Kısa dalga yayın

26.12.2007

Farklılıklarla yaşamayı öğrenme sevdası

1 yorum
Yazar, çizer, siyasetçi güruhunun ağızlarına sakız ettikleri "Hepimiz artık başkalarının farklılıklarıyla yaşamayı öğrenmeliyiz" söylemleri mide bulandırmaya başladı. Senelerdir aynı teraneden çalıp duruyorlar.
Bu ülkenin insanları yani Türk Milleti, sizin zırvalamanıza fırsat vermeyecek kadar birbirlerinin farklılıklarıyla yaşamayı zaten biliyor, sizlerin yaptığı, boş beleş tellallıktan başka bir şey değil.

Şehirde bombacı terörist mi yakalandı? DTPli bilmem kimden basın açıklaması: Başkalarının farklılıklarıyla yaşamayı öğrenmeliyiz!
Dağda terörist mi gebertildi? Bilmem hangi şehrin DTPli belediye başkanından açıklama : Başkalarının farklılıklarıyla yaşamayı öğrenmeliyiz!
Sınırötesinde PKK-kongragel-kadek kampları mı bombalandı? Bölgesel Kürt yönetecilerden ve DTPli bilmem kimden basın açıklaması: Başkalarının farklılıklarıyla yaşamayı öğrenmeliyiz!
Ermeni bir gazeteci veya rahip mi öldürüldü? Gazetelerde feveran : Bu resmen ırkçılık, faşistlik, şovenistlik, Türk milliyetçilerinin işi ! Başkalarının farklılıklarıyla yaşamayı öğrenmeliyiz!

Eh be popodan beyinliler, sizin gibi enayi demokratlar oldukça bu memleket daha çok çile çeker. Yüzyıllardır bu topraklar üzerinde insanlar birbirlerinin farklılıklarına hoşgörü göstererek yaşıyor. Kürtlere; bu faşistler farklılıklarınızı kabul etmiyor diyen dangalaklardan acaba kaç tanesi Şemmamme ile Kürtlerin içinde halay çekti, şehit düşen oğullarına yaktıkları Kürtçe ağıtlarla gözyaşlarını sildi, bu dangalaklardan hangisi "eri bala eri" diye çağıran nenenin elinden pağaç yedi, ayran içti, Kürtlerle birlikte kurban kesti, hasat etti?
Ben söyleyeyim, hiç biri! Kendilerini zoraki gitmek zorunda gördükleri bir dernek,vakıf gecesinde kafayı bulduklarında İbo da sahnede bir iki Kürtçe ağıt söyleyivermiştir, bilemedin bir Rum meyhanesinde sirtaki yapmışlardır.

Türk milleti senelerdir kendisini oluşturan Kürtler, Çerkesler,Gürcüler, Tatarlar, Ermeniler, Yahudiler,Kırgızlar,Azeriler, Karapapaklar, Tatlar,Terekemeler, Manavlar, Abhazlarla,Araplar, Bulgarlar olarak birbirlerinin farklılıklarını kendi aynılıkları sayarak din,ırk,soy,sop,mezhep farkı gözetmeksizin yaşadılar ve yaşamaya devam edecekler.

Aralarından mezhep ve din yönünden sosyolojik sorunların olması, bu toprakların insanları için hiçbir zaman birbirleriyle savaşmaları için sebep olmadı ta ki aralarına; farklılıkların diğerleri için bir tehdit olduğu konusunda art niyetliler tarafından telkinler girene kadar. Bu provakasyonların tarih boyunca hep süregelmiş olmasının en sevindirici tarafı, bu işe girişenlerin provakasyonlarının arzu ettikleri boyuta ulaşamayacaklarını öğrenmiş olmaları. Ne yazık ki bunu öğrenenler dünyadan ayrıldıktan sonra tarihten ders al(a)mayan geri zekalılar aynı oyunla sahneye çıkmaya çalışıyorlar, bunların sonları da elbette öncekiler gibi olacak, şüphe yok!

Bu ülkede meslek kuruluşlarının yaptığı anketlerde bildiği yabancı dil olarak Türkçe yazan ensesi kalın,tüccar Türk vatandaşları olduğu gibi görevi sebebiyle Doğu Anadoluya veya Güneydoğu Anadoluya atanan öğretmenlerden,mühendislerden, doktorlardan, hayatı boyunca köyünden dışarıya adım atmamış, Kürtçeden başka bir dil konuşamayan insanların dertlerine derman olabilmek ve hizmet verebilmek için Kürtçe öğrenen Türk vatandaşları da var. Bu olaylarda önemli olan amaçtır. Provakasyon çok kolay bir iş, yeter ki ellerine fırsat geçsin! Meclisteki DTP milletvekillerinin yabancı dil olayını hatırlarsınız.

Alenen ortada can vermeye başlayan terör örgütü pkk-kongragel-kadek ile birlikte DTP nin de umutları suya düştü, ellerinde siyasette koz olarak kullanacakları hiçbir şey kalmayacak ve tarihe ilelebet gömülecek terör örgütüyle birlikte DTP gibi bölücülük unsuru taşıyan partilerin de esamesi okunmayacak. PKK can veriyor, DTPliler siyaset(!) yapmaya çalıştıkları ve elllerindeki tek kozu da kaybetmenin acısıyla kendilerini bir o tarafa bir bu tarafa vurup duruyorlar, tuttuklarını zincirlerin ucu boşta sallanmaya başladığı için. Kimileri hükümeti ve TSK yı BM'e şikayet ediyor; kimileri kendilerinin, teröristlerin bombalanmasını engellemek için canlı kalkan olacağını dile getiriyor, bazı teröristler de can vermekte olan terör örgütünün elini kolunu sağa sola sallaması olarak nitelenebilecek bir şekilde şehirlerimizde ortalığı karıştıracak bombalama eylemlerine girişiyor, çok şükür ki büyük kısmı başarılı istihbarat sayesinde daha bombayı koydukları yerde enseleniyorlar.

Şu sıralar TSK sayesinde can vermekte olan terör örgütünü tarihe gömme hususunda sıradaki cephe devlet ve sermaye tarafından açılacak ekonomik cephedir. Ekonomik cephede başarı için yerel yönetimlerin bir an önce, bölücü siyaseti kendilerine amaç edinmiş insanlardan kurtarılması gerekiyor.

Türk Milleti, kendisini meydana getiren insanların farklılıklarıyla yaşamayı dünyada başka hiç bir milletin başaramayacağı kadar başarılı yapıyor. Önemli olan ortaya çıkan durumlarda olayların ardındaki gerçeği görebilmek!

24.12.2007

Her eve elektronik Kürtçe-Türkçe sözlük kampanyası

4 yorum
DTP’li vekil: Kürtçe bilen tercüman edinin
Demokratik Toplum Partisi (DTP) Van Milletvekili Özdal Üçer, Ağrı parti binasında Kürtçe yaptığı konuşmadan sonra, Türkçe açıklama da yapmasını isteyen gazetecilere, Kürtçe bilen tercüman edinmelerini önerdi.

Milletvekili Üçer, partisinin Ağrı il başkanlığı binasında düzenlenen bayramlaşma töreninde partililere Kürtçe konuştu.
Konuşmasından sonra gazetecilerin, Türkçe açıklama da yapmasını istedikleri Üçer, “Türkçe açıklama yapmayacağım. Basın mensuplarından ricam şu: Ben söylediklerimi kendi dilimde söylüyorum. Sizler de Kürtçe bilen birer tercüman edinirseniz herhangi bir sorun yaşanmayacağını düşünüyorum” dedi.

Üçer, bir gazetecinin, konuşmasında geçen ABD-Türkiye ilişkileri hakkındaki sorusuna ise Türkçe yanıt verdi. Üçer, AK Parti Hükümeti’nin Meclis içerisinde bulunan Kürt temsilcileri ile görüşme yerine ABD ile birlikte olduğunu öne sürerek, sözünü ettiği temsilcilerle diyaloğun geliştirilmesi halinde bu işin çok daha rahat çözüleceğini düşündüklerini bildirdi.

Üçer, Şemdinli davası hakkındaki bir soruya da yine Türkçe olarak Türkiye’de binlerce insanın, haklarında herhangi bir sabit suç olmaksızın yargılandıklarını ve cezaevlerinde kaldıklarını, ancak haklarında sabit suç delilleri olan kişilerin serbest bırakıldığını ileri sürdü. AA
Yukarıdaki haberi muhtelif internet sitelerinde ve gazetelerde görebilirsiniz. DTPli bir milletvekili partililere Kürtçe seslenmiş ve Türkçe açıklama isteyen gazetecilere; "Kürtçe tercüman edinin" diye tavsiyede bulunmuş. Bence hem gazetecilik hem de insanları Kürtçe öğrenmek zorunda bırakma konusunda oldukça salakça bir girişimde bulunmuş.
  • Mensubu bulunduğun millet meclisi, Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil etmektedir, temsil edilen devletin resmi dili Türkçe'dir. Sen bulunduğun makam itibariyle başta bulunduğun mevkiden dolayı bu devlete ve millete saygın gereği eğer milletvekili sıfatıyla birşeyler zırvalayacaksan da bunu Türkçe olarak yapmak zorundasın aksi durumda o mecliste ettiğin yemin muallakta kalır ve bir tarafına battığında içinde olduğun sarhoşluktan dolayı acısını fark edemeyebilirsin.
  • Ülkemizin en büyük haber ajansların, bu Kürtçülerin Kürdistan diye nitelemekten çekinmedikleri bölgelere gönderdikleri haberciler dahi Kürtçe bilmezken tutup senin için Kürtçe bilen tercüman veya muhabir ayarlamazlar. Kendi dillerinde konuşan insanları anlayamayan bir medyaya, bilmediği bir dilde meramını hiiiç anlatamazsın.
  • Kürtçe konuşarak güya sözcülüğünü yaptığınız insanlar nezdinde kaybettiğiniz itibarı geri kazanamazsınız. Size güvenen insanları bir terör örgütüne satmanız karşılığında size Kürtçe konuştuğunuz için geri dönmezler ve dönmeyecekler bunu da en yakın, yerel seçimlerde göreceksiniz. Şayet dönecek olsalardı o kadar tepkiyi göze alan Mehmet Ağar'a dönerlerdi heralde. Artık o zaman ne dilde konuşup o insanları kazanmaya çalışırsınız bilemiyorum.

19.12.2007

Çürük domates politikası

0 yorum
Askerlik görevinden yırtmak için sahtecilikle halk arasındaki tabirle çürük, askeri tabirle "savaşta va barışta askerlik yapmaya elverişli değildir" raporu aldığı belirlenen Nurettin DEMİRTAŞ, Türkiye giriş yaptığı uçağın daha kapısından inemeden enselendi.

Kendileri ne kadar bunun kendisine ve partisine karşı bir komplo, linç girişimi olduğundan söz etse de bu tamamen bir sahtecilik çetesine düzenlenen operasyonun ardından yüzleşmek zorunda kaldığı bir durumdur.
DTP liderinin cezaevine girmesiyle sonuçlanan süreç şöyle yaşandı: Ankara Cumhuriyet Savcısı örgütlü biçimde askerlikten kurtulmak amacıyla sahte çürük raporu almak ve vermek suçlarından Nurettin Demirtaş'ın da aralarında bulunduğu 183 kişi hakkında soruşturma başlattı.

Savcı, dosyada görevsizlik kararı vererek, Hava Kuvvetleri Askeri Savcılığı'na gönderdi. Askeri Savcılık, Askeri Ceza Kanunu'nun 10 yıla kadar hapis öngören 81. maddesi uyarınca Demirtaş'ın da aralarında bulunduğu 162 kişi hakkında soruşturma başlattı. Düzenlenen operasyonlarda 70 kişi gözaltına alındı. Demirtaş'ın rapor almasına aracılık yaptıkları iddia edilen 3 kişinin de aralarında bulunduğu 63 zanlı tutuklandı. Demirtaş ve 92 kişi hakkında ise yakalama emri çıkarıldı.
DTP nin grup başkanı Ahmet TÜRK bu fırsatı kaçırmayarak düzenlediği basın toplantısında bunun partilerine yönelik linç kampanyasının bir devamı olduğundan dem vurarak, vatandaşlık görevinden sahte raporla kurtulmaya çalışan DEMİRTAŞ'ı savunmaya çalıştı. Bence çok yanlış yaptı. Parti genel başkanının işlemiş olduğu kişisel bir suçu parti olarak savunmaya çalışmaları kendilerini uçurumun kenarına itmekten başka bir işe yaramayacaktır.

Yetkilililer ve medya , organize bir suç çetesinin ardından ortaya çıkan durum neticesinde DEMİRTAŞ' ın da bu sahteciliğinin içinde bulunmasını DTP'nin istismarına meydan vermemek için vurgulaması daha yerinde olacaktır ki zaten de sadece vurgunun kişisel olarak yapılmaması gerekli.

Milletvekili(!) olan birisinin evvelce askerlik yapmamak için giriştiği sahteciliğin ardından ortaya çıkan şu haber oldukça manidardır:
Sahte raporla askerlikten kaçanları utandıracak ölüm.
Gebzeli Recep Karaca’nın kalbi delikti. ‘Vatan borcu’ dedi, çürük raporu almadı, Şırnak’a gitti.

Sınırda görev yaparken kalbi zorladı, nöbette düştü beyin kanaması geçirdi. Ama kurtarılamadı. Ailesi, çürük raporu almayı onuruna yediremeyen oğullarının organlarını bağışladı, ölümüyle 5 kişiye can oldu.

Bazı kişiler askerlik yapmamak için sahte çürük raporları alırken bazı gençler de askerlik yapabilmek için hastalığını gizliyor. Şırnak’ta görev yaparken geçirdiği rahatsızlık sonucu hayatını kaybeden Jandarma Er Recep Karaca’nın, askere gidebilmek için kalbinin delik olduğunu söylemediği ortaya çıktı.

Gebze’nin Yavuz Selim Mahallesi’nde oturan ve kalbinin delik olduğunu bildiği halde askerlik yapabilmek için bunu gizleyen Recep Karaca 7 ay önce askere alındı. Karaca, Şırnak’ta Verimli Sınır Karakolu’nda vatani görevini yaptığı sırada nöbete giderken kalbindeki rahatsızlığı nedeniyle düşüp başını çarparak beyin kanaması geçirdi. GATA’da tedavi altına alınan Er Recep Karaca’nın, tüm müdahalelere rağmen beyin ölümü gerçekleşti.

Ailesinin kararı üzerine Karaca’nın karaciğer, böbrek ve korneaları bağışlandı. Karaca’nın cenazesi dün Gebze’de toprağa verildi.

Akşam/19.12.2007

18.12.2007

Türk tarihi üzerindeki psikolojik yoketme harekatı bitmiyor

0 yorum
Senelerdir Türk tarihi üzerindeki yıpratma çalışmaları, emperyalist devletler tarafından aksatılmaksızın devam ediyor. Bu çalışmalara destek veren satılmış akademisyenler de elbette ortalıktan eksik olmuyor.

Tarihimizde saldırılmadık kimse kalmadı neredeyse; Mustafa Kemal,Osmanlı İmparatorluğu'nda hükümdarlığını sürdürmüş padişahlar, kumandanlar, eski Türk devletlerinin hakanları kimi ararsanız aralarında mevcut. Hatta tarihte Türk diye bir milletin olmadığını iddia edenler bile çıktı ortaya. En son hedef Kuşçubaşı Eşref Bey!

Kuşçubaşı Eşref Bey'le ilgili MİT'in sitesinde şu satırlar yer alıyor:
...
Rauf Bey'in geri dönerken İran'da bıraktığı müfreze Afganistan'a girmiş, bazı elemanları ise Hindistan'a giderek buralarda istihbarî nitelikli çalışmalarda bulunmuştur. Meselâ, Kuşçubaşı Eşref ve arkadaşları, İngiltere 'ye karşı şiddetli bir propaganda kampanyası başlatmak, eğer mümkün olursa bu kampanyayı Orta Asya'da da yürütmek için Hindistan'a gittiler. Ancak bu sırada Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine, Enver Paşa'dan emir alan Kuşçubaşı Eşref hemen İstanbul'a dönmüş ve az sonra da Teşkilât'ın Arabistan Bölge Sorumluluğu'na getirilmiştir[9, 10]. Ömer Naci Bey kumandasındaki gönüllü birlikleri ise, 12 Ocak 1915 tarihinde Tebriz'e girmişler ve Ahraz'a ulaşarak petrol boru hatlarını tahrip etmişlerdir. *
...
Piyasaya çıkan, Kuşçubaşı Eşref Bey'in bir vatin haini olduğu konusunda iddialar barındıran kitaptan alıntılarla Sabah Gazetesi bir haber yaptı. İşin garip tarafı da Akşam Gazetesi'nde 12 Aralık günü Güler KÖMÜRCÜ'nün Eşref Bey'e yazdığı mektup bu haberlerin ve kitabın tam da öncesine denk düşüyor olması. Güler KÖMÜRCÜ'nün yazdığı yazıda şöyle deniyor:
‘Muhterem Kuşçubaşı Eşref Bey;
Bugün... Topraklarımızda yine düşman çizmeleri, yine işbirlikçi hainler, aramızda yine mandacılar ve göklerimizde yine anlaşılmaz bir sessizlik var. Üstelik bu kez düşman geçmişten ders çıkartarak gelmeden önce bizim bütün potansiyel direnç noktalarımızı, anti-emperyalist solu, onurlu ve bağımsız İslamcılığı, samimi ve gerçek milliyetçiliği budadı .

Bu iş için elinde yeteri kadar ‘güvenlik üreticisi’ ajan, millet düşmanı bürokrat ve dolarla, euroyla beslenen aydın kılıklı soysuzlar var.

Eşref Bey, Osmanlı yıkıldı ve gitti biliyorduk. Bugün anlıyoruz ki, yıkım hâlâ devam ediyor .
İngilizler o zaman cihat fetvasına karşı sömürgelerindeki halklara ‘halifeyi esir almış bir avuç dinsiz İttihatçının zorba idaresinden sizi kurtarıp medeni milletler gibi yaşatacağız’ diye karşı propaganda yapıyorlardı.

Şimdi biraz daha rafine bir dil kullanıyorlar;
Müslüman demokratik model diyorlar, muhafazakâr demokrat, modern Müslümanlık, dinlerarası diyalog, çağdaş değerlerle barışık ılımlı İslam!

‘Büyük adam’! olmak isteyen, büyük adamlarla oturup kalkmak isteyen, hayatları boyu gizlice öykündükleri oligarşiyi büyük adamlar zanneden narsistik şişinme içindeki ayak takımımız da bu yavelerden kendine ekmek çıkarmaya uğraşıyor.

Oysa her akil kişi biliyor ki, tıpkı Şerif Hüseyin gibi, tıpkı Mısır’ın, Irak’ın, Suriye’nin işbirlikçileri gibi, tıpkı Damat Ferit gibi, bugünkü bütün Amerikancıların da Irak operasyonu ve BOP bitince dolacak bir kullanım süreleri var.

Sevgili Kuşçubaşı,
Sonuçta bölgede, senin ifadenle; “.. Ahalinin çoğu hareketsiz kaldı. Ne bizden ne de İngilizlerden yana oldu. Hepsi hangi tarafın kazandığını görmek için bekliyordu. Maalesef biz İngilizlerden fazla kaybettik.. Eğer Araplar bizim için dövüşmeyecekse, İngilizlere pek hayırları dokunmamasını temin etmek Teşkilat-ı Mahsusa’nın vazifesiydi.”

Yine Süveyş’e hareket sırasında Kürtlerden oluşan birliklerin komutanı Hilmi Musallimi şöyle diyor: “Doğu Anadolu’dan gelen Kürt müfrezeleri en azından Sina’da güvenilirliklerini gösterdiler. Ama Irak’tan gelen pek çok Kürt 1916 yılında firar edip İngilizlere katıldı ve daha sonra Hicaz’da Şerif Hüseyin için savaştı. “

Dünya böyledir işte, yenilmeyeceksin, yenilebileceğini hiçbir zaman hissettirmeyeceksin. Aksi halde ne ortak tarih, ne kader duygusu, ne de din, ihaneti engellemeye yetmiyor.

Tabii ki son tahlilde kendine, yani asıl gücüne ve inancına dayanarak kavgaya girmek gerekiyor.

Üşüyoruz, Kuşçubaşı Eşref Bey, üşüyoruz;

Zemheriden, ayazdan, borandan değil, bizi biz yapan o ateş-i suzan söndüğü için, o meftun ve rindane ruhumuzu yitirdiğimiz için üşüyoruz.

Bize yine o ateşten lazım, sizin ateşten.

Siz ki, haysiyeti ölüme katık yapar, edeb’i elinize, belinize, dilinize sarardınız.

Yeni Şafak Gazetesinin 2005 yılında yayımladığı Teşkilat-ı Mahsusa yazı dizisinde de şunlar yer alıyor:

Herşey Osmanlı'yı korumak için

Teşkilat-ı Mahsusa'nın yapısı Osmanlı'nın etnik yapısını içindebarındırıyordu. Hepsinin ortak gayesi, imparatorluğu ayakta tutabilmekti. Kafkas kökenli Kuşçubaşı Eşref, Teşkilat'çıların bu yapısına dikkat çekerek, "Ben ne Dağıstan rüyalarını gören bir Çerkes, ne Arap, ne de Rum'dum; ben Türkçe konuşan Müslüman bir Osmanlıydım" diyordu. Fuat Bulca da, Teşkilat-ı Mahsusa'nın esas vazifesinin imparatorluğun ayakta kalabilmesi için bağlanılmış olan büyük davaları gerçekleştirecek şahsiyetleri teşkilatlandırmak olduğunu belirterek şöyle diyordu: "Türk İstiklal Savaşı ile ilk fiili neticesini veren, II. Dünya Harbi nihayetinde ise bütün dünyaya yayılan ve sayısı elliyi geçen müstakil devlet kurdurmuş olan milli uyanışların fikri oluşunda, bizim Teşkilat-ı Mahsusamız'ın büyük himmeti vardır."
...
...
Celal Bayar, Teşkilatı Mahsusa'nın İzmir şubesindeydi. Başlıca görevi Teşkilat ve Parti arasındaki iletişimi sağlamak, yanı sıra İzmir ekonomisini Türkleştirmekti. Kara Kemal ve Celal Bayar Teşkilat-ı Mahsusa'nın Ticariye grubundaydı. Üçüncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar "Ben de Yazdım" isimli hatıratında Kuşcubaşı Eşref'in gönderdiği bir özel dosyada yer alan bilgilere yer verdi. Buna göre Teşkilat-ı Mahsusa, 1913'te Batı Trakya Hükümeti'ne son verildikten sonra yeniden ikinci defa ve Enver Paşa'nın emriyle kuruldu. Dosyada Eşref Bey, şunları belirtiyordu: "Gelelim yeni Teşkilat-ı Mahsu-sa'mıza. Enver'in emrinde bir kurul ve Süleyman Askeri reis, ordudan subaylar, hükümet ricalinden yetkili bazı kişiler, yabancı Müslüman memleketlerinden Hilafete bağlı zevattan tanınmış ulema, tanınmış siyasi, milliyetçi ve memleketin kurtulması uğrunda çalışan kimselerle memleketleri için de hidematiyle kendini göstermiş, teferrüt etmiş olanlardan kurulu." Eşref Bey'in verdiği listede önemli isimler vardı. Örneğin Hindistan'dan Muhammed ve Şevket Ali kardeşler, Sih-Ghadr Partisi'nin lideri Dar Hayal bile Teşkilat'la ilişkilidir. Eşref Bey bazı isimleri açıklamıyordu. Halihazırda bu zatlar önemli mevkileri işgal ediyorlardı.
...

Bu yazı dizisine bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
Başka bir kahramanımız olan Süleyman Askeri'nin anlatıldığı haber10.com daki makaleden:

İkinci Balkan Savaşı'nın çıkmasını fırsat bilen Osmanlı, 19 Temmuz 1913'te
verdiği bir notayla, özellikle İstanbul ve Boğazların güvenliği için Meriç'e
kadar olan bölgenin ellerinde olması gerektiğini, ayrıca Bulgarların esaretleri
altındaki Türklere eziyet ettiklerini öne sürerek ordularının ileri harekâta
geçecek olduğunu ancak Meriç’in öte kıyısına ilerleyemeyeceklerini deklare
eder.
"Siz bana imkan verin, ben seçkin kıtalarımla yine akınlar yapayım.
düşmanı tepeyelim. Edirne'yi kurtarmak ümidi ciddi olarak bir belirirse, bütün
memleket ayağa kalkar, mucizeler birbirini kovalar. eğer ben muvaffak olamazsam,
gayri mesul bir adamım. çeteler umumi kumandanıyım. hükümet ilzam etmem. beni
kovar, hapseder hatta asarsınız. zaten böyle aciz yaşamak yerine ."
Eşref
Kuşcubaşı
Edirne, Eşref Kuşcubaşı ve birliklerinin üstün çete taktikleri
sayesinde doğru dürüst bir mukavemet ile bile karşılaşılmadan geri alınır.
Osmanlı’da büyük bir zafer havası hakim olmuştur. Millet yitirdiği inancını,
Osmanlı ayaklar altına alınan gururunu geri kazanmaya başlamış, büyük kumandan
Eşref Kuşcubaşı’nın söylediği gibi, memleket gerçekte de ayağa kalkmıştır.

...

Batı Trakya Müstakil Hükümeti'nin kuruluşunda da yer alan Eşref Kuşcubaşı ve Süleyman Askeri Bey’ler hükümet ilanını İstanbul’a aşağıdaki şekilde duyuracaklardır..
“Bab-ı Ali’ye, Başkumandanlığa ve Onuncu Kolordu kumandan-ı sabıkımız Hurşid Paşa hazretleriyle erkan-ı harb kaymakamı Enver Beyefendiye bir suret gönderilecektir.
Ma’lum olduğu vechile… Bizim bu ric’atımızı gören Bulgar çeteleri istedikleri yerlerden tekrar çıkarak ve harekata geçerek Garbi Trakya Türklerine taarruzlarını ve intikam alma hislerini teşdid eylediler,…Sabr ise bizde kalmadı, onların çeteleri gayr-ı mesul iseler biz de gayr-ı mesul sıfatını alabiliriz denildi. Tarafımdan en tanınmış çeteci arkadaşlarım tefrik olunarak “BİSMİLLAH” deyip Garbi Trakya’da zulüm yapmakta olan Bulgar çetelerinin merkezi bulunan Koşukavak’a kadar 95 kilometrelik bir akın yürüyüşüyle ansızın hücumumuzu yaptık. Belediye reisi Vasil ile 1200 kişiden mürekkeb kaymakam Domuzciyef çetesinden bin küsur çeteci köprü başına sıkıştırılarak cümlesi tepelendiler…. Kumandanları Domuzciyef ile bir doktorları ve altı kadar çete kumandanı ile seksenüç esir elimize geçtiler…Kırca Ali’de bulunan süvari alay kumandanı bunun intikamını almak için resmi askerleriyle harekete geçti. Bu alay da Allahın inayetiyle tar u mar edilerek askerlik ve medeniyet kanunlarına muhalif hareketde bulunan düşman süvari alay kumandanı da Divan-ı Harbimiz karariyle kurşuna dizildi….Maksadları, bir avuç kalan Türkleri de imha etmek ve Pomakları’ı [Boğmakları’ı] da “SİZ EVVELCE BULGAR HIRİSTİYAN İDİNİZ, YİNE ESKİ DİNİNİZE DÖNMENİZ GEREK” diye Müderris Mustafa Efendi ve emsali Pomaklardan birkaçını parçalayarak ve diğer halkı tehdid ederek mezalime devamı arzu etmektelerken bu kerre hükümet-i metbuamızdan aldığımız kat’i emirle avdetimiz taleb olunmakda ise de elli bin ma’sum nüfusu bıçakda kucakda bırakarak kan içinde yüzen bu bedbaht millete karşı kancıkçasına sırt çevirerek avdetim kabil olamayacağından rabıta-i ma’neviyyemi arz ile beraber bu günden itibaren Garbi Trakya hükümet-i muvakkatesi altındaki çalışmamızı Hükümeti Müstakkliye tebdil ve i’lan ma’alesef rabıta-i maddiyemiz hükümet-i Osmaniyyemizden kesmiş olduğumuzu i’lana mecbur oluyoruz. Mestakarasu-dan Bahr-i Sefid sahilini ta’kiben Dede-ağaç’da içerde Enez hududuna ve diğer taraftan da Sofulu, Dimetoka civarından Ortaköy’ün köprüsüne ve Bulgar hududunun eski hududlarına ve oradan Kırca-Ali ile Aydoğmuş’dan eski hududları da ta’kiben Makas noğazı ve sabık hudud boyuncadır.
Bu günden itibaren bu hududlarımızdan içeri ve dışarı pasaportsuz girenler ve çıkanlar mesuldurler. Merkezimiz Gümülcine şehridir. Dedeağaç, İskeçe, Eğridere, Darıdere, Kırcaali, Koşukavak şehirleri ve diğer kaza ve nahiyeleri idare etmektedirler. Hükümetimiz tam teşkilatla kurulmuştur. Şimdilik muvakkat bir zaman için, can, ırz ve mal üstündeki hadiseleri cihet-i askeriyyemiz muhakeme etmiş olacaktır. Bundan gayrı ahvaldeki vukuatı Garbi Trakya adliyesi rü’yet etmektedir. Bulgarlarla vaki’ muhasamatımızın, bizzat Garbi Trakya Hükümetiyle Bulgar Hükümeti arasında sulh takarrürüne değin devam edeceğini de i’lana mecburuz.
Kuvvetlerimize iltihak ve hükümetimize iltica eden bazı efrad ve zabitanın iadeleri hükümet-i Osmaniyyece taleb edilmekde ise de hukuk-ı düvel kaidelerine istinaden arz olunur ki Garbi Trakya hükümetiyle Osmanlı devlet-i aliyyesinin yekdiğeriyle muahedelenmiş bu gibi iade-i mücrimin ve bahusus da siyasi mücrimler hakkında bir anlaşma bulunmadığından bu hususun da nazar-ı mütaleadan uzak bulundurulmaması istirham olunur.
Garbi Trakya Hükümet-i Müstakillesi
Reis namına
EŞREF
SÜLEYMAN ASKERİ kayıt olunmuştur

....

Yukarıda bir kısmını alıntıladığım makaleye bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
Ayrıca Kuşçubaşı Eşref Bey aleyhine yapılan saldırının ardından Güler KÖMÜRCÜ şu yazıyı kaleme almış.

Daha dünkü devletler kendilerine kahraman ve lider yaratmak için bir taraflarını yırtarken, tarihimizde hiç bir millete nasip olmamış başarılara önderlik eden dünya kadar lider var ve bu ahval ve şerait içinde bize düşen; bu kahramanlarımızı yeterince tanıyıp her türlü saldırı karşısında bunlara sahip çıkmak ve izlerini takip etmektir.

17.12.2007

Fazıl Say, gitme!

0 yorum
Ülkemizin dünya çapında en gözde piyanistlerinden Fazıl Say'ın, yurtdışında bir gazeteye verdiği mülakatta; ülkemiz iktidarından söz ederek bakanların eşlerinin başlarının kapalı olmasından dem vuraram bu ülkede onlar kazandı biz(!) azınlıkta kaldık, Türkiye'yi terk edebilirim, demesinin ardından gazetelerin, ekranların köşe taşlarından tek tek sesler gelmeye başladı. Bazıları haksız bularak git diyordu bazıları da haklı bularak gitmesi için destekliyordu da hiç kal diyen yoktu. Daha sonra söylediklerinde çark edip başka yerlere çevirmeye çalıştı ama oralarda da duvara tosladı maalesef! Ben de ilk başta, çok istiyorsa gitsin; giden gider kalan sağlar bizimdir diyordum.
Ya sev, ya terket sloganını öne sürerek bu ülkenin, aydın insanları hep gitmeye zorladığından dem vuruluyor. Daha önceleri bu ülkeden gitmek zorunda kalanlardan bahsedildi köşe taşları tarafından. Bağlantı vermek isterdim ama her köşe de bu konular işlendiğinden uğraşmak istemedim.

Bu noktada gerçekten de "Ya sev, ya terket" sloganı, görevini üstleniyor ve yerini buluyor.
"Ya sev" kısmı işte burada Fazıl Say gibilerine söyleniyor. Burada şu bağlantıdaki tahlile yer vermek uygun olur.
Ama ben kimsenin söylemediğini söylüyorum Fazıl Say'a: Eğer fikirlerinde gerçekten samimiysen yani Ali Saydam'ın söyledikleri
Eğer, “Uzun zamandır medyada benden adam gibi söz edilmedi. En son edildiğinde de yine sevgililerimden biriyle gündeme geldim. Bana yakışmayan süfli aşkların özellikle de Hande Ataizi macerasının bıraktığı olumsuz algılama tortularını üstümden bir türlü atamadım. Bir of çeksem de karşıki dağlar yıkılsa!” diye planlanmış acemi bir çıkış değilse; o zaman Batılı gazetecilerin bizim mevcut ve potansiyel ‘Batılı aydınlarımıza’ kurdukları Türkiye karşıtlığı cephesinde yer alma tuzağından olabilir. O da değilse üçüncü sınıf iletişimcilerin başvuracakları ilkel bir konu yönetimi girişimi olabilir... O da değilse, bilemediğimiz bir yerlere işarettir: “Açın koynunuzu ben geliyorum!” şeklinde...
dahilinde değilsen, gitme! Söylediklerini bir tarafa bırak, bir anlık gafletti de. Bu ülkeyi, bu milleti seviyorsan, iktidardan memnun değilsen, bu milletin uyandırılması gerektiğine inanıyorsan, büyük bir yangını bir kıvılcımın çıkardığına inanıyorsan, o kıvılcımın içinde olmayı gözün alıyorsa gitme!
Mustafa Kemal, yedi düveli ele geçirmiş emperyalist devletlerin karşısında, elinde avucunda canından başka bir şeyi kalmayan halkına güvenip elde kalan bir avuç toprağı savunabilmek için gitmemişti! Terk etmek kadar kolay bir şey yok asıl şerefli olan umudun bittiği yerde umut olabilmektir. İşte "ya sev, ya terk et", bunu söyler! Hadi şimdi karar ver gidiyor musun, kalıyor musun?

14.12.2007

Eyvah! Amerika, Malezya oluyor!

1 yorum


Hep biz mi Malezya olacağız?
Muhafazakar eylemler sadece bizde olmuyor demek ki.

İşte bir örnek:

... Bu yarışta en önemli adaylardan biri ise tüm anketlerde rakiplerini geride bırakan Demokrat Partili Hillary Clinton. Eski First Leydi’nin geçtiğimiz hafta senatoda üniversite eğitiminin pahalılığını eleştirdiği konuşması büyük olay yarattı. Ancak konuşmanın bu kadar ilgi çekmesinin sebebi Hillary’nin söyledikleri değil giydikleriydi... Hillary’yi canlı yayında izleyenler eski First Leydi’nin “çatalının” göründüğünü fark etti. ABD’nin en saygın gazetelerinden Washington Post’un Pulitzer ödüllü moda yazarı Robin Givhan’ın yazısı ise adeta deprem etkisi yarattı.

’Hillary’yi izlerken röntgenci gibi hissettim’
..
Bir örnek daha:
‘Aile uçağı’ deyip mini etekle içeri almadılar
Southwest Havayolları’yla San Diego’dan Arizona’ya gitmek için uçağa binmek isteyen Kyla Ebbert (23), “etek boyunuz kısa” diyen görevliler tarafından uçağa alınmadı. Neye uğradığını şaşıran Ebbert olaydan sonra başına gelenleri şu sözlerle anlattı: “Uçak görevlilerinden biri bunun bir aile uçağı olduğunu, bu kıyafetle içeri girmem halinde erkekleri tahrik edebileceğimi söyledi. Bu sözler üzerine çok utandım ve kendimi aşağılanmış hissettim.”
Başka bir örnek:
ABD'nin Atlanta şehrinde okullar kurulu, okullarda "saggy pants" olarak tanımlanan düşük pantolon giyilmesini yasakladı.
Öğrencilerin, iç çamaşırlarını gösteren pantolonların giyilmesini yasaklayan karar, kurulda oy birliği ile kabul edildi. Karar, yaklaşık 50 bin öğrencinin eğitim gördüğü okulları kapsıyor.
ABD'nin Atlanta şehrinde okullar kurulu, okullarda "saggy pants" olarak tanımlanan düşük pantolon giyilmesini yasakladı. Öğrencilerin, iç çamaşırlarını gösteren pantolonların giyilmesini yasaklayan karar, kurulda oy birliği ile kabul edildi. Karar, yaklaşık 50 bin öğrencinin eğitim gördüğü okulları kapsıyor.
Şimdilik en son örnek :
Düşük bel giyene hapis cezası
ABD'de, düşük bel pantolon giyene 100 dolar, ailesine 500 dolar para cezası uygulanacak..

Giyenin iç çamaşırını gösteren düşük bel pantolonlara uygulanan yasaklar, ABD'de yaygınlık kazanıyor. Yasağa Missouri eyaletinin Pine Law kenti de eklendi. Kentte iç çamaşırı gösteren düşük bel pantolon (özellikle hip-hop'çuların giydiği bol kesimler) giyilemeyecek. Düşük bel giyenin teni görünüyorsa, polis cezai işlem yapacak; 100 dolar, giyen gencin gencin ailesine 500 dolar para cezası, ayrıca 90 güne kadar hapis cezası uygulanabilecek. Aynı yasağı, Baltimore, Dallas, Atlanta kentlerinin de getirmesi bekleniyor.
İşte böyle, görüyorsunuz. Koooskoca ABD, Malezya olma yolunda son sürat ilerlemeye devam ediyor. Bakalım Malezya olabilcek mi? Şahsen merakla bekliyorum.

13.12.2007

Teröristlere af, terörü bitirir mi?

0 yorum
Hükümet af konusunda ne yapacağını şaşırdı diye düşünürken; aklıma, şaşırma konusundan ziyade hükümet sözcüsü ve başbakanın konuşmaları arasındaki çelişkilerle af konusunda kamuoyu yoklaması yapıldığını tahmin ediyorum.

Önce yeni bir af kanunu çıkarılabileceği ima edildi başbakanın ağzından, ardından hükümet sözcüsü çikip "gündemimzde af söz konusu değil" dedi. Bunları müteakip başbakan, gündemlerinde yeni bir af kanunu değil de mevcut TCK 221 maddesi üzerinde yeni bir düzenleme yapılabileceğinden söz ederek bu kanun maddesinin içeriğinin genişletilebileceğinden dem vurdu.

TCK 221 şöyle diyor:
ETKİN PİŞMANLIK
Madde 221 -
(1) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu nedeniyle soruşturmaya başlanmadan ve örgütün amacı doğrultusunda suç işlenmeden önce, örgütü dağıtan veya verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını sağlayan kurucu veya yöneticiler hakkında cezaya hükmolunmaz.
(2) Örgüt üyesinin, örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmeksizin, gönüllü olarak örgütten ayrıldığını ilgili makamlara bildirmesi hâlinde, hakkında cezaya hükmolunmaz.
(3) Örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmeden yakalanan örgüt üyesinin, pişmanlık duyarak örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi vermesi hâlinde, hakkında cezaya hükmolunmaz.
(4) Suç işlemek amacıyla örgüt kuran, yöneten veya örgüte üye olan ya da üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen veya örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişinin, gönüllü olarak teslim olup, örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermesi hâlinde, hakkında örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçundan dolayı cezaya hükmolunmaz. Kişinin bu bilgileri yakalandıktan sonra vermesi hâlinde, hakkında bu suçtan dolayı verilecek cezada üçte birden dörtte üçe kadar indirim yapılır.
(5) Etkin pişmanlıktan yararlanan kişiler hakkında bir yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine hükmolunur. Denetimli serbestlik tedbirinin süresi üç yıla kadar uzatılabilir.
(6) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.8.md) Kişi hakkında, bu maddedeki etkin pişmanlık hükümleri birden fazla uygulanmaz.
Bu maddede ayrıntısıyla kimlerin faydalanabileceğinden bahsediliyor, bunun genişletilmesi katillerin ve azmettiricilerin affına giden yoldur.
Terör suçlularının affının genişletilmesi konusundan önce diğer suçlulardan şartlı salıverilenler hakkında 2006 yılın Ekim ayında Adalet Bakanı'nın söylediklerine bir bakalım:
ANKARA (A. A)
Adalet Bakanı Cemil Çiçek, son 6 yılda 70 bin 804 kişinin şartla tahliye edildiğini, bunlardan 3 bin 337'si hakkında, yeniden suç işledikleri iddiasıyla soruşturma yapıldığını bildirdi.

Çiçek, DYP Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan'ın soru önergesinde verdiği yanıtta, Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun ile diğer kanun hükümlerinden yararlandırılarak, son 6 yılda yapılan tahliyeler hakkında bilgi verdi.

Buna göre, 2001 yılında 18 bin 640, 2002'de 16 bin 425, 2003'de 13 bin 387, 2004'de 10 bin 302, 2005'de 7 bin 294, 2006'da 4 bin 756 kişi olmak üzere toplam 70 bin 804 kişinin şartla tahliyelerine karar verildi.

Çiçek, tahliyelerine karar verilenlerin, cinayet, dolandırıcılık, çete kurma, adam kaçırma, yaralama, fuhuş, kalpazanlık, ırza tasaddi, hırsızlık, gasp ve sahte çek vermenin de aralarında bulunduğu çok sayıda suçtan mahkum olduğunu belirtti.

Çiçek, tahliye edilenlerden 3 bin 337 kişi hakkında, yeniden suç işledikleri iddiasıyla soruşturma yapıldığını bildirdi.

Çiçek'in verdiği bilgiye göre, bu kişilerin yeniden işledikleri suçların bazıları şöyle:

"Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanuna muhalefet, Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkında Kanuna muhalefet, Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanununa muhalefet, Vergi Usul Kanununa muhalefet, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa muhalefet, hırsızlık, müessir fiil, gasp, sahtecilik, uyuşturucu, tehdit, dolandırıcılık, adam öldürme, ızrar, ırza geçme, kaçırma ve alıkoyma, görevi kötüye kullanma, fuhuş, piyasaya sahte para sürme, kaçakçılık, kumar oynama ve oynatma, zimmet, terör örgütüne yardım ve yataklık etme, basın suçları, ırza tasaddi, tehlikeli araç kullanma, adam öldürmeye teşebbüs, cezaevi idaresine karşı ayaklanma, hürriyeti tahdit. "

Şartlı salıverilenlerin tekrar işledikleri suç durumu yukarıda. Bunların altında terör kadar psikolojik ve ideolojik beyin yıkamalar olmamasına rağmen tekrar işlenebiliyor. Kaldı ki terör, bütünüyle ideolojik ve psikolojik beyin yıkamalarla kazanılmış üyelerin kullanılmasıyla ortaya çıkıyor. Özellikle de eli kana bulanmış katillere afın sağlanması bunların toplum içerisine karışması yoluyla daha tehlikeli boyutlara ulaşabilir.
Teröre karşı, affın dışında dağa çıkmaya yönelik engelleyici tedbirler ortaya koymak gerek.
Bölge halkının en büyük sorunu olarak ortaya çıkan işsizliğin, bölgedeki istihdamı arttırmaya yönelik tedbirlerle ortadan kaldırılması gerekmekte. Burada alınacak ve uygulanacak tedbirlerinterör örgütü destekçisi DTP mensubu yerel yöneticiler yerine, merkezi yönetimden yapılması daha faydalı olacaktır. Yerel yöneticilerin ortaya çıkacak yatırım ve istihdam araçlarını istismarlarının önlenmesi önemli bir husus. Eğer önümüzdeki yerel seçimlerde özellikle AKP, eğer gücü yeterse diğer partilerin yerel yönetimleri, terör destekçisi DTP ve mensuplarından arındırabilirse söz ettiğim ekonomik tedbirlerin daha sağlıklı uygulanabileceği inancındayım.
DTP Genel Başkanının kendisi de afla çıkmış, Anayasamıza ve Siyasi Partiler Kanunu'na göre bir parti mensubu veya milletvekili olmasına imkan yok, bunu engelleyemeyen bürokrasi, eli kanlı teröristlerden afla salınacaklara nasıl sahip çıkmayı düşünüyor?

12.12.2007

Blog kelimesine Türkçe karşılık arayışları

0 yorum
Türkçe blog yazarları arasında, blog kelimesine Türkçe karşılık bulma çalışmaları yapanlar bulunduğu gibi buna doğrudan e-günce veya e-günlük olarak bir seçenek kullananlar da mevcut. Çeşitli bloglarda ve forumlarda bu konuyla ilgili tartışmalar devam ediyor.

Şahsen bu terime bir karşılık bulabilmiş değilim. Bu terime karşılık aramadan önce göz önünde tutulması gerekenler hususunda birşeyler söylemek istiyorum sadece.

Blogların öncesinde görülen terim, "online diary". Bildiğimiz günlüğün, internet ortamındaki hali. Yazarının günden güne sosyal konular hakkında fikirlerini, şiirlerini, hikayelerini, dertlerini geleneksel bir biçimde internette sunduğu bir ortam.*
Gelişen internet teknolojisiyle birlikte internet günlükleri de içerik ve işlevsellik bakımından bir gelişme yaşıyor. "Web log"lar internet günlüklerinin yerini almaya başlıyor. "Web log"ların en önemli özelliği, kronolojik (zaman sıralı,eskiden yeniye-yeniden eskiye) sıraya göre yazılması. "Web log"ların diğer bir özelliği de internet günlüklerine göre ziyaretçiye daha zengin içerik sunma imkanı tanıması. Söz konusu içerik zenginliği, gelen yorumlarla, verilen bağlantılarla, videolarla, resimlerle, müziklerle sağlanmakta.
"Web log" kelimesi etimolojik olarak değişime uğrayıp (Web's log) "Blog" olarak kullanılan bir terime dönüştürülüyor. Blog olarak kullanıma geçilmesinin ardından içeriklerine göre artlog, vlog, photoblog gibi işlevselliğine göre türevleri ortaya çıkıyor.
Neticede görüleceği üzere 1994 yılında internet günlükleriyle ortaya çıkıp şimdi blog halini alan olgu zırt diye kendiliğinden bitivermemiş yani.

Bizdeki kullanımlardan e-günce, e-günlük blog terimini karşılamıyor. Blog teriminin hareket noktası kronolojik bir kayıt tutmaktan başlamaktadır, yani İngilizce karşılığı "log" olan "kütük"ten.

Benzer arayışlarda bizim de bir çıkış noktasına ihtiyacımız var.

10.12.2007

Gerçek "Evrenin Işığı" ve kolsuz kapıyla ilgili bir değerlendirme

5 yorum
Yukarıdaki resim için binlerce web sayfasında şu yorum yer alıyor:
19. yüzyilin büyük Ingiliz ressamlarindan William Holman Hunt'in, bir bahçeyi tasvir eden bir tablosu Londra Kraliyet Akademisi'nde sergileniyordu. Hunt'in "Kainatin Isigi" adini verdigi bu tabloda geceleyin elinde duran fenerle bahçede duran filozof kilikli bir adam görülüyordu. Adam, serbest kalan eliyle bir kapiyi vuruyor ve içeriden bir cevap bekler gibi görünüyordu. Tabloyu tetkik eden bir sanat elestirmeni Hunt'a dönerek:
"Güzel bir tablo dogrusu, ama manasini bir türlü kavrayamadim" dedi, "Adamin vurdugu kapi hiç açilmayacak mi? Ona tokmak takmasini unutmussunuz da...."
Hunt gülümsedi: "Adam alelade bir kapiya vurmuyor ki...." dedi. "Bu kapi, insan kalbini temsil ediyor. Ancak içeriden açilabildigi için disinda tokmaga ihtiyaç yoktur?".

Öncelikle vereceğim haber; yukarıdaki resimle beraber açıklamasına yer verilen Evrenin Işığı adlı resmin o resim olmadığıdır, resmin kendisi şu sağda gördüğünüz resimdir. Sizler de takdir edersiniz ki yukarıdaki resimde adamın elinde fener falan bulunmamaktadır. Alıntı açıklama yandaki resime aittir. Yukarıdaki resim de oldukça ilginç ama kimin olduğunu bulamadım.

Aslında Aç Gözlü Komşu (The Importunate Neighbour) isimli o resim de Hunt'a aitmiş. 26.07.2011

Sanatsever arkadaşlarımızı bir yanlıştan kurtararak web sitelerinde takdirlerin ayyuka çıktığı değerlendirmeleri asıl eserin görmesi temennisindeyim.

Bu kadar sanatsever insanın kalbini hafiften kırdıktan ve Hunt'ın hakkını Hunt'a verdikten sonra geleyim asıl meseleye, yani insan kalbi olduğu yorumlanan kapıya. Sanatçı tam olarak o kapıyı insan kalbiyle özdeşleştirmiş midir bilemem ama ben kolsuz-kolçaksız-tutacaksız kapının insan kalbinden ziyade ölümü temsil ettiğine inanıyorum.

Çünkü ölümün kapısı, siz kendinizi öldürmüye karar verdiğinizde açılmaz. Eğer ölüm size gelmemişse sizin onun kapısının önünde zırlamanız, ağlamanız, kendinizi parçalamanız fayda vermez. Ölümün kapısı sizin isteğinizle açılmaz. İster kibarca, isterseniz en vahşi yolla deneyin, zamanı gelmediği sürece ölüm size kapısını açmayacaktır. Gerçek tek taraflı kapı ölümün kapısıdır.

Genlerle milleti genleştirme sevdası

0 yorum
İnsanların, soyunu sopunu merak etme dürtüsünün önüne geçmek imkansız. Özellikle gayri müslim toplumlarda sınıfsal çekişme ve asalet kovalamacası bir üstünlük işareti olduğundan insanlar gelişen gen teknolojisi sebebiyle atalarının ayak izleri peşinde koşturup duruyorlar. Müslüman toplumlarda hanedan mensubu olma veya başka sınıflara mensup olma tutkusu (İslam'ın ilk dönemleride, 4 halife devri de dahil bunda istisnadır.) İslam'ın ruhuna aykırı olduğundan yavaş yavaş soyutlanmıştır. Çağımızda hanedan soyluluğunu devam ettiren Arap ülkeleri mevcut çünkü bu hanedanlık düzeni emperyalist sistemin işine geliyor.

Özellikle ABD'den duyduğumuz çeşitli haberlerde insanların kendilerini taa Asya'daki topluluklara genetik olarak bütünleştirme çabalarını görüyoruz. ABD nin şu eyaletinden bu zatın Cengiz Han'ın torunu olduğu ispatlandı gibi. Her ne hikmetse Avrupa'nın ve bir çok ülkenin barbar diye nitelediği bir hükümdarla genetik akrabalık kurmak için insanlar yüzlerce dolar para yatırıyorlar genetik laboratuarlarına.

Böyle durumlar bana çok garip geliyor; taa okyanus ötesinden insanlar Asya'da Mezopotamya'da vb yerlerde yaşamış topluluklarla ve bunların liderleriyle bir akrabalık arayışı içine giriyorlar, bu bölgede yaşayan insanlar da kendilerini veya mensubu oldukları milleti sahip oldukları bütünlükten ayırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Yaman bir çelişki gibi geliyor bana!

Bu konu, Sabah Gazetesi'nin bugünkü sayısında "Orta Asya'dan göç efsanedir" başlığıyla yer aldığından kafama takıldı.
İTÜ Öğretim üyesi Timuçin BİNDER bunu dile getiriyor.

Mülakatta bazı çelişkiler dikkatimi çekiyor. Mülakatta şunlar dile getiriliyor:

Orta Asya göçü olmadı mı?
Oldu ama gelenlerin sayısı çok az. Gen araştırmaları bugün Türkiye'de yaşayan insanların ne kadarının Orta Asya kökenli olduğunu ortaya çıkartıyor. Buna göre Türkiye'nin genetik yapısı tarih öncesi dönemde bugünkü şeklini alıyor.

Göç edenler ne kadar az?
Bu rakam ortalama yüzde 10-15 civarında. Yani Orta Asya'dan bu topraklarda yaşayanların yüzde 10-15'i gelmiş ve nüfus yapısını da değiştirememişler. Hiç de Orta Asya'dan Anadolu'ya 'bir kısrak başı gibi uzanan' bir durum söz konusu değil. Orta Asya göçü bir efsane. Zaten gelen az sayıdaki insanın geni de çok daha kalabalık yerli toplulukların içinde kaybolmuş. Ayrıca gelenlerin Türk mü, İranlı mı veya Afgan mı olduğunu da bilmek çok zor.

Neden zor?
Genetik araştırmada etnik bir tanımlama söz konusu değil. Genetik dağılımın araştırılması Türklerin kökenlerinin araştırılması anlamına gelmiyor. Çünkü 'Oğuz geni' veya 'Türk geni' diye bir şey yok. Genetik araştırma her insanın kökeniyle veya soyunun bugüne kadar nerelerde bulunduğuyla ilgili veriler taşıyor.
...
Türk Cumhuriyetler'iyle bir bağlantının olmaması bilinen veya resmi tarihe çok ters...
Evet, resmi tarih sorunlu. Gelişmeler de resmi tarihi çürütüyor ve bu durumu sorgulamamız gerekiyor. Çünkü genler Türkiye'de yaşayanlar ile Orta Asya'dakiler; Türkmenler, Özbekler arasında var olduğu söylenen biyolojik yakınlığı yalanlıyor. İnsanların kafasında bizim Türkmenlere, Özbeklere, Uygurlara hatta Moğollara yakın olduğumuz gibi yerleşik fikirler var. Buradan yola çıkınca sonuç şaşırtıcı oluyor.
...

Kürtler ve Ermeniler genetik olarak Türklere ne kadar yakın?
Kürtler de binlerce yıldır bu topraklarda. Ama bize İranlılardan ve Yunanlılardan daha uzak, Özbeklerden ise daha yakınlar. Ermenilerin durumunu tespit etmek çok zor çünkü tehcir olayı var. Ama genetik bağlantıya göre İranlılar, Yunanlılar ve Ürdünlülerden hatta Türkmenlerden bile daha uzaklar.
...
Resmi tarihe vuruyor, Orta Asya Türkleri'yle akrabalıklarımız reddediliyor, Türklük sadece bir kimlik haline dönüştürülüyor, o kadar savaşın, kıtlığın, soykurum korkusuyla başgösteren göçlerin alt üst ettiği topraklarda bütün genler ele alınıp binlerce yıllık olaylar ve tarih bir yere konabiliyor ama ne hikmetse 80 yıl öncesi; Ermeniler konusunda tehcir sözkonusu olduğundan durumlarını tespit etmek zor diye niteleniyor. Bir bilimadamı art niyetini ancak bu kadar açığa vurabilir diye düşünüyorum. Ermeniliği, Türklüğü, Slavlığı kültürel bir değer olarak ele al, ondan sonra bu kültürel değerleri etnik-genetik olarak birbirleriyle bağdaştır. Bu na lahana turşusu bu ne perhiz?

İster genetik, ister fonetik isterse antropolojik; bu milleti ayrıştıramayacaksınız sayın(!) hocam!

7.12.2007

Yeni Genel Müdür İbrahim ŞAHİN TRT'yi uçuracakmış

0 yorum
Hatırladığım kadarıyla TRT genel müdürlüğüne yeni getirilen genel müdürlerin hemen hemen hepsi başına geçtikleri kurumun kadro yoğunluğu sebebiyle İbrahim ŞAHİN'in verdiği tepkiyi veriyordur: Bu personelle 40 tv kurulur!!!

Ee doğaldır, ilk başta bu kadar ileri görüşlü olduğunu dile getirmek kolay. İşin zor tarafı, koltuğa oturur oturmaz dile getirilenleri eyleme dönüştürmektir.
TRT'de çok nitelikli elemanlar var ama yapısı hantal. Nasıl özel sektör 10 kişiyle bir kanalı yürütüyorsa TRT de dinamik bir yapıya kavuşturulmalıdır. 8 bin personelvar, bu kadar personelle 40 kanal yönetilir. Yoksa arkadaşlar boş değil.'
Bu sözler de yeni genel müdüre ait. madyafaresinden aldım bu sözleri. Hem daha neler neler söylemiş yeni müdür, işte bu bağlantıdan ulaşılabilir.
Şahin, 3 önemli projeden söz etti.
1. Emekliliğe hak kazanmış bin 500- 2 bin kişinin emekli olabilmesi için teşvik edici düzenlemeler düşünülüyor. Bunun için kaynağa ihtiyaç var. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın tavrına göre proje şekillendirilecek.

2. Yaklaşık bin- bin 500 kişi başbakanlık bünyesinde oluşturulan ve özelleştirme kapsamındaki kuruluşlardan personel aktarımının yapıldığı havuza gönderilecek. Havuz tercihi, kurumun ihtiyaçları ve hedeflerine göre yapılacak.

3. Yaptıkları iş ve uzmanlık alanlarına göre kimi personel de başka bakanlıklara doğrudan kaydırılacak. Mesela, sanatçıların Kültür Bakanlığı'na transferi söz konusu olabilir.
Aynen yukarıdaki gibi denmiş haberde. Ben de bu devlet kurumlarının kadro sorununu çözme yöntemlerine hayranım. Bir kurumda kadro fazlalığı mı var? Gönder başbakanlık havuzuna ve başka kuruma. E n'oldu kurum kadro hantallığından kurtuldu. Kurumun kadrosu şişirilirken acaba devlet sevdalısı kişiler nerelerdeydiler? Böyle soruyorum çünkü bir kurumda kadro temizliği başladığı zaman görevden çıkarılanlar veya onları buralara sokanlar feryada başlayacaklar. Bu da işin başka boyutu ya ben asıl şunları söylemek istiyorum:
Devlet bir vücuttur ve kurumlar devletin organlarıdır. Bir kurumda sorun varsa bu, bir ur olarak düşünülmelidir. Bu urun başka bölgelere kayması o vücudu sorundan, hastalıktan kurtarmaz. Devlet kurumlarında bazı sorunlar giderilmek isteniyorsa öncelikle bu gözetilmelidir.
TRT deki kadro fazlalığını tasfiye ettin, başka kuruma geçtiklerinde bu bir sorun oluşturmayacak mı? Devlet içinde yapılan düzenlemelerde vücudun yapısı gözetilmelidir.
Ayrıca tasfiye sürecinde söz konusu olacak personelin durumu ne olacak? Özelleştirme mağdurlarının durumu ayan beyan ortada örnek olarak.

Benim aklıma şöyle bir çözüm geliyor TRT ile ilgili; sektörel işletmeler kurmalı (yapım şirketi, ışıklandırma, ses sistemleri), hem kendisine hem de özel sektöre hizmet sunabilecek bir yapıda. Kendi ihtiyaçlarını karşılamanın yanında özel sektöre de iş yapacak bu işletmeler kurum bünyesindeki kadro yükünü hafiflettiği gibi diğer kurumlarda kadro şişkinliğine sebep olmadan fonksiyonel işletmelerin ortaya çıkması sağlanabilir. Bu işletmelerin, sinemamızın da gelişmesine katkı sağlayabileceği düşüncesindeyim.

5.12.2007

İnternetten nasıl faydalanırız?

9 yorum
İnternetin zararları bir tarafa, yararlarını yazmakla bitirmek pek kolay olmasa gerek. Nasıl faydalanılacağı merakını gidermek için öncelikle hangi konuda fayda beklenildiğinin bilinmesi gerekir ama ben yine de genel olarak dilim döndüğünce internetin faydaları ve yararlanma yolları konusunda bir şeyler yazmaya çalışacağım.
Bu konuya neden girdiğime değinmek gerekirse; ilgililerin malumu "Google" ın, Analytics isimli bir istatistik hizmeti var. Bu hizmeti kullanırken dikkatimi çeken "internetten nasıl faydalanırız" sorusunu asrımızın feylozofu "Google" a soranların benim bloguma da yollarının düşmesi.(Google da işini biliyor, ziyaretçilerini gönderdiği sitelerin talepleri dikkate alacağından emin ne de olmasa!)

"İnternet'in faydası var mı?" gibi soruların aşılmış olması güzel. Demek ki internetin faydası olduğu artık anlaşılmış ve bir sonraki aşama, faydalarının arayışına geçilmiş.

İnternetten her konuda faydalanabiliriz.
Sosyete psikiyatristi diye de bilinen Cem Mumcu, kendisiyle mülakata gelen haberciyle arasında geçen sohbeti şöyle anlatıyor:
- Bu talebinize sevindim. Mülakata geçmeden önce yeni kitabımı okuyup okumadığınızı merak ettim.
Haberci:
- Cem Bey, kitabınızı okumadım ama ekşi sözlükte falan neler yazılmış baktım tabii ki.
Bu konuşmaları anlattıktan sonra katıldığı programda sözlerine şöyle devam etti televizyon ekranından:
-Ben, internette bilgi olduğuna inanmıyorum. İnternette bilgiden ziyade yorum yer alıyor. Mesela ben, "ekşisozluk"te yer aldığım kadarım. Benim hakkımda internette bilgi yok yorum var, diye devam etti sohbete.
Ben ise internette bilgi olduğunu iddia etmekle beraber yorum yoğunluğuna da katılmaktayım.
İnternette neyi, nasıl arayacağını bilmek önemli. Bir yandan bu konuyu es geçmek arzusundaysam da internetin faydalarından birisi olan bilgiye erişime sağladığı kolaylıklar açısından değinmek gerek diye düşünüyorum. Aramak, internetten faydalanmanın en temel araçlarından birisidir. Bulmayı umduğunuz neyse artık onu nasıl arayacağınızı bilmek de önemli internette. En basit yol Google gibi arama motorlarına doğru anahtar kelimeleri girmektir. Dikkat istiyorum önemli olan; doğru soruyu sormak değil, doğru anahtar kelimeleri girmek. Bu durum, arama motorlarına sorulan soruların sonuçsuz kalacağı anlamına gelmez. Doğru anahtar kelimeleri içeren sorular da faydalı sonuçlara ulaşmayı sağlayabilir. En faydalı sonuçlar doğru sorulardan ziyade doğru anahtar kelimeleri kullanmaktan geçiyor. Örnek olarak bu yazıma seçtiğim başlığı ele alalım: Bu başlık bir talepten doğmuştur. Normalde bu başlıkta geçen cümlelerle arama yapıldığında genelikle bu sorunun sorulduğu kaynaklara ulaşılır. Bu soruya cevap alabilmek için; "internetin faydalarını", internetten şu şekilde faydalanılabilir" gibi cümlelerle arama yapmak daha faydalı sonuçlar verir. Arama motorlarına soru sormak pek faydalı olmuyor önemli olan aklımızdaki sorunun cevabının verildiği cümlelerde hangi anahtar kelimelerin kullanıldığı tahmin edebilmek. İnternette arama motorlarına ne sorduğun ne değil ne istediğin önemli. Arama konusu derin bir konu olmasına rağmen temel olarak bu kadar değinmek yeterlidir sanırım.

İnternetten bireysel ihtiyaçlar konusunda faydalanma
İnternetten bireysel faydalanmada bilgiye ulaşım konusunda, yukarıda az çok arama konusuna değindim. Arama sonucunda doğrudan bilgiye erişmek mümkün olduğu gibi ağırlıkla bilginin yorumlandığı kaynaklarına erişim öne çıkıyor. Çeşitli konulardaki bilimsel makalerin yer aldığı yayınlardan elektronik ortam dahi olsa belli bir ücret karşılığında faydalanılabiliyor.

En eğlenceli ve keyifli yanı Live Messenger gibi ücretsiz hizmetlerle, gurbette bulunan abi,kardeş,eş dost gibi tanıdıklarla sesli ve görüntülü görüşme olanağı sunması. Ücret mukabilinde bu tür hizmetler yanında sabit telefonlarla veya gsm telefonlarla internet üzerniden ekonomik görüşme imkanı sunan hizmetler de var elbette, bu konuda hizmet verenlerden ilk aklıma gelen Skype. İnternet üzerinde çöpçatanlık yapan siteleri atlamak olmak herhalde! Bir zamanlar toplumda oldukça yadırganan, bu çöpçatanlık siteleri aracılığıyla arkadaşlık edinme hatta evlilik konusunda da yumuşama göze çarpıyor.
Vergi, harç, kredi kartı gibi konularda internet üzerinden ödeme yapma imkanı kişisel olarak büyük kazanç sağlıyor. Ödemeye yönelik benzer hizmetler, hem karşı tarafın bireysel iş yükünü azaltıyor, iş gücünü başka konulara yönlendirme imkanı tanıyor hem de kişisel olarak zaman tasarrufu sağlıyor. Bankalarda yapılacak bir çok işlem artık internet şubeleri aracılığıyla sıra beklemeksizin oturduğunuz yerden yapılabiliyor. Yapılabilecek işlemler; vergi ödeme, okul harcı ödeme, EFT, havale, yatırım işlemleri gibi banka şubesinde sıra bekleyerek gerçekleştirdiğiniz işlemlerin yerini alıyor. Bunlar için ihtiyacınız kadar tutarın bulunduğu bir banka hesabı yeterli. Ayrıca otomatik ödeme hizmetlerinin başlatma ve durdurma işlemlerine de interneten olanak tanındığından benzer ödemeler bir defa talimat verdikten sonra tekrar bilgisayar başına geçmeniz dahi gerekmiyor.
Kargo, telgraf gibi konularda aracı işletmeyle iletişim konusunda da fayda sağlıyor. Kargonuzun takibini yapabiliyorsunuz. PTT nin telgraf hizmetini internete taşıması da büyük bir gelişme bence, yalnız yaygınlaşması gerekiyor.

Market alışverişleri dahil evinizin ihtiyaçlarını da internet aracılığıyla karşılama olanağı mevcut. Market alışverişlerinde seçenek sınırlı olsa da diğer konularda (elektronik, kitap, bilet vb) alışveriş yapılabilecek çeşitli seçenekler mevcut. Bilindik alışverişe nazaran oldukça ekonomik alışveriş yapılabilecek seçenekler internette yer almakta.
Öğrencilerin önceden (epey önceden) ansiklopedi, kitap vb kaynakları tarayarak bilhassa elde yazıp hazırladıkları dönem/yıllık ödevler konusunda da gelişmeler var. Bu konuda kaynak hazırlayan bir kaç site bu işi ticarete dökerek, öğrencilere hizmet sunmakta. Bu eleştirilere açık bir girişim olmasına rağmen gördüğü rağbet önünü açıyor.

Sadece öğrenciler konusunda değil öğretmenler ve diğer meslek gruplarına yönelik, rutin işlemler konusunda faaliyet gösteren ve yine ücreti mukabilinde hizmet sunan web siteleri ve gruplar da kendilerine yer edinmiştir.

Öncelikle Blogger olmak üzere çeşitli ücretsiz "blog" tutma ve kullanma imkanı sağlayan servisler sayesinde isteyenler şiirlerini, hikayelerini,resimlerini,fotoğraflarını, çizimlerini, fikirlerini, zikirlerini binlerce hatta milyonlarca insanlara ulaştırabilmekteler. Gazeteler, dergiler bir zamanlar şikayetleri, fikirleri dile getirmek konusunda yegane ortamlardı zamanla yerlerini blogların alacağı öngörülüyor. Hatta ABD'de ve Avrupa'da bazı yayın organları basılı hizmetlerine son verip sadece internetten geleceğe yürüme kararı almış durumdalar.
Televizyonlar ve radyolar da kendilerine internette yer edinmekteler. Bu konuda normal yayıncılığa göre maliyet yüksek olsa da bunun üstesinden gelmeyi biliyorlar. Yayıncılık konusunda internetin en güzel yanı; bir zamanlar on beş günde bir ellerine ulaşan mektuplar, tek tek her birinin cevaplanması gereken telefon aramalarının yerini geri bildirim konusunda almış olması geliyor.

İnternetten kurumsal ihtiyaçlar konusunda faydalanma
Devlet teşkilatı içerisinde dönüşümü devam eden e-devlet uygulamaları sayesinde en başta vergi beyannameleri ve ödemeleri konusunda gelişmeler gelmekte. e-devlet uygulamalarının her alana yayılması hem devlet dairelerinde kayıt-kuyudat işlerini azaltacak hem de vatandaşın karışısındaki bürokratik formalitelerin azalmasını sağlayarak alınan hizmetlerde zamandan tasarruf ve hız kazandıracak. İlk aklıma gelen nüfus dairelerinden nüfus kayıt örneği talebi, adliyelerden sabıka kaydı talepleri. Önceden bunların karşılığındaki belgeyi almak haftalık bir süreyi bulurken şimdi sadece dakikalar alıyor.
Ticari işletmelerin ödemelerinde yardımlarına yine internet bankacılığı koşuyor. Tedarik ve arz konularında yine internet araya girerek süreçleri hızlandırıyor. B2C (Business to consumer), B2B (Business to business) diye adlandırılan modeller sayesinde işletmeler hem kendi aralarında hem de tüketici nezdinde hizmet ve ürünlerinin sunumu ve pazarlaması konusunda mesafe kaydetmekte ve tüketicilerin sorunlarına yine bu şekilde en kısa sürede çözümler bulabilmekteler. Kısaca ticarette; ödemeden, arz- tedarik işlemlerine kadar tümü e-ticaret diye tabir ediliyor.

Aklıma internetten faydalanma konusunda gelen en temel konulardan bahsetmeye çalıştım. Umarım "Google"dan "İnternetten nasıl faydalanırız" diye medet umanlara bir fikir verebilmişimdir.

4.12.2007

Ulusalcılığın şovenist adımları

0 yorum
Türk milliyetçileri, ülkemiz gündeminde cereyan eden olaylar karşısında soğukkanlılığını korurken, ulusalcıların milliyetçiliği aşarak ortadaki sorunlarda şovenizme kayan provakatif eylemleri, ülkemizin yürümeye devam ettiği Sırat köprüsünde beni oldukça korkutuyor. gönlüme su serpen ise bu ortamda ağırlık olarak duyarlı halkımızın bu tür yaklaşımlara itibar etmemesidir.

Alttan alta senelerdir ülkemizde işlenmekte olan bir Kürtçülük gerçeği var. Bu konuya şu yazımda değinmiştim o yazımda şöyle demiştim:

... Büyük Kürdistan hayalinde yer alan ülkemiz toprakları üzerinde demografik yapı oldukça uygun. Senelerce PKK/KADEK terör belası sebebiyle bölgeye ne öğretmen ne doktor ne de ihtisas(mühendis vs) sahibi insanlar sokuldu. Aile planlaması adı altında yapılan demografik çalışma da meyvelerini verdi ve hala daha vermeye devam etmektedir. Ülke çapında etnik olarak Kürtlerin yaşadığı ve bilhassa bu bölgelerin dışında aydın bir çok insan devlete inanıp aile planlaması oyunana ekonomik şartlar sebebiyle yenik düşerken;açlıktan her dakika ağlayan, devlet nerede diye sorup, elini uzatan devletin alnına kurşun sıkmayı bile başarabilen insanlar için aile planlaması zaten bir anlam ifade etmiyordu ve bu da bu tezgahı kuranların işine geliyordu. Bölgede nüfuz sahibi aileler kaçakçılık sayesinde cukkayı sağlamlaştırıp Bursa, İstanbul, İzmir, Kayseri gibi şehirlerde ticaret ve sanaiye dahil oldular hatta bazıları mafya tabir edilebilecek bir güce ulaştı. Bu oyunun içinde olmayan Kürt kökenli insanların varlığı elbette inkar edilemez....

Zamanla ortaya çıkan gizli planları ortaya çıkarmak ve bu planların altında yatan amaçlara hizmet etmemek adına bir takım adımlar atmak elbette gerekli. Bu planlar konusunda açığa çıkan gerçekleri duyurma konusunda ulusalcılar bir takım şeyleri dile getiriyorlar. Bunların ardından bölücülüğe varan şovenist yaklaşımlar ülke bütünlüğü adına tehlikeli görünüyor bana. Buna örnek olarak bugün haberdar olduğum, yine ulusalcıların ön ayak olduğu "Alışverişimi Türk'ten yapıyorum param PKK'ya gitmiyor" adıyla duyurdukları kampanya iyi niyetli görünmesine rağmen tam aksi amaçlar taşıdığı görüşündeyim.
Tamam fikir güzel ve faydalı görünüyor da alışveriş yapacağımız Türk'ün ayırdını kim yapacak? Birileri bunu işaret mi edecek? Asıl olayın provakasyona açık ve uçurum kenarında gezen noktası burası!
Kürtlerin, devlete takındıkları düşmanca tavırlara bizzat şahit olmuş biri olarak her Kürt'ün de bu şekilde yaftalanacak potansiyel terörist olmadığı inancındayım. Bununla ilgili en son provakasyonu on gün öncesinde Mardinli işletme sahibinin işyerinin birileri tarafından fiili saldırıya uğraması şeklinde gördük.

Bence bu tür kampanyalar ülke bütünlüğüne zarar verici girişimler. Ülkeye zarar veren iç-dış, bölücü-kırıcı her oluşuma destek veren, Türk-Kürt ayrımı gözetilmeksizin fark edildiği yerde tepki görmeli. Söz ettiğim tepki elbette ki fiili değil, ekonomik ve benzeri şekillerde olmalı-günümüz deyimiyle izole edilmeli.
Her Kürt asıllı terörist değildir, bunu unutmamak gerek. Ulusalcılık adı altında kaş yaparken göz çıkarmanın alemi yok!

3.12.2007

Avrupa Parlamentosunda Rufailer de ayin yapacak mı?

0 yorum
Mevlana ve Mevlivilik hakkında ahkam kesmeyeceğim burada. Sadece beni rahatsız eden konu hakkında bir kaç kelam etmek arzusundayım.

Ülkemizde turizmi desteklemek adına bir çok insanın manevi değerlerini (başta kendimin) zedelediğine inandığım çeşitli uygulamalar yapılmakta. Örnek olarak en belirgini Mevlana Yılı olması sebebiyle Avrupa Parlamentosunda yapılan Mevlana konulu toplantının ardından yapılan sema gösterisi(!). Bu şekildeki gösterilerde ve haberlerde benim tüylerim diken diken oluyor, duyduğum utançtan dolayı. Benim bildiğim sema, bir ayindir ya da daha doğru bir tabirle fiili bir zikirdir. Kimileriniz bunu Mevlana'yı tanıtmak ve görüşlerini dünyüyü duyurmak adına bir araç görebilirsiniz. Esasında sema bir araçtır fakat burada kullanıldığı gibi ticari hedeflere yönelik değim de ulvi değerlere yönelik bir araçtır. İnsanların derğahlarda zikirlerine karşı olan zümreler iş, bunları ticari bir meta haline dönüştürüp rant elde etmeye gelince tarikatlere bel bağlıyorlar ne hikmetse?

Madem öyle Alevi'nin Mevlevi'nin semahını Avrupa Parlamentolarında, turistik faaliyelerde, büyük alışveriş merkezlerinde gösteri diye sunmaktan çekinmiyorsunuz O zaman Rufailerin kendilerini amiyane tabirle şişledikleri, Şii'lerin Hasan ve Hüseyin'in şehit edilmelerini andıkları diz çöküp sırtlarını zincirleme ayinlerini, bir zamanların meşhur tarikati Aczmendilerin zikirlerini de kullanın turistik faaliyetlerde de göreyim. Olmaz mı? Oluuuur e be mozaikçiler, onlar da bu toprakların kültürel değeri değil mi?


Bu faaliyetlerin içinde olanların da işine geliyor elbette bunlar. Devlet sanatçıları yevmiye veya harcırah karşılığında zikir yapıyorlar, ilahi okuyorlar. Birilerinin bu sömürüye bence dur demesi gerek! Bir alimin fikirlerini dile getirmenin konferans vb şekillerde daha akademik yolları mevcutken bir hristiyan birliğinin meclisinde gösteriye dönüştürmek, kendini muhafazakar demokrat olarak niteleyen mevcut iktidar partisine himayesinde hiç yakışık almıyor benim nezdimde. Demokratlığı, muhafazakarlığını rafa kaldıran bir partiden bunu beklemek oldukça saçma ama ben yine de dile getirmiş olayım.

30.11.2007

Tarihi dahi ağlatacak buluşu açıklıyorum

0 yorum

Şu bağlantısını verdiğim yazımda buluşumdan bahsetmiştim ve bir yerinde şöyle demiştim:

Değil Türkiye ve dünyanın ; değil bu yılın, değil bu asrın, değil bu milenyumun, tarihin bile bu zamana kadar görmediği ve sayfalarına yazmadığı bir buluşa imza
atıyorum. İnsanlık tarihi böyle birşeyle karşılaşmadı ve değil ki bir daha
karşılaşsın.
Daha fazla birşey yazmayacağım buluşuma bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz. Vatana, millete hayırlı uğurlu olsun.

29.11.2007

Duydunuz mu? Orhan Baba ölmüş

1 yorum
Sabahın kaçıydı hatırlamıyorum ama kalk saatinden önce olduğuna kesin eminim. Biraz psikolojik problemleri olan, geceleri karanlıkta uyuyamayan, yat saatinin ardından ayakta bulduğu askerle sohbet edip canı sıkılınca "Yat saati geçti mi?" diye sorup sonra aldığı evet cevabın ardından "Ulan yavşaklar, ne bok yemeye ayaktasınız? .iktirin gidin yataklarınıza hiç kimseyi ayakta görmeyeceğim" diye bağırıp neredeyse gece koğuşçusu ve devriye çavuşunu bile yatağa göndermeye yeltenen o günün nöbetçi astsubayı, yine bağırtılarla birliği kalk saatinden önce ayağa dikmeyi başarmıştı. "Ulan çaaaycı, nerde benim çayım? Çabuk lan! Benim şekerim var, getirme beni oraya" çığlığının ardından gelen çayını yudumlamaya başlayan astsubayımız biraz olsun sakinleşmişti ki yazıhaneyi azmaya giden ben "Günaydın komutanım!" dediğim esnada televizyondaki Orhan Gencebay görüntüsüne takılmış ve "Hayırdır komtanım, n'olmuş Orhan Baba'ya?" diye soruvermiştim. Bunun ardından haberin geçtiği kanalı değiştirip bana döndü:
-Sever miydin?
-Severdim komutanım. Fanatiği değildim ama zihnime yer etmiş şarkıları var. E bi de Orhan Baba işte!
-Ya ya, sevmeyen yoktur onu değil mi?
-Evet komutanım, ben sevmeyenine rastlamadım.
-Çok üzücü çook.
-N'oldu ki komutanım?
-Daha ne olsun oğlum? Ölmüş adam.
Bu lafın ardından tüylerim diken diken oldu ve sanki ailemden birini kaybetmişçesine gözlerim doldu. Nasıl dolmasın ki arabesk bir müzik zevkim olmasa da Orhan Baba farklı bir değer benim için. Küçükken "komşuya gidersin" diye cevapladığım "Ya evde yoksan" nakaratlı, zihnime en büyük tesiri bırakmış şarkısı yok mu? Çarşı izinlerine giderken veya dönerken özellikle Orhan Baba’yı dinlemek için son model minibüsleri es geçip, Orhancı, döküntü minibüste Orhan Baba’nın şarkıları eşleğiyle yolculuk etmeyi yeğlerdik şehre doğru. Hızlı adımlarla odanın kapısından ayrılıp gazinoda buldum kendimi. Etrafta fellik fellik televizyonun kumandasını aradığımı gören gazinocu ne olduğunu sordu. Sadece “Orhan Baba ölmüş” diyebildim, Orhan Baba’nın vefatıyla ilgili bir haber bulabilmek umuduyla bütün kanalları tek tek dolaştım ama hiçbir haberde Orhan Baba’nın ölümüyle ilgili bir bilgi verilmiyordu. Ben televizyon kanallarını değiştirmeye devam ederken, birliğin diğer askerleri de gazinoya doluşmuştu ve benimle beraber bir haber duymak için sabırsızlanıyorlardı. Bölük çavuşu gazinoyu içtima için boşaltmıştı, ben ve gazinocu kalmıştık sadece. Koğuşçu, gazinoya rutin olarak alınan günlük gazeteleri getirdiğinde elinden kaparak tek tek itina ile bütün gazeteleri taradım, gazinocu ve koğuşçu da ben gözden kaçırmışsam bir haber bulabilirim umuduyla benim baktığım gazetelere tekrar göz geçiriyorlardı. Nafile, ne Orhan Baba ile ilgili ne de ölümü ile ilgili bir haber bulabildik. Toplu halde kahcaltı için yemekhanenin yolunu tutan bölüğün ardından ben de yola düştüm yemekhaneye doğru. Yolda önüme gelene Orhan Baba’nın öldüğünü söylüyor ve bununla ilgili bir haber duyup duymadığını soruyordum. Aldığım cevaplar hep aynıydı: “Yaaaa, Orhan Baba mı ölmüş? Hiç haberim yoktu, senden öğrendim.” O günü Orhan Baba ile ilgili bir bilgi alabilme arayışıyla geçirdik, dışarıdan gelen, poğaçacıya, ayrancıya, ziyaretçilere sorduk, beklentimizi karşılayan bir cevap alamadık.

Orhan Baba’nın ölüm haberini almış olduğumuz o sabahtan bu yana yaklaşık bir hafta geçmişti. Ben de dahil o haftasonu çarşıya çıkamayan bir çok kişinin zihninde Orhan Baba ile ilgili tek şey, bütünüyle inanamadığımız ölmüş olduğuna dair bir haberdi. O gün yine o üzücü haberi almamıza sebep olan astsubay nöbetçiydi. Gün sona ermek üzereydi, akşam içtiması alınmış, kışla ocaklarında görevli olanlar görevlerine çekilmiş, arda kalanlar da bölükte keyfine bakıyordu. Ben yine yazıhaneme gömülmüş kayıt kuyudat işleriyle uğraşıyordum. Çay almak için gazinoya doğru ilerlerken kapıdan beni gören nöbetçi astsubay beni çağırdı. İçeri girdiğimde çavuş mavuş, poşetler (kısa dönemler ) falan oturmuş televizyon seyrediyorlar. “Ne haber, ne yapıyorsun?” gibi havadan sudan sorularla hal hatır sohbetini tamamladıktan sonra:
- Geçen nöbetimin sabahını hatırlıyor musun?
- Evet, hatırlıyorum komutanım!
- O sabah sana ne dediğimi hatırlıyor musun?
- Unutmadım ki komutanım. Bütün gün haberleri, gazeteleri kolaçan ettik, gelene gidene sorduk fakat Orhan Baba’nın ölümüyle ilgili bir haber ne duyduk ne de gördük.
- Ama öldü diyince çok üzüldüm değil mi?
- Evet, üzüldüm.
- O akşam n’oldu biliyor musun? Anlatayım ben sana.
- Dinliyorum komutanım.
- Akşamüzeri kademeye doğru gidiyordum, gelen giden asker hep Orhan Baba’nın ölümüyle ilgili konuşuyordu. Neyse, kademedeki odama gittim arkadaşlar oturmuşlar sohbet ediyorlar. Konu ne? Orhan Baba’nın ölümü! Ağzım açıkta kaldı. Bir de bana soruyorlar “Haberin var mı? Orhan Baba ölmüş” ,diye, Az kalsın ben de inanıp “Ya ne zaman, nasıl olmuş” diye adamlara soracaktım.
Ben şaşkın ördek misali dinlemeye devam ediyordum ve diğerleri de tabi ki. Tarif edilmesi mümkün olmayacak keyifle bir kahkaha atarak:
- Ama itiraf et, güzel işlettim değil mi sizi? Oğlum boşuna dememişler “Kışlada bir yalan at, döner sana gelir, sen bile inanırsın” diye. Gerçekten az kalsın öyle oluyordu.
Ben ve diğerleri dayanamayarak komutanın kahkahalarına eşlik ederken bulduk kendimizi.
Hey gidi askerlik hey! Bu da kendince bir dünya. Bence askerlik yapmamış her erkeğin bir yanı eksik kalmıştır. Fatih AKIN’ın yerinde olsam bir de asker ocağında pişerdim. Askerlik, yapmamak için savaş karşıtlığıyla savunulamayacak bir değer.
Orhan Baba, Allah ömrüne bereket versin.

Kadın kısmısının futbol tutkusu!

0 yorum
Bir zamanlar, evli olan veya birlikte olan çifler arasında erkek kısmısının futbol tutkusu büyük sorun olarak konuşuluyordu. Kadın kısmısı, erkeklerin futbola olan ilgisinden dolayı kendilerini ihmal edilmiş ve hatta değersiz olarak görüyorlardı ve imkan buldukları yerde bunu dile getirerek erkeklerden şikayet ediyorlardı. Hani haksız da değillerdi. Erkek kısmısı için muhteşem bir tutkudur bu futbol. Eve gelen misafirler, çıkılacak yemekler, katılınacak toplantılar eğlenceler hep futbol maçlarına göre ayarlanıyor. Hatta bu konuda yapılmış, taraftarı olduğu takımın sosyal ilişkilerine etkisini, futbol-veya başka bir spor- ve sevdiği kadın arasında seçim yapmak durumunda kalan fanatiğin maceralarını anlatan bir iki film seyrettiğimi hatırlıyorum.
Bu nebzeye varan futbol tutkusuna/fanatikliğine sahip erkek kısmısının oranı oldukça yüksek. Benim gibi sadece gönül bağıyla bağlı olup yediğini,içtiğini,.ıçtığını futbol maçlarına göre ayarlamayan adamların sayısı oldukça gülünç kalır, bir istatistik yapılmış olsa.

Bu konuya neden değinme geriği duyduğuma gelince:
Çevremde artık erkekler kadar-neredeyse erkeklerden çok- futboldan konuşan kadınların sayısındaki artış dikkatimi çekti. Önceden bir ortamda erkekler futboldan konuşmaya başlayınca kadın kısmısının suratı asılır ve mahzun mahzun ortadaki muhabbete kayıtsız kalmaya çalışır bir müddet sonra da ortamı terk ederlerdi. Oysa şimdi erkekler bir futbol muhabbeti açmaya görsün, ortamda mevcut kadın kısmısı en fanatik erkekten bile daha ateşli şekilde tuttuğu takımı savunmaya ve karşı takımı yermeye başlıyor ben ise ağzı açık seyrediyorum. Belki de bu sosyal değişimin öncüleri medyadır diye düşünüyorum. Spor programlarını sunan sunucuların tercihinde kanallar tarafından kadınların tercih edilmesi, spor yazarları arasına kadın yazarların ve yorumcuların katılması bunda en büyük etken olsa gerek.
Spor ve özellikle futbol mecrasında kadın kısmısının vitrinde ve de içinde yer alması belki de bu dünyadaki şiddeti azaltmaya yönelik bir çalışmadır. Ben pek de öyle olacağını zannetmiyorum. Kadın kısmısının erkeklerin dünyasına daha da yakınlaşma çabası olarak görüyorum çevremden edindiğim izlenime dayanarak. Yakında tuttuğu takım taraftarlığı sebebiyle kocasını evden kovan, boşanma davası açan, kafa göz yaran kadınların haberlerini duyarsanız, şaşırmayın.

Kendi işi,mesleği, hobisi spor olan kadınların konuşması neyse de bu fanatiklik konusunda yarışan kadın kısmısı çok itici oluyor bence.

28.11.2007

Kendi elimizle açtığımız "Büyük Kürdistan" yolu

1 yorum
Bugünkü şartların olgunlaşmasına yol açan ve Büyük Ortadoğu Projesinin ayaklarından birini oluşturan Irak’ın bölünmesi hususunda zamanın şartlarına ve yaşanan olaylara bir göz atalım:

1991 Körfez Savaşı, çıkan Kürt ayaklanmasında, zulüm korkusuyla Türkiye’ye büyük bir mülteci akını olmuştur. Mart ve Nisan 1991’de Irak’tan kaçan 1,5 milyon Iraklı Kürt, Türkiye-Irak sınırına yığılmıştır. Günümüz mülteci sorunlarına cevap vermekten çok uzak 1951 Mülteci Sözleşmesi, ülkelere sığınmacıları kabul etme zorunluluğu getirmediğinden, Türkiye mültecilere sınırlarını açmamış, 450,000 Iraklı Kürt, dağları aşarak yasadışı yollardan Türkiye’ye girmiştir. BMMYK yetkililerinin ifade ettiklerine göre, hazırlıksız yakalanan Türkiye’nin elinde hali hazırda sadece 20,000 çadır vardı. Türkiye, beklediği sayının çok üstündeki mültecilere barınak ve yiyecek bulmakta zorlanmıştır. Kürtlerin bu durumu dünya kamuoyuna yansıdığında büyük yankı uyandırmış, koalisyon güçleri bu baskı sonucu BM’nin 688 sayılı kararı gereği 11 ülkenin katılımıyla Huzur Operasyonu’nu düzenleyerek Kuzey Irak’ta bir güvenli bölge oluşturmuşlardır. Bu operasyonda Türkiye de bulunmuştur. *

Güveni Temin Operasyonunun ardından bölgedeki gelişmeler konusunda dönemin Başbakanı Yıldırım Akbulut başını oldukça ağrıtan o günleri bütün canlılığıyla şöyle hatırlıyor: ‘Sınırımıza yığılan 500 bin insana büyük gayretlerimize rağmen bakmak, yiyecek ulaştırmak, sağlıkları ile ilgilenmek ve barınmalarını sağlamak mümkün olmuyordu ve olamazdı da. Coğrafya da müsait değildi. 500 bin kişiye çadır kursanız çadır kuracağınız yer yok. Ekmek, yiyecek temin etseniz onlara ulaştıracak yol yok.’

Yıldırım Akbulut o zaman peydah olan çekiç güçle ilgili durumu şöyle anlatıyor: ‘500 bin kişi Türkiye’de değil, kendi yerlerinde muhafaza edilsinler istedik. Tabii bir baskı sonucu buraya geldikleri için de Saddam’ın zulmünden kurtarabilmek için bir güç olsun, bunları korusun diye düşündük. Biz daha evvel Halepçe olayı nedeniyle 50—60 bin Peşmerge’ye kapılarımızı açtık. Onların bize ne derece bir problem oluğunu iyi biliyorduk. Asayişi temin edebilmek için bazı harekatlar yapıldığında ‘Türkler insanlara eziyet ediyor’ gibi bir çirkin propaganda ile de karşılaştık. Halbuki bizim yapmış olduğumuz insanî hareket öyle bir propaganda ile tersine döndü ki sanki biz peşmergelere eziyet ediyormuşuz gibi gösterilmeye çalışıldı. Çekiç Güç’e bunun için ihtiyaç duyduk.’**

Çekiç Güç'e bir de şuradan bakalım:
Çekiç Güce bagli helikopterler, ayrilikçi terör örgütüne yardim paketi atarken görüntülendi. Ama gazetelerde "Şok" gibi basliklarla haber olan bu konu bir çirpida unutuluverdi. Amerikalilarin "teröre karsi Türkiye'nin yaninda" olduklari seklindeki açiklamalari, nedense "ikna edici" bulundu. Oysa Çekiç Güç'ün ve ABD'nin Türkiye'deki ayrilikçi terör örgütüne gizli destek verdigine dair sik sik skandallar patlak verdi.

Örnegin Zaman gazetesinin 13 Mayis 1994 tarihli sayisinda verdigi habere göre, "KKTC Magosa Limani'nda PKK'ya silah götürürken yakalanan Anne M isimli geminin Litvanya Klaipeda Limani'ndan Kalasnikof marka silahlari ABD Savunma Bakanligi'ndan alinan silah satin alma belgesiyle yükleme yaptigi" ortaya çikmisti.

Çekiç Güç-Israil-ABD-Terör dörtgeni içinde, Israil-terör örgütü arasinda dogrudan iliski olduguna dair deliller de vardi. Israil'in terör örgütünü "taseron" olarak kullandigi yönündeki bir açiklama, Zaman gazetesinin 3 Mart 1994 tarihli sayisinda yayinlandi. Habere göre, BOTAS Petrol Boru hattinda meydana gelen patlamalarla ilgili olarak bir üst düzey yetkili söyle diyordu: Israil kendi teknolojisini ve uydularini kullanmak amaciyla iki defa boru hatlarinin güvenligini saglamak için talepte bulundu. Türk yetkililer bu duruma sicak bakmadi. Hemen ardindan boru hatlari PKK tarafindan bombalandi. Bombalama olayindan sonra Israilli yetkililer tekrar boru hatlarinin güvenliğine talip oldular. Türk yetkililer bu talebe sicak bakmalarına ragmen müsbet bir cevap vermediler. Bunun ardından, kısa bir süre önce ikinci bir bombalama olayı meydana geldi. Boru hatlarının bombalanması eylemlerini üstlenen PKK, bu eylemleri artırarak devam ettireceklerini söyledi. Israilliler boru hatlarinin güvenligine tekrar talip oldular. Bu son talebe devlet yetkilileri olumlu cevap verdi. Çok kisa bir süre içinde yapilacak anlasma ile de bundan sonra boru hatlarinin güvenligini Israil saglayacak... Bombalama olayı ve takip eden gelismeler son derece manidardir.Kisacasi Çekiç Güç, Terör Örgütü ve ABD-Israil arasindaki iliski, disardan göründügü gibi degildir. Her ne kadar ABD ve Israil terör örgütüne karsi olduklarini ve Türkiye'ye destek verdiklerini açiklasalar da, "ikili politika" geleneğinin iyi bir örnegi olarak, terör örgütünün arkasinda Israil ve ABD (daha dogrusu Israil'in Amerika'daki uzantilari) vardir. Çekiç Güç, Kuzey Irak'ta hem bir Kürt devleti olusturmakta hem de otorite bosluğu meydana getirerek terör örgütüne lojistik destek sağlamaktadır.

Çekiç Güç'ün göründügünden farklı hedefleri olduğunun, hem de oldukça "pis" ve "karanlik" hedefleri olduğunun bir baska göstergesi ise Çekiç Güce karşı çıkan bazi önemli isimlerin ilginç akibetleridir. Ortak özellikleri Çekiç Güç'ün gitmesini istemek olan bu kisiler, nedense birbiri ardina "fail-i meçhul" kurbani olmuslardir. Örnegin Hulusi Sayin ve Ibrahim Selen. Ikisi de korgeneraldi. Ikisi de Güneydogu'da Jandarma Bölge Asayiş Komutanı'ydı... Ve ikisi de öldürüldü. Iki emekli korgeneralin ortak yönleri ise Çekiç Güce karsi çıkmalarıydı. Çekiç Gücün gitmesi gerektiğini belirten Jandarma Komutani Orgeneral Eşref Bitlis uçak kazasi süsü verilen bir sabotaja kurban gitti. Esref Bitlis'in en güvendigi kisilerden ikisi, yani Bitlis'in Güneydoğu'daki özel kadrosunda yer alan Emekli jandarma Binbasi Cem Ersever ve onun yakın arkadasi yüzbaşı Mustafa Deniz fail-i meçhul cinayete kurban gittiler. Ersever ve Deniz'in ortak yönleri de Çekiç Güc'ün bölgedeki varlığına karsi çıkmalarıydı. Derya Sazak'in 14 Kasim 1993 tarihli Milliyet'teki yazisinda belirttigi gibi "Çekiç Güç sanki seytan üçgeni"ydi, "... ona karsi çikanlari içine çekebiliyor"du. Lice'de Tuggeneral Bahtiyar Aydın, Cumhurbaşkanı Demirel'in deyimiyle 'bir kör kursunla' can verdi. Bahtiyar Aydın'in en önemli özelligi de Çekiç Güce karsi çıkmasıydı. Bu kisilerin bir diğer özellikleri, soruna mümkün olduğunca "barışçı çözüm" bulunmasi gerektigini savunmalarıydı. Dağlari bombalamakla, bölgedeki savaşı bu biçimde yürütmekle bir sey kazanilmayacagina inanan insanlardı. Bölgeden Amerikan uzantilarinin kaldırılmasını ve Türkler ve Kürtler arasinda kardeşlik temelinde bir birlik kurulmasini savunuyorlardi. (Nitekim gerçekten de tek çözüm budur.) Çekiç Güç'e karsi çikanlari birbir ortadan kaldiran güç, kuskusuz Çekiç Güç'ü Incirlik'e getiren ve onun kanaliyla bir Kürt devleti kurmak isteyenlerin bir uzantisindan baska bir sey olamazdi. ***

Çekiç Güç
Genelkurmay Başkanlığı’nın dün(15.03.2003) yaptığı açıklama ile Çekiç Güç’ün Türkiye’deki görevi de sona erdi. Genelkurmay’ın ‘Kuzeyden keşif harekâtı ve üs hazırlama faaliyetleri’ kapsamında Türkiye’de bulunan bin 166 ABD askerî personelinin Türkiye’den iki gün içinde ayrılacağını belirtmesinin ardından ilk kafile uçakla İncirlik’ten Almanya’ya hareket etti.Çekiç Güç, 1. Körfez Savaşı sonrası 5 Nisan 1991’de Bakanlar Kurulu tarafından alınan karar doğrultusunda Türk topraklarında geçici olarak konuşlanmıştı.
Körfez Savaşı’nın akabinde Irak yönetiminin kendisini desteklemeyen gruplara
karşı sert mücadele başlatması ile çok sayıda insanın Türkiye ve İran’a
sığınmaya çalışması Birleşmiş Milletler’i (BM) harekete geçirmişti. BM Güvenlik
Konseyi Irak’a ekonomik ambargo konulması, nükleer, biyolojik ve kimyasal
silahların yok edilmesine yönelik 3 Nisan 1991 tarihli 687 No'lu kararını aldı.
BM’nin bu kararından sonra Bakanlar Kurulu, toplu göçün tekrarlanmaması ve
bölgede barışın devamını sağlamak amacıyla çok uluslu bir gücün Türk
topraklarında geçici olarak bulundurulmasına karar verdi. Türkiye’nin ev
sahipliğinde, ABD, Fransa ve İngiltere’nin katılımı ile Huzuru Temin Harekatı
başladı. İnsani yardım ve caydırma amacıyla başlayan bu harekat, sığınmacıların
kendi topraklarına geri dönmesi ve insani yardım faaliyetlerinin sona ermesiyle,
yerini 1 Ocak 1997’den itibaren Türkiye’nin ev sahipliğinde ABD ve İngiltere’nin
katılımı ile bölgenin gözetleme ve kontrolü amacıyla başlatılan ve İncirlik
Üssü’nde konuşlandırılan Kuzeyden Keşif Harekâtı’na bıraktı. Birlik, 15 Mayıs
1997’de tugay seviyesine çıkarıldı, 28 Eylül 1998 tarihinde de adı 10. Tanker Üs
Komutanlığı olarak değiştirildi ve sancak verildi. Amerika Birleşik Devletleri
öncülüğünde başlatılan ikinci Körfez Savaşı'nın başladığı 20 Mart tarihinde ise
Türk hükümeti ABD’nin sadece Türk hava sahasını kullanabileceğini belirtmesi ile
daha önce Türkiye’deki üslerden Irak’ın kuzeyine yapılan keşif gücü uçuşları da
sona ermiş oldu. Bu uçuşların sona ermesiyle İncirlik'ten önce İngiltere’ye ait
Tornado tipi savaş uçakları, ardından da ABD’ye ait Awacs erken uyarı, radar
bozucu Prowler tipi uçaklar ile tanker ve F–15, F–16 tipi savaş uçakları başka
üslere çekildi. 1991 yılından bu yana her 6 ayda bir görev süresi uzatılan Çekiç
Güç ve ardından başlayan Kuzeyden Keşif Gücü kapsamında yürütülen faaliyetler
başlangıçta 25 bin personel tarafından yerine getiriliyordu. Zaman içinde bu
personel sayısı 1.000’e, uçak ve helikopter sayısı da 63’e düştü. Kuzeyden Keşif
Gücü’nün görev süresi son olarak 26 Aralık 2002’de 58. Hükümet’in Türkiye Büyük
Millet Meclisi'ne gönderdiği tezkeri ile 6 ay daha uzatılmıştı. ‘Kuzeyden Keşif
Gücü’ adı altında yapılan ve kamuoyunda ilk başladığı isim olan ‘Çekiç Güç’
adıyla anılan ortak görev gücü böylece 12 yılda 13 hükümet görmüş oldu.****

Biraz da şuradan bi bakalım ABD'nin Türkiye üzerinden bölgede oynadığı oyunlara:
Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Kuzey Irak’ta ABD’ye hep destek verdi. Herhalde kendisinin de söylediği gibi damarlarındaki Kürt kanından dolayı Kuzey Irak’taki Kürt gruplara ABD ile birlikte tam destek verdi. Fakat bu politikalar yüzünden de Türkiye beline kadar çamura saplanıyordu. Ayrıca bu dönemde Kürt liderler Talabani ve Barzani’ye kırmızı pasaport verildi. Çekiç Güç belasını başımıza salan Özal, PKK’nın daha da güçlenmesine ve palazlanmasına sebep oldu. Çekiç Güç bu bölgede terörist PKK militanlarına inanılmaz bir malzeme ve silah yardımında bulunuyordu. Uçuşa yasak bölgede PKK militanları bu boşluğu değerlendirerek hain emellerini devam ettirdiler. Türkiye defalarca Kuzey Irak’a askeri operasyonlar yapmak zorunda bırakıldı. Bu operasyonlarda zaman zaman 40 bine yaklaşan ordumuzun bir çok değerli subayları ve Mehmetçikleri şehit veya gazi oldular. Ülkemiz PKK terörü nedeniyle 32 bin kayıp vermiş, bu olaylar nedeniyle de en az 150 milyar dolar para harcamıştı. Her bakımdan ülkemize büyük maddi ve manevi zararlar veren bu çatışmalarda ABD’nin düşmanca tavrı bilinmektedir.

6 Nisan 2005 yılında, Kürt Lider Talabani’nin, Irak’ta, Devlet Başkanı seçilmesinin hiç de tesadüf olmadığını biliyoruz. Talabani 2002 yılında, Daily Telegraph’a yaptığı açıklamada: “Bush, babasının yarıda bıraktığı işi tamamlayacak” demişti. Gerçekten de Oğul Bush görevini yapmıştı. Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunu Kürdistan olarak gören Barzani ve Talabani’nin ne kadar tehlikeli olduğunu görmekteyiz. Bu yüzden de ABD’nin yüz yıldan beri izlediği politika bizim açımızdan hep çok tehlikeli olmuştur. Gerçekleşmesini asla istemediğimiz ülkemizi tekrar kan gölüne sokma uğraşısının bu sefer ki taktiği maalesef Türk-Kürt çatışmasıdır. Irak’ta Kürt Lider Talabani’nin iktidara gelmesiyle Türkiye’deki ayrılıkçı terör örgütü PKK-KADEK için bulunmaz bir fırsat doğmuştur. ****

Irak'ın işgalinin ardından; senelerce birbirleriyle çatışan, savaşan Barzani, Talabani güçlerini Özal aracılığıyla bir araya getirme ve PKK karşısında kullanabilme çabaları sonucunda PKK ile bu peşmerge liderleri kanka oldular. Birisi Irak'ın devlet başkanı oldu diğeri kendisine ırak'ın kuzeyinde bölgesel bir yönetim kurdu.

Sonuç
Zamanında bizim devletimiz tarafından, kurulacak bir Kürt devletinin savaş sebebi olacağı açıklamalarına rağmen ABD, bize rağmen bize bu bölgesel yönetimi kurdurdu. Lojistik desteğini sağladık senelerce, orada yaşayan Saddam mağdurları rolü oynattırılanlar sebebiyle. Merkez bankalarını kurdular, parlamentolarını açtılar, bayraklarını dalgalandırdılar, paralarını bastılar. Irak'ın ABD tarafından işgalinin ardından petrol anlaşmalarına taraf oldular ve şimdi %50lere varan pay almaktalar petrol gelirlerinden.
Biz daha, en meşru zeminde kurduğumuz KKTC'ye kendi ülkemiz dışında yabancı ülkeleri bırakın kardeş ülkemizden bile doğrudan uçak seferlerini başlatamamışken Irak'ın kuzeyine Avusturya'dan doğrudan uçak seferleri başlatılmış oldu.
Irak'ın kuzeyindeki Barzani yönetimi şimdiden bile bölgesel yönetim olarak dile getirilmekte bizim ulusal medyamız, haber ajansları tarafından. Biz hala daha Irak'ı bütün sanıp, bölünmemesinden yana teraneler sallıyoruz. Irak'ın kuzeyindeki yönetim, kendine bu kadar imkan sağlamışken, neden bağımsızlık ilan etsin ki bağımsızlık ilan etmiş devletten bile daha çok imkana ve imtiyaza sahipken?

Büyük Kürdistan devletinin ilk adımı atılmıştır. Sıradaki adım olarak Türkiye'de kurulacak bir Kürt bölgesel yönetimi görüyorum. Şimdilik İran topraklarında böyle bir girişim için erken, 1946 yılında İran'da sovyetlerin desteğiyle bir Kürt bağımsızlık hareketi ilan edilmiş fakat başarıya ulaşmamıştır. Bizdeki şartlar daha elverişlidir. Büyük Kürdistan hayalinde yer alan ülkemiz toprakları üzerinde demografik yapı oldukça uygun. Senelerce PKK/KADEK terör belası sebebiyle bölgeye ne öğretmen ne doktor ne de ihtisas(mühendis vs) sahibi insanlar sokuldu. Aile planlaması adı altında yapılan demografik çalışma da meyvelerini verdi ve hala daha vermeye devam etmektedir. Ülke çapında etnik olarak Kürtlerin yaşadığı ve bilhassa bu bölgelerin dışında aydın bir çok insan devlete inanıp aile planlaması oyunana ekonomik şartlar sebebiyle yenik düşerken;açlıktan her dakika ağlayan, devlet nerede diye sorup, elini uzatan devletin alnına kurşun sıkmayı bile başarabilen insanlar için aile planlaması zaten bir anlam ifade etmiyordu ve bu da bu tezgahı kuranların işine geliyordu. Bölgede nüfuz sahibi aileler kaçakçılık sayesinde cukkayı sağlamlaştırıp Bursa, İstanbul, İzmir, Kayseri gibi şehirlerde ticaret ve sanaiye dahil oldular hatta bazıları mafya tabir edilebilecek bir güce ulaştı. Bu oyunun içinde olmayan Kürt kökenli insanların varlığı elbette inkar edilemez. Demografik olarak gerekli şartlar sağlandı bölgede. Sıra siyasi aşamaya geldi. İlk etapta Türkiye için öngörülen, demokratik haklar, özgürlükler adı altında federatif bir yapı. Ardından özerklik ve sonrasında bağımsızlık talebi. Şimdilik bu komplo teorisi olarak görülüyor, temennim de o yönde ama mevcut gerçekler öyle demiyor.


*** Yeni masonik düzen
**** Zaman 16.03.2007