme getirildi ki, saymakla bitmez.

Düşünce özgürlüğü izafi bir değer. T.C. olarak Anayasa'da (Md.25,26) özgürlük tanınsa da "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir." diye bir fıkra bulunur.

Dile getirilen bir düşünceden dolayı çeşitli çevrelerden alınan tepkiler, nasıl oluyor da Türkiye'de düşünce özgürlüğü olmadığı şeklinde değerlendiriliyor şaşkınlıkla seyrediyorum. Bu sadece Cemil İpekçi'ye özgü bir tutum değil, ülkemiz yazarının, çizerinin genel tavrı. Söylenenler karşısında bir tepki doğduğu zaman hemen öne sürülen; Türkiye'de düşünce özgürlüğü olmadığıdır. Garip! Hayır noldu anlamadım! Söylediklerinden dolayı hakkında soruşturma mı açıldı, karakola çekilip dövüldü mü, hakkında hapis kararı mı çıktı?

Sen nasıl bir düşünceyi dile getirme hakkınına sahipsen karşındakiler de buna mukabil birşeyler söylemek ve söylenenleri eleştirme hakkına sahipler elbette. Karşıdakinden hoşgörü ve tahammül bekliyorsan aynısını sen de göstermelisin.

İlginç! Bazı şeyleri söylemeden önce bir terazide tartmak gerektiğine inanıyorum. Şimdi bir restorana gidip, garsonun giysisini beğenmeyip, çatalın kirinden dem vurup restoranı birbirine katıp kıçına tekmeyi yiyince; bu ülkede düşünce özgürlüğü yok diye feveran etmek gibi bir durum bu.

Haa! Söylediklerin karşısında hakaret eden olur, cinsel minsel yaşamını ortaya katıp hakir görenler olur o ayrı. Şahsa hakaret vs durumlar için yargı yolu açık. Hakaret aşağılama, haysiyete taciz söz konusu ise ya (kendine yakıştırıyorsan) onlar gibi cevap verirsin veya yargıya gidersin. Düşünce özgürlüğü yok diyerek bu tür yaklaşımlara sözde aydın popülizmi yaparak tavır koymak pek şık durmuyor düşünce özgürlüğü açısından.

15.04.2008

Avea ya Yuhh be!

2 yorum

AKP iktidarının TİM'e peşkeşi olan AVEA zımbırtısı ister Acun'u Ağrıya, Nemrut'a isterse Himalayalar'a çıkarsın ekranlarda muazzam çekiyor diye bangır bangır bağırtsın; çekmiyor birader işte! Ne var dağda çobana, halıcı kızlara, Türk halkına ekranlardan yalan söyletiyorsunuz? Lanet operatörünüz çekmiyor işte. Yandaki odadan da, Sakarya, İzmir gibi iki şehir arasında da çekmiyor. Tahkim mahkim adına, Berlusconi'nin Tayyip'le kankalığı adına yediniz gül gibi Aycell'i ama bir bok yapamadınız işte! giden bu ülkeden gitti yine.

Bu devirde hala daha çekiyor muhabbeti yapıyorsunuz! Gerçi Turkcell'de şimdi Sivas'ın bir köyünden benzer bir reklam yayımlıyor koskoca turkcell'e hiç yakıştıramadım, "sen de mi turkcell?" diyebiliyorum sadece.

9.04.2008

Benim oyum niye dağdaki çobanla eşit değil?

0 yorum
Aysun Kayacı sayesinde taaa Aristo'dan beri süregelen bir tartışma gündeme geldi. Aysun Kayacı, "benim oyum niye bir çobanın oyuyla eşit?" diyerek bir sorgulamaya gitti. Kendisinin, vergisini verdiğini vs vatandaşlık sorumluluklarını yerine eksiksiz getirdiğini söyleyerek bu ülkede kaçak elektrik kullanan, üretime katkısı bulunmayıp yardımlarla geçimi sürdürenlerle eşit oy hakkı olmaması gerektiği konusunda bir sitemde bulundu.

Bu konuyla ilgili gazeteport yazarlarından Ali İhsan Karacan bir makale yazmış. Bir kişi, bir oy başlığıyla kaleme alınan yazıda herkesin bir oy hakkı bulunduğundan bahsediyor çeşitli referanslara başvurarak ama asıl konunun bu olmadığını savunuyor. Karacan' ın makalesine istinaden YSK dan 2007 Genel Seçim sonuçlarıyla ilgili bir ülkenin dört yanından değerler vereyim. "Herkesin bir oy hakkı olmasına rağmen bu temsile neden yansımıyor?" asıl bunu sorgulamak lazım çünkü vereceğim değerlere bakınca oy hakkının eşit olmasına rağmen eşit olmayan başka birşeyin olduğu ortaya çıkıyor.







Seç.Bölg. Parti Aldığı Oy MV Sayısı 1 MV Çıkaran oy
Sinop AKP 52.052 2 26.026
Sinop CHP28.800 128.800
HakkariAKP29.5132 14.756
HakkariBĞMZ49.560 1 49.560
Hatay AKP 261.971552.394
HatayCHP199.838366.612
IğdırAKP18.672118.672
IğdırBĞMZ26.175 126.175
İzmir 1AKP333.434566.686
İzmir 1CHP370.2075 74.041
İstanbul 1AKP939.027 1372.232
İstanbul 1CHP639.723879.965

Manzara bu şekilde; bir seçim bölgesinde 79.965 kişiyi 1 MV temsil ederken başka bir beçim bölgesinde 14.756 kişiyi 1 MV temsil etmekte.

  • Siyasi partilerin, demokrasinin vazgeçilmez unsuru olduğuna inanmıyorum. Partiler olmadan da siyaset yapılabilir diyorum. Daha da diyecemlerim var ama sırası gelince.
  • Bir yandan siyasette kurumsallaşma teşvik ediliyor diğer yandan kurumsallaşmaya çalışan siyasette adil bir düzen yok. 5 e 1, İstanbul'da 5 kişinin TBMM de temsil hakkına karşılık Iğdır'da 1 kişinin temsil hakkı var.
  • Bağımsızlar konusuna gelince onlarda da durum vahim: Bağımsız temsil oranına baksan kendi aralarında da partilere nazaran da 1 e 2.
  • Ayrıca demokrasiyi geliştirmek adına partilere yapılan yardımlara bir bakın. Yine isabet oldu Melike İlgün yazmış.

Ve Kasım 2002’den Temmuz 2007’ye kadar olan yaklaşık 4.5 yıllık süreç boyunca bu beş parti yaklaşık 729 milyon YTL yani yaklaşık 600 milyon dolar tutarında hazine yardımı aldı. Ve bu para; AKP’ye yaklaşık 300 milyon YTL CHP’ye yaklaşık 170 milyon YTL DYP’ye yaklaşık 84 milyon YTL MHP’ye yaklaşık 73 milyon YTL
GP’ye yaklaşık 64 milyon YTL olarak dağıtıldı.

... Ve sonra 22 Temmuz 2007 seçimleri geldi. Senin benim cebimdeki parayı ırtıklamayı hak sayan partiler analarının ak sütü gibi helal olan bu trilyoncukları ne kadar hak ettiklerini 22 Temmuz 2007 seçimlerinde gösterdi.
Meclise sadece üç parti girdi. Sadece üç parti yüzde 7’yi aşıp hazine yardımı almaya hak kazandı.

Peki bu üç parti, yani AKP, MHP ve CHP bu kez senin benim cebimden ne kadar tırtıklayacaktı? İşte soru buydu. Ama bu soru cevabını öğrenince benim için sorun oldu. Zira bu rakam yasalarda hazine yardımının bütçenin 5 binde 2’si olarak yapılacağının sabit olması ve Gayri Safi Milli Hasıla’nın da artması nedeniyle epey yükseldi, bir milyar dolara vardı.
Yani olan şu. AKP,CHP ve MHP’ye önümüzdeki beş sene içinde senin benim cebimden bir milyar doları yani bir milyar 300 milyon YTL’yi uzanıp alıverecek. Eğer benim gibi YTL’yi hala tam kavrayamayanlardansanız bu miktarın eski parayla 1.3 katrilyon TL yaptığını hatırlatayım size…

Peki bu neyin nesidir, temsilde adalet vızırtıları n'oldu diye düşünüyorsanız Milletvekili Seçimi Kanunu'na bir göz atın derim. Aslında göz atsanız da pek anlaşılır değil : " İllerin çıkaracağı milletvekili sayısının tespitinde toplam milletvekili sayısından (...) her ile önce bir milletvikili verilir. Son genel nüfus sayımı ile belli olan Türkiye nüfusu, birinci fıkradaki illere verilen milletvekili sayısı çıkarıldıktan sonra kalan milletvekili sayısına bölünmek suretiyle bir sayı elde edilir. İl nüfusunun bu sayıya bölünmesi ile her ilin ayrıca çıkaracağı milletvekili sayısı tespit olunur.(...) nüfusu milletvekili çıkarmaya yetmeyen illerin nüfusları ile artık nüfus bırakan illerin artık nüfusları büyüklüklerine göre sıraya konulur ve ilk hesapta iller arasında bölüştürülmemiş bulunan milletvekillikleri bu sıraya göre dağıtılır.
Son kalan milletvekilliğinin verilmesinde, iki veya daha fazla ilin eşit nüfus veya nüfus artığı göstermesi halinde, bunlar arasında ad çekilir."
  • Yani; her ile öncelikle 1 milletvekili verilmesi ve nüfusları milletvekili çıkarmaya yetmeyen iller ile artık nüfus bırakan illerin işin içine girmesi meselesi bu olayı anlaması zor bir hale getiriyor. Neticede eşitlik haksızlık durumunun ortaya çıkmasına sebep oluyor.

Yani Aysun, anacım; sen canını boşuna sıkma ne senin oyun bir çobanın oyuna eşit ne de çobanın oyu senin oyuna.

8.04.2008

Bilimi tahakküme alan AB'nin 301 takıntısı

0 yorum
Ceza yasalarıyla tarih ve bilimi tahakküm altına alarak "Ermeni Soykırımının olmadığının dile getirilmesini" suç sayan Fransa önderliğindeki AB'nin 301 takıntısı ve baskısı devam etmektedir.
Bir devletin kendini ve teşkilatını koruması kadar doğal bir reflekse karşı çıkmak ne kadar akılcıdır bilemiyorum. Öncelikle Avrupadaki devletlerde benzer maddeleri bir görelim.

ALMANYA- Ceza Kanunu, Madde 90: " Her kim bir toplantıda veya yazılı neşriyatın dağıtılması suretiyle alenen Almanya Federal Cumhuriyeti'ne veya federe devletlerine veya anayasal düzenine hakaret eder veya kötü niyetle AŞAĞILARSA veya Almanya Federal Cumhuriyeti'nin veya federe devletlerden birinin renklerini, Bayrağını, Armasını Veya Ulusal Marşını Tahkir Ederse üç yıla kadar hapis veya para cezası ile cezalandırılır."

İTALYA- Ceza Kanunu, Madde 292: " Her kim ulusal bayrağı veya devlete ait diğer bir sembolü aşağılarsa bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."

POLONYA- Ceza Kanunu, Madde 133: " Her kim Polonya Halkını ve Polonya Cumhuriyeti'ni alenen AŞAĞILARSA bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."

İSPANYA- Ceza Kanunu Madde 543: "...İspanya'nın, özerk bölgelerini veya simge ve amblemlerinin Sözle, Yazıyla Veya Eylemle alenen AŞAĞILARSA veya KÜÇÜK DÜŞÜRÜRSE, yedi aydan 12 aya kadar hapis cezası ile cezalandırılır."

DANİMARKA- Ceza Kanunu Madde 110;" Her kim bir milleti, devleti veya bayrak ya da alametlerini veya Birleşmiş Milletleri ya da Avrupa Parlamentosu' nu alenen AŞAĞILARSA dört aya, eğer ağırlaştırıcı nedenler varsa iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."

FRANSA- Basın Özgürlüğü Kanunu Madde 30: "...hiç kimse Fransız ulusunu, Fransız devlet kurumlarını aşağılayıcı yayın yapamaz"

PORTEKİZ- Ceza Kanunu Madde 332 "...Her kim sözle, hareketle, yazıyla veya
bir iletişim aracıyla Cumhuriyeti, ulusal bayrağı veya ulusal marşı, Portekiz
hükümranlığının herhangi bir sembolünü veya amblemini aşağılar veya gerekli
saygıyı göstermezse 2 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır." *

Şimdi bir de bizdeki maddeye bakalım:

TÜRKLÜĞÜ, CUMHURİYETİ, DEVLETİN KURUM VE ORGANLARINI
AŞAĞILAMA
Madde 301 - (1) Türklüğü, Cumhuriyeti veya Türkiye Büyük Millet Meclisini alenen aşağılayan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Türkiye Cumhuriyeti
Hükûmetini, Devletin yargı organlarını, askerî veya emniyet teşkilatını alenen
aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Türklüğü aşağılamanın yabancı bir ülkede bir Türk
vatandaşı tarafından işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte bir oranında
artırılır.
(4) Eleştiri amacıyla yapılan düşünce
açıklamaları suç oluşturmaz.
Bizdeki maddeler ile AB ülkelerindeki maddelerde bir fark dikkatinizi çekti mi? Aaaaaa, oldu mu şimdi?

301. Madde'nin 1. fıkrasının ne ile başlıyor? Türklüğü....
Evet, işte AB'nin asıl karın ağrısı burada başlıyor. T.C. Anayasası'nda içindeki bütün unsurlarla bir milleti tanımlayan Türklük tanımı hazımsızlıklarının temeli.

Örnek verilen yabancı ülke yasa maddelerinde ağırlıklı olarak devlet, federasyon, eyaletler, marşlar bunların simgeleri hatta renklerine karşı bir tahkirin cezalandırılması ön görülüyor.
T.C. her ne kadar batı tarafından devletçi (Kemalist) görülse de yasaları devlet teşkilatından önce milletin tahkirini cezalandırmayı öngörür. Çünkü devlet, egemenliğini ve bunu kullanma yetkisini doğrudan milletten alır ve en başta da egemenliğin kaynağı görülen milleti koruma içgüdüsüyle hareket eder.
Aslına bakılırsa bu durum; "devlet için millet mi, millet için devlet mi?" kısır tartışmasının da cevabını doğal olarak yasalarla vermiştir. Devlet millet için vardır ve öncelikle milletin varlığını ve haysiyetini korumayı kendine şiar edinmiştir.

Peki AB'nin bu 301 çığırtkanlığıyla milletle ne alıp veremediği vardır?
301 kalksındı, değiştirilsindi, dava açmaya karar yetkisi Ad.Bakanına verilsindi, bunlardan önce cevap verilmesi gereken soru budur: AB milletin varlığından ve haysiyetinin muhafazasından neden rahatsızlık duymaktadır?

Kendimce cevabını vereyim: Küreselleşen dünyada artık güç sermayelerin elindedir. Ve bu gücü kullanmanın en kolay yolu merkezden bağımsız, federatif yapılardan geçmektedir. Bu şekilde karar mekanizmalarının direnci kırılmakta ve bürokrasi yok derecesine indirilmektedir. Bu da sermayenin atını dilediği gibi koşturmasının yolunu açmaktadır.
En basitinden orta avrupaya bir göz gezdirmekte fayda var. Eyaletleri de geçin, artık şehir devletçikleriyle donanmıştır. Ülkemizde de yapılmak istenen kısa vadede, millet bütünlüğünün, dayanacağı temelleri yıkarak (Anayasa, Ceza kanunları, gelenekler, mitler) ayrıştırılması ve toplumun federatif bir yapıya müsait hale getirilmesidir. Modernleşme süreciyle üretim çarkında dönmekten benliğini kaybedip bireyselleşmeye koşar adım giden bir toplumu şu anda bir arada tutan kültürel değerlerle, milli değerlerin yasal korumalarıdır. Bireyselleşme yolunda ilerleyen toplumun, kültürel harcı yok edilip devlet ve değerler lehine koruma güdülerinin nötrolize edilerek tepkisizleştirilmesine çalışılmaktadır.

İşte bu noktadan hareketle 301.maddede AB tarafından asıl sorun milletin korunmasıdır. Ve yapılanlar da bu koruma mekanizmasının ortadan kaldırılmasıdır.

Şuursuzca 301 aleyhine demokrasi, fikir hürriyeti çığırtkanlığı yapmadan önce biraz düşünmekte fayda var. Medyaya yansıyan 301 polemiklerine taassupla atlamadan önce, açılan her davanın davalının suçlu olması anlamına gelmeyeceğini bilmek gerekir. İnsanlar 301'e istinaden dava açabilirler, bu 301 in antidemokratik olduğu anlamına gelmez. Hassasiyet bakımından iş savcılara ve hakimlere kalıyor.

301/4 te ne diyor : Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.

7.04.2008

Gece

1 yorum

Gece!

Sana hiç soruldu mu bilmiyorum, bana sorulduğunu hatırlamıyorum. Zaten bana sorulan sorular kadar verdiğim cevaplar anlamsız belki çoğu zaman yalandır. Çünkü cevaplarım karşı tarafın duymak istedikleri olmuştur, nadiren kendimin duymak istediklerini söylemişimdir. Hayır korktuğumdan değil, karşı tarafın işine yaramayacağından saklamışımdır cevaplarımı. Cevabını bilmeyen soru sormaz çünkü bildiğinin başkası tarafından onaylanmasını ister. İşte bu noktada benim cevabımın ne olacağı karşı taraf için değil benim için önemlidir.Benim derdim de değil bu.
Dedim ya, gece!
Karanlık mı? Belki seneler öncesinden sormuş olsalardı “Gece nedir?” diye, cevabım o olabilirdi. Artık değil. Gece asla karanlık değil.

Gece, sadece gündüzün hayata göz yummasıdır! Gündüz göz yumar hayata, gözleri açıkken yapamadıklarını yapsın diye. Gündüz, çekindiği için mi göz yumar hayata yoksa göz önündekileri görmemiş olmak için mi? Bence ikisi de değil. Hayatla insanın arasına girmemek için göz yumar hayata. İnsan, gündüzün gözlerine baka baka yapamayacağı eylemleri gerçekleştirebilsin diye göz yumduğunu bilmez hayatın. Bu fırsatın farkında olmadığı içindir ki gündüzün gözlerine baka baka yaşamaya devam eder.


gece
sensiz kaç gece
gecesiz kaç sen
ve ben…
nice gecegörmedim
gündüzün hayatagöz yumduğunu

1.04.2008

Devlet, Yargı ve Demokrasi üçleminde boğulan aydınlar

0 yorum
Demokrasi; tanımı üzerinde literatür olarak kesin bir görüş birliği olmamasına rağmen, bir organisazyonu veya devlet politikasını şekillendirmede tüm üye ve vatandaşların eşit hakka sahip olması şeklinde tanımlanıyor.

Günümüzde ülkemiz iktidarının şarkıcısından, akademisyenine, sıradan vatandaş tarafından ayak takımı olarak nitelendirilmesi birden ortaya çıkmış bir durum değildir. Demokrasinin ana yurdu denen Eski Yunan'da bile eleştirilere maruz kalmış ve ayak takımının yönetimi gibi aşağılayıcı ifadeler kullanılmış günümüzde de kullanılmaya devam edileceği aşikar.

Demokrasi, tanımı kadar uygulamaları ve içeriği olarak da çeşitli atıflara maruz kaldığından derin bir konu. Şahsen demokrasi tarihini buraya dökecek değilim fakat demokrasi üzerine dile getirmek istediğim düşüncelerimi paylaşmak istemekteyim.

AKP'nin hakkında Anayasa Mahkemesi'ne yapılan kapatma istemli başvuru kabul edildi ve iddianameye göre yargılama süreci başlamış oldu. Bu durum çeşitli medya ve kişiler tarafından; demokrasini aldığı bir darbe vb şekillerde dile getiriliyor, özellikle de yabancı basın ve AB sözcüleri tarafından. Elbette iç ve dış medya ve yabancı misyon görevlilerinin bu durumu demokrasiyi dile dolayarak halk nezdinde yargı aleyhine bir provakasyon olarak değerlendirdikleri görüşündeyim.

Özellikle başka zamanlarda dile getirilen kuvvetler ayrılığı ilkesi göz ardı edilerek hem memlekette istediği şekilde faizden kârını katlayan yabancı sermayenin hem de iktisadi ve ticari olarak kendi çıkarlarını gözeten dış ülke temsilcilerinin dile getirdikleri fiilen ülkenin iç işlerine müdahaledir.

Ancak Yargının işlevi Hukuk Devleti çerçevesinde önüne getirilen uyuşmazlıkları çözümleme yoluyla hukuka uygun davranışın sağlanması olduğundan, önceden olmasa bile sonradan harekete geçen Yargı denetimi nedeniyle bu organın Türkiye'deki sistem ve düzen uyarınca gerek Yasama gerekse Yürütmenin etkinliklerini denetleyebilme konum ve durumunda olduğu da bir gerçektir. Bu nedenle sadece işlevsel ağırlığını göz önünde bulundurarak Yargı için eşitler arasında önde gelen nitelemini kullanılabilir. Kaldı ki aynı organın Yasamanın daha oluşması aşamasında seçimlerin usulüne uygun bir biçimde yapılıp yapılmadığını ve şikayet üzerine değil doğrudan doğruya genel yönetim ve denetiminde görevli bulunduğunu göz önünde bulunduracak olursak bu önde gelme durumunun daha da belirginliştiğine inanabiliriz.

Yargının eşitler arasında önde gelme niteliğinin bir başka kanıtı, çağdaş devletin en önemli özelliğinin Sosyal Hukuk Devleti olması zorunluluğudur. Nitekim ekonomik bir kavram olmayan sosyal devletin ilk koşulu eşitlik ve özellikle imkan ve fırsat eşitliği ise bunun tek demokratik güvencesi de huhuka bağlı yönetim yani hukuk devletidir
Tüm bunlara aslında hiç gerek bırakmayacak bir hukuksal dayanak Anayasanın Yargı Yetkisi kenar başlığını taşıyan 9 maddesidir. Bu madde: Yargı yetkisi Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır, demek suretiyle kayıtsız şartsız ulusa ait bulunan egemenlik yani milli irade ile Yargının iradesini özdeşleştirmektedir. Bu bakımdan Anayasal düzenimizde Yargı organı belki, eşitler arasında önde gelenden de öte bir konumdadır.*
AB'den, ülkemiz ve yurtdışı medyasından gelen; demokrasiye darbe, yargı darbesi gibi benzetmeleri yukarıdaki açıklamalarla birlikte Anasayasamızın Yargı için biçtiği rolü de göz önüne alarak değerlendirme gerekliliği doğmaktadır. Ülkemiz aydınlarının dahi bu konuda sırf yardakçılık adına lümpenliğe düşmesi bizler için acınası bir durumdur.

Çok bilindiğinden şöyle futboldan bir örnekleme yapmaya çalışayım:
Bir kulübün başkanısınız ve önemli bir maç var önünüzde. Takımınızın da rakibin üstesinden gelemeyeceğini biliyorsunuz hadi gelebilir ama siz yine de işi garantiye almaya çalışıyorsunuz. Karşı takım savunmasından bir futbolcuya rüşvet yada gözde deyimle teşvik primi veriyorsunuz ve maç oynandıktan sonra sonuç o oyuncunun çabalarıyla lehinize oluyor.

Aynı ligde şampiyonlukta rakibiniz bir kulübün sizin o teşvik primi verdiğiniz futbolcunun takımıyla maçı var ve kesinlikle alması gerekiyor ve neticede de alıyor. Şimdi siz o futbolcunun rakip takımdan teşvik primi almadığına inanır mısınız?

Cevap? Elbette,hayır değil mi?

Ülkemiz gündeminde yaşananları bir de bu şekilde değerlendirin bakalım. AKP çeşitli hukuki konularda eğer Yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını etkileyecek girişimlerde bulunmuşsa-neticesi ne olur bilmiyorum- kendi içine düştüğü hukuki durumda da Yargı'yı zan altında bırakacaktır. Ve bu konuda üsteliyorsa ki kendisinin de Yargı bağımsızlığına müdahale konusunda hiç de püripak olmadığının delilidir aksi durum zaten iftiradır-ki ben buna inanıyorum.

Hem vatandaşlarda hem de siyasi kurumlarda bir takıntı vardır: Yargı lehimize karar vermişse bağımsız ve adildir, aleyhimize karar vermişse taraflıdır ve adil değildir. Her mahkeme kararını kişisel çıkarlarımızla değerlendiririz. Mahkeme kararlarının asıl dayanağı kanunlardır ve hakimlerin bu kanunları nasıl yorumladığına bağlıdır. Siyasi değerlendirmeler de şahsi çıkarlar üzerinden yapıldığı için kanunlar ve devlet yönünden değerlendirilemez.
Günümüzde aydınlarda malum konular üzerinde şahsi veya bağlı bulundukları sermaye grupları düzeyinde düşündükleri için siyasette lümpenlikten öteye gidip yargı ve millet ilişkisini kuramayıp kör bir demokrasi çukuruna saplanıp kalmaktalar.
Yargı; Anayasa'nın kendisine verilen yetkiyi milletten alarak Türk Milleti adına görevini yapmaktadır. Yargının görevini yapması darbeyse, evet doğrudur.

Neticede Anayasa Mahkemesi'nin iktidar partisi AKP'yi yargılaması sosyal hukuk devleti ve demokrasinin gereğidir. Eğer kanunlara aykırı bir eylemleri yoksa ki sütten çıkmış ak kaşık olarak sinei millete dönerler yok değilseler her halükarda Yargı'nın önünü tıkayıp bizzat iktidar partisini yargılama yetkisinin kendisinden aldığı halkla karşı karşıya getirmeye çabalayacaktır ki yaptığı da şu an budur.

* İl Han ÖZAY - Devlet, İdari Rejim ve Yargısal Koruma