Kısa dalga yayın

25.02.2008

Türbana enfes çözüm: Her kuruma bir anayasa!

0 yorum
Yeni düzenlenen Anayasa maddesi ile başın örtülmesine "Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez.Bu hakkın kullanımının sınırları kanunla belirlenir." şeklinde serbestlik getirilmesine rağmen üniversite rektörleri bu düzenlemenin yeterli olmadığını ve birçoğu yasağı devam ettireceklerini söylediler ve hatta yasağı devam ettirdiler.

Başın örtülmesi- örtülmemesi bir tarafa asıl sorun, kendilerini yasama organının üzerinde görüp özellikle Anayasa'ya karşı gelerek yasağı devam ettiren rektörlerin bu tutumuna hukukçuların hiç sesi soluğu çıkmıyor ne hikmetse? Hani Türkiye Cumhuriyeti olarak bir hukuk devletiydik? O kadar hukuçunun gördükleri, inandıkları hukuk nerede? Nerede kuvvetler ayrılığı?

Bu iş daha ne kadar böyle gidecek? İlla ki her kuruma özgü bir Anayasa mı hazırlamak gerekli? Şşşt hukukçular size soruyorum? Para kazanamadıkları gerekçesiyle sadece iki elin parmakları kadar cesur insanın seçtiği hukuk profesörlüğünün yerine, görüşlerine uymayan kanun maddeleri sebebiyle herkes hukuk profesörü cübbesi giymeye öykünüyor Anayasa'yı yorumlamak adına.

Her kurum hazırlayıversin kendine bir Anayasa olsun bitsin hem böylelikle Anaysa'da şu vardı, bu yoktu, bu böyle yeterli değil falan fişmekan gibi tartışmalar da sona erer belki.

23.02.2008

Mezarlıklar arasında akşam yemeği

0 yorum
Belki şarapçılar için doğal bir eylem olarak görülebilir fakat bu bir şehrin ortasındaki restoranda olunca ilginç geliyor insana.

Hindistan'ın Ahmedabad şehrinin batısında bulunan The New Lucky isimli restoran müşterilerine yemek servisini mezartaşlarının arasında sunuyormuş. Kesin olarak mezarların kimlere ait olduğu bilinmiyormuş. Emekli bir profesörün söylediğine göre; Hindistan'da mezarlıklar asla korku veren yerler değilmiş ve edebiyatlarında da hiç korku hikayesi yer almıyormuş ayrıca hayalet korkuları da yokmuş. Restoran yöneticilerinin asıl endişe duydukları şey ise yeni müşterilerinin anıtların (mezar taşlarının) yerlerini bilmediklerinden fark edemeyip ayaklarını incitmeleriymiş.

AP

22.02.2008

Cumhurbaşkanı Gül operasyon bölgesinde

0 yorum
Yiğit Mehmetçikler gönlümüz ve dualarımız sizinle
Nihayet teröristlere karşı düzenlenen kara operasyonu başladı. Temennimiz köklerinin kazınmasından yana. Memleket sathındaki dualarla, Allah bütün Mehmetçikleri kahpe kurşunundan muhafaza ve amaçlarında muzaffer eylesin.

Cumhurbaşkanı Gül operasyon bölgesinde
Şahsen, Cumhurbaşkanımızı ve Genel Kurmay Başkanımızı operasyon bölgesine ayak basmış ve Türk milletini oradan selamlarken hayal ediyorum. Muhteşem bir duygu ve güven vereceğini düşünüyorum.

İnsanlıktan bahseden insanlık dışı varlıklar
DTPli vekil ve eş başkanlardan açıklama gelmiş: Operasyon insanlık dışıdır, diye. Acaba bu operasyonu insanlık dışı diye nitelendiren Türk milletinin askerinden tutun Türk-Kürt ayırt etmeden 7 den 70 e sivilini katleden terörsitlerin destekçileri insanlığın neresinde? İçinde, dışında, solunda, sağında?

Kamudaki çalışanlara polistandart
Özelleştirme mağdurlarından, 657 ye 4/c olarak istihdam edilen merkez teşkilatlarında çalışanlarla taşra teşkilatlarında çalışanların arasında çifteyi bırakın polistandarda bir son verilmesi en büyük temennim. Örneğin mecliste ve bakanlıkta çalışanlar 657 deki hemen hemen bütün haklardan yararlanarak (ek çalışma, döner sermaye, ek tazminat vb.) 2000 lirayı bulan aylık ücretle çalışırlarken, taşradakilerin sadece sözleşme ücretlerine mahkum edilerek ek çalışmalardan bile ahrum edilmesinin altında nasıl bir sosyal adalet yatıyor çok merak ediyorum.

16.02.2008

İş gücü olarak neden kadınlar talep ediliyor?

2 yorum
Son günlerde gazete köşelerinde ve tartışma programlarında türban tartışmalarıyla paralel gündeme gelen, dikkatimi çeken şey; evlerinde oturan kadınların sayısından yakınmalar. 16 milyon kadın dizini kırıp evinde oturuyormuş. Bu 16 milyon kadının evde oturmaktansa iş gücü olarak Türkiye ekonomisine katkıda bulunması gerektiği savunuluyor. Son ülkemiz nüfusundaki kadın sayısını dikkate alıp iş gücüne katılma oranında hesaplarsak 18 milyon küsür kadının iş gücüne katılmadığı ortaya çıkıyor. Tabi bir o kadar da iş gücüne katılmayan erkek nüfusu var. Bu sayılara emekli, malül vs de dahildir elbet.

İş gücüne katılmayan kadın sayısı kadar erkek sayısı olduğunu da göz önüne alırsak, sermayenin niye özellikle işgücünde kadınları talep ettiği sorusu benim kafama takılıyor.
Şahsi deneyimlerim ve uygulamaları göz önüne aldığımda sermaye tarafından iş gücünde kadınların tercih edilmesindeki asıl sebebin; kadınların ekonomiye faydalı olmaları görüşünden ziyade sermaye tarafından kadınların, erkeğe nispeten ekonomik özgürlüğünü elde edebilmek amacıyla şartları zorlamadığı, kanaatkar olduğu ve daha iyi şartları aramaktansa mevcutla yetinme eğilimi olduğu kanaatindeyim.

Yani erkek, çalıştığı süre içerisinde daha fazla ücret, daha iyi çalışma şartları, daha esnek yönetim unsurları arayışı içerisindedir ve bunları bulduğunu düşündüğü anda mevcut çalışma ortamını ardında bırakıp yeni ortamı tercih eder. Kadınlar, kendilerinde bu vizyon ve çaba olmadığından sermaye tarafından, sömürülmeye daha müsait olduklarından dolayı tercih ediliyorlar ve işgücüne katılmaları konusunda kamuoyu tarafından bunun baskısı yapılıyor diye düşünüyorum.

14.02.2008

Ülkede bölünme tepeden başlar

0 yorum
Evet, aynen başlıkta dediğim gibi bir ülkede bölünme de devrim de tepeden başlar. Tepeden kastım, iktidar ve muhalefet mesupları, yazar/çizer/aydın, ve burjuva kısmısı.

Bizim tarihimizde benzer örnekler çoktur. Milli mücadele döneminde mandaya boyun eğen saltanata karşı emperyalist devletlere kafa tutanlar; "din elden gidiyor" dalgası ile engelenmeye çalışıldı fakat bu dalgaya itibar etmeyenler çoğunlukta olduğundan bu çalışma başarıya ulaşamadı. Neticede saltanat ortadan kalktı fakat din bir yere gitmedi. Sonrasında "laiklik elden gidiyor" dalgası başladı ve yüzlerce insan sırf evlerinde Kuran bulundurduklarından, namaz kıldıklarından laiklik ve cumhuriyet düşmanı ilan edildiler. Orada da kalmadı bu sefer Türkçü'lere eller uzandı, rejim tehlikesi tehditi söylentileri ile. Sonrası ve daha sonrası ...

Türkiye Cumhuriyeti'nin bu sene 85. yılını görüyoruz. Şöyle koştuğunuz yolda bi an olsun - en azından nefes almak açısından- durun ve dönüp 85 yıllık tarihe bir göz atın. Kaç kez bölünüp parçalandık, birbirimizi yedik? Kim ne kazandı? Taraflardan kimin eline ne geçti ve bu galeyana gelenlere n'oldu?

Her kavga, kaos ortamında kurtarıcı arayan milletin önüne kim el uzattıysa ona el uzatılmadı mı? Ya sonrasında ondan da yaka silkilmedi mi?

Tarih, para zoruyla mı tekerrür ediyor yoksa insanlığın aptallığından dolayı mı?

Sen başını örtüyorsun dincisin, sen başörtüsüne karşı çıkıyorsun kafirsin, sen dini şeriatı getireceksin, sen dinsizlikle beynimizi yedin, sen başını kapatırsan laiklik elden gidecek, ben başımı kapatmazsam dinim elden gidecek, sen bana hayırlı günler diledin kafirlik etme, sen merhaba dedin niye dinsizlik yapıyorsun, sen başını kapatırsan ben de kapatmak zorunda kalacağım, sen erkeklerin hegamonyasının oyuncağısın, ee sen de, tek fark ver benim başım kapalı senin açık...

Bu böyle gider; arkada parsayı toplayan atıyla üsküdarı geçer. Bırakın başını kapatmak isteyen kapatsın, açmak isteyen açsın. Başı açık üniversiteye alınmayanlar, okulda veya işyerinde başlarını açıyorlar diye sosyal hayatta da aynı şeyi yapıyorlar mı? Sen neden korkuyorsun? Onlara başını açtıramayan hem mahalle hem de devlet baskısı varken, sen yanında dolaşan başı kapalılar yüzünden mi kendini başını kapatmaya zorunlu görüyorsun?

Akıllı olun, tepedekilerin galeyanına kapılmayın. Onlar orada kavga eder, birbirlerine küfreder ama kuliste veya bir konserde mucuk mucuk birbirlerini yanaklarından öperler. Ya sen? Ailenle, komşunla, arkadaşlarınla kavga ettiğinle kalırsın. Tepedekilerin kavgası bitmez çünkü altında çıkar çatışmaları vardır, bugün öyle der yarın başka. Gel gör ki millet olarak kavga edersek barışması pek kısa sürmez.

Halihazırda da tepedekiler kavga ediyor (Siyasetçiler, yazarlar, çizerler, akademisyenler, burjuva) halk kavgaya teşne!

SEN SEN OL KAPILMA BU HEYULAYA! TARİHİN SIRITARAK AHLAKSIZCA TEKERRÜRÜNE İZİN VERME.

FİKRİNİ SÖYLE DE KAVGA ETME KAPILMA TEPEDEKİLERİN GARABETİNE

13.02.2008

Hep "damsız girilmez" mi olacaktı?

0 yorum
Akşam Gazetesi Yazarlarından Nagehan Alçı bugün köşesinde:

Erkeksiz girilmez
"Muhafazakârlaştırılma bir mit mi yoksa gerçek mi?" sorusuna tüm ülke cevap arıyor. Tek elden bilinçli bir politika uygulanıp uygulanmadığı bitmeyen bir tartışma konusu. Ancak maalesef bazı çevreler ortamdan cesaret alıyor. İşte size bir örnek: Ayşegül Aydoğdu adlı bir işkadını geçtiğimiz günlerde bir görüşme için Ümraniye'ye gitmiş. Randevusuna erken geldiği için önce bir pastaneye girip çay içmek istemiş. Girdiği yer gayet şık ve büyük bir yermiş. Garson, Ayşegül Hanım'ı kapıda karşılamış ve "Yalnız mısınız?" diye sormuş. "Evet" cevabı alınca da "Erkeksiz almıyoruz" demiş.
Endişelenmekte haksız mıyız? diye sormuş.

Biz garibim erkekler senelerdir aynı sorunla karşılaştığımızda ve genelde bunu modernizmin(!) sosyal hayata yansıması olarak gördüğümüzde hata mı ettik ki acaba? Aynı yaklaşım hatun kısmısına sergilendiğinde, ortamdan cesaret alan muhafazakarlığın gerçeklikle kucaklaştığı an oluyormuş demek ki!

Yoksa hatun kısmısının kendilerinin, potansiyel sapık yerine konulmaları dokunmuş da ortamdan cesaretle bunu muhafazakarlığın yansıması olarak mı göstermek istiyorlar?

İlginç, ne diyeyim!

9.02.2008

Bu bürokratlarla bu ülke fazla gitmez

0 yorum
Bu konuya daha önce TRT ile ilgili yazdığım bir yazımda değinmiştim.

Şimdi aynı şekilde bir çözüm örneği de MEB Talim Terbiye Kurulu Başkanı'nın dilinden dökülmüş. Haberi Radikal'de okudum. Gerçekten tüyler ürpertici ve gelecek konusunda ümitsizlik veren bir durum.
Haberde Başkan mesleki orta öğretim konusunda şöyle diyor:
Sanayi memnun değil: Ortaöğretimdeki bütün arayışlarımızı kilitleyen mesleki eğitim. Yıllardan beri mesleki eğitime ağırlık verilmesi gerektiği söylendi. Mesleki eğitimden, gerçek hayat, sanayi memnun değildir. ABD'de mesleki eğitim ön lisans düzeyine çekiliyor. Açıkça söylemek gerekir ki, mesleki eğitimin yapısını bozmadan ön lisans düzeyine kaydırmalı, meslek liselerini kapatmalıyız. Herhangi bir binayı kapatarak değil ama, meslek liselerini ön lisans düzeyine çekerek bu tartışmalardan iyileştirici bir adımla çıkabiliriz. Ortaöğretim kurumlarının hiçbirini ek katsayılarla ayrıcalıklı kılmamalı.
Sanki yüksek öğretim de herşey güllük gülistanlık da mesleki ortaöğretimi bu yöntem hizaya sokacak. Başta zaten MYO lar bir girdabın içinde ki bu girdaptan çıkarmadan bütün mesleki öğretim yükünü önlisans düzeyinde MYO lara yıkmak, mesleki öğretimle beraber yükseköğretimi de kökünden havaya uçurmaktan başka bir işe yaramaz.
MYOlara mesleki orta öğretimden sınavsız geçiş imkanı tanınması zaten önlisans düzeyindeki mesleki öğretim kalitesini yerle yeksan etmiştir. MYOların liselerden hiçbir farkı kalmamıştır, kıyafet dışında. Bu konuya da daha önce paralı üniversite hakkında yazdığım yazıda değinmiştim.

Asıl söylemek istediğim bürokratın sorun çözme yöntemi yani sorun benden gitsin de nerede nasıl çözülürse çözülsün gibi popülist ve aptalca bir yöntem.
Bu bürokratlarla ülke yola devam ederse, tıknefes bir yere yığılıp kalmamız işten bile değil.
Maalesef insanın profesör olması yeterli olmuyor işte...

5.02.2008

Kandil'in mumu ne zamana kadar yanacak?

0 yorum
Kandil Dağı neyin nesidir diye 5 yaşındaki çocuğa sorsak; terörün yuvasıdır cevabını vereceğimden kuşkum yok, o kadar aşikar artık.

TSk bombaladıkça bombalıyor, depolarını, hastanelerini filan vuruyoruz. Hatta medyamız sağolsun Kandil'in üstüne yağan bombaları gördükçe içimizin yağları eriyor. Bu kadar bombalamaya yerle yeksan olması gereken bir dağda hala daha teröristler faaliyetlerini sürdürebiliyorlar. Hatta Barzani peşmerge güçleri tarafından o kadar güvenli bir halde ve giriş çıkışa izin verilmiyor ki başta Avrupalı ve Amerikalı gazeteciler o zor ve geçilmesine izin verilmeyen noktaları aşarak teröristlerle görüşme yapıp örgütün propagandasını yapabiliyorlar.

Barzani tarafından ne açıklama gelmişti: Kandil kontrolümüz altında, giriş çıkışlara izin vermiyoruz. Bu açıklamaya istinaden de bizim gönlümüz rahat(!), Barzani kafaya koymuş PKK yı kurutacak yok ya ben de yedim.

Madem her tarafı tuttun, giriş çıkışları engelledin bu adamlar kampın ikmalini nereden sağlıyor, ABD helikopterleri havadan yardım mı atıyor yoksa bir zamanlar Çekiç Güç'ün yaptığı gibi?

Bak hele Ahmet Altan Kandil' e nasıl gitmiş:
* Kandil'e nasıl gittiniz?
Kandil'e Kuzey Irak'ın Raniyah kasabası üzerinden gittik. Ayıraca çok kontrol noktası vardı. Raniyap kasabasının çıkışında Talabani kuvvetlerinin son kontrol noktası vardı. Bu noktada mühendis olduğumuzu söyleyerek PKK denetimindeki bölgeye geçtik. Yasemin de (Çongar) bölgede yaşayan bir kadınmış gibi başını eşarpla örttü.

Tabi ben bunu da yedim! Çocuk mu kandırıyorsunuz allehisen? Şuna açıkça "Gazeteciyiz sizin görüşlerinizi Türklere duyurmak istiyoruz dedik ve onlarda bizi ilgili kişilere ulaştırdı." diyemiyorsunuz değil mi?

* Peşmergelerin önlemleri sadece gazeteciler için mi yoksa aynı sıkı kontrolleri PKK için de yapıyorlar mı?
İki taraflı bir ambargo. Gidebilmek için üç araba ve üç şoför değiştirmek zorunda kaldık. Talabani'nin güçleri Kandil'i tamamen sarmış durumda. Giriş ve çıkışları zorlaştırmışlar. PKK'lılar yiyecek götüremiyor, adam geçiremiyor. Zaten girenler de çıkamıyormuş.

* Neden Murat Karayılan'la görüşemediniz?
Kar yağışı dağda ulaşımı imkânsız hale getirdi. Biz de Karayılan'ın yardımcıları Bozan Tekin ve Mizgin Amed ile görüştük.

Haber alma, haber verme özgürlüğü diye alenen gazeteciler tarafından terör örgütünün propagandası yapılıyor. Barzani peşmergeleri Kandil'i sarmışmış, PKK dan kurtulmak istiyormuş, giriş çıkışa izin vermiyormuş! Barzani bal gibi biliyor-aynı DTP gibi- PKK biterse Barzani'nin de kendi miadının dolacağını.

* Operasyonların bitmesini istiyorlar mı?
Operasyonlar bitsin biz hiç silahlı eylem yapmayız, silahları hemen durdururuz diye konuşuyorlar.

Tabi tabi, bu resmen "Aman aman sınırötesine girmeyen de nereyi bombalarsanız bombalayın, biz keyfimize bakıyoruz siz merak etmeyin" demenin yolu. Madem öyle operasyon yapılmadığı zamanlarda neden acaba silahlı eylemlerini sona erdirmemişler ?

Bağlantı

4.02.2008

Rüyalarımla ülkem

0 yorum
Son günlerde akıl almaz derecede gerçekçi rüyalar görmekteyim (yoksa kabus mu desem?) ve bu gerçekçi rüyaların tesiri gözlerimi açmamdan akşam saatlerine kadar devam etmekte. Tesirinden kurtulmak için çaba sarf etmeme rağmen bir anda kurtulmak mümkün olmuyor.

Rüyalarımdan en tesirli olanlarından kısaca bahsetmek isterim:
Bir dağ başı, nerede olduğumu düşünmüyorum hava buz kesmiş, soğuktan ellerim ayaklarım tutmayacak derecede donmuş. Üzerimde asker üniforması var ama elimde silah yok. Tipi başgösteriyor, önümü görmekte zorlanıyorum. İleride bazı karartılar seciliyor fakat net göremiyorum.
Bir anda kadın bir teröristle göz göze geliyorum. İkimiz de sürünürek ilerlemeye çabalıyoruz o, kucağındaki kalaşnikofa sıkı sıkıya sarılmış ama bana doğrultmuyor, kucağına almış. Boynuna puşi dolamış, üzerinde parka, altında şalvar ayaklarında da kara lastik var. Uzanıp ayak bileğinden yakalıyorum o anda silah sesleri duyulmaya başlıyor. Kaçmaya çalışıyor, ne silahını doğrultuyor ne de birşey söylüyor sadece bakıyor ve kaçmaya çabalıyor. Silah sesleri, top sesleri, helikopter, tipi sesleri birbirine karışıyor ortalık beyaz bir cehennem gibi. "Gitme!", diyorum "Orada ölüm var, çıkış yok" diyorum dinlemiyor tekrar dönüp bana baktığı anda bir bebek ağlaması bütün sesleri susturuyor ve ben buz gibi ter basmış bedenimle yatağımda büzüşmüş bir şekilde uyanıyorum, gözlerim açıp sadece bön bön karanlığa bakıyorum ve besleme çekip tekrar uyumaya çalışıyorum.

Bir başkası:
Bir uçurumun üzerine kurulmuş, esen rüzgarda çatır çutur sesler eşliğinde sallanan ahşap bir köprünün tam ortasında elinde Türk bayrağı ile bir bebek oturuyor ve köprünün iki ucundan da kimi türban lehine kimi aleyhine sloganlar atan gruplar köprüye doğru ilerliyorlar. Gruplardan ilk kişilerin köprüye ayak basmasıyla benim uyanmam bir oluyor.

Bir vatandaş olarak artık bu rüyaları(!) ruhen ve beynen kaldıramıyorum. Ülke geleceğinde söz sahibi iktidar sahiplerinin veya diğer müdahillerin, başlarını yastığa koyduklarında gönül rahatlığıyla bir uyku çekip çekmediklerini muazzam bir şekilde merak ediyorum. Artık katlanamadığımdan dolayı, ne kadar sürdürebilirim bilmiyorum ama televizyondan (dizi, tartışma ve haberlerden) , gazetelerden elimi ayağımı çekmek ve pek mümkün görünmese de huzuru yaşamak istiyorum.

2.02.2008

İslam adabı ve otomatik abdest alma makinesi

0 yorum
İslam bilgini değilim elbette. Müslüman bir insan olarak; İbadetlerini yapmak adına İslam'a gölge düşürüp sosyal hayata (bence) yanlış yansıtan, menfii tepkilere yol açan davranışları eleştirme ve fikrimi beyan etme hakkım olduğu kanaatindeyim.

Bu yazıyı gazeteportta yer alan bir haber üzerine yazma ihtiyacı hissettim. Bu haber ilk değil daha önce de Ayşe Arman, kendisine mektup gönderen okuyucusunun görüşleri doğrultusunda bunu gündeme getirmişti. Okuyucusu, Sabancı Müzesi tuvaletindeki lavaboda abdest alan bir hanımın davranışına tepkisinden söz ediyordu.

Öncelikle şunu belirteyim: Özellikle Selçuklu ve Osmanlı dönemi camilerinde hiçbir zaman tuvalet ile abdesthane yada şadırvan aynı ortamda yer almaz. Hatta şadırvanlar kendi başlarına bir yapı olarak inşa edilmiştir. Son zamanlarda yapılan camilerin bazılarında da bu hassasiyete dikkat edilmiş ve tuvalet ile şadırvanlar ayrı mekanlara konumlandırılmıştır. İslamdaki temizlik adabı gereğince olması gereken de budur.
Bu noktadan hareketle dindar bir Müslüman abdest alırken öncelikle bu adaba uymak hatta bu adaptan ziyade namazın farzlarından biri olan "necaseten taharet"e riayet etmek zorundadır. Bu sebeple abdest alınırken, abdest alınacak yerin temiz olmasına ve etraftan herhangi bir şekilde elbiseye, bedene pislik sıçramamasına ve bulaşmamasına dikkat etme gereği itibariyle tuvaletle içiçe lavabolarda abdest almak pek de uygun olmamaktadır.

Dindar kişinin abdest alırken bu özellikleri de göz önünde bulundurarak umuma açık tuvalatlerin lavabolarında abdest almaya yeltenmemesi daha yerinde bir düşünce olur.
Bunun haricinde bir de işin sosyal adaba mugayir durumu göz önüne alınmalıdır. Bir abdesthanede veya şadırvanda aynı maksatla bir araya gelen insanlar bulunduğu için ortaya çıkan görüntü (çıplak ayaklar, ıslak uzuvlar vb) rahatsızlığa sebebiyet vermemektedir. Oysa umuma açık, kamu kurumları veya özel kurumlar ve işletmelerdeki tuvaletlerde durum böyle olmamaktadır. Orada bulunan insanlar sizin sergilediğiniz görüntüyü, hassasiyetleri veya fikirleri sebebiyle ortama ve düzene uygun bulmayarak söz ettiğim olaylardaki gibi garip ve hatta kabullenemez bir tutum sergileyebilirler, yadırgamamak gerekli. Öncelikle mensubu olunan İslam dininden, insanları iğrendirip soğutmamak adına diğer insanların bu hassasiyetleri göz önüne alınarak bu tür sahnelere meydan vermemek daha yerinde olur diye düşünüyorum.

Başka bir konu olarak ele alındığında; mevcut iktidar partisinin dindarlığını ön plana çıkarması hasebiyle siyasetini sürdürmesi, bu şekilde vuku bulan sahnelere karşı insanların öfkesini körüklemektedir. İnsanlar (bence yanlış olsa da) daha önceleri de bu tür davranışlarda bulunuyorlardı ama adabı elden bırakmamak kaydıyla. Şimdi ise mevcut iktidarın dindarlığını ön plana çıkarmasıyla, iktidarı da yanlarında gören kişiler zamanla içlerine sindirmek zorunda kaldıkları ezilmişlik hissini bu şekilde giderme yoluna gidiyorlar diye düşünüyorum. Dediğim gibi bu tür davranışlar yeni ortaya çıkıyor değil ama iktidar partisine öfke duyan insanlar artık bu tür davranışları doğrudan siyasi bir mücadele ve kafa tutma olarak gördüklerinden dolayı dile getirmeye ve gündeme sokmaya daha fazla çaba harcamaktalar.

Bazılarının dediği şekilde dile getirecek olursam; artık şehirlileşmeye başlayan dindar insanların ihtiyaçlarının da hizmet veya mal üreten sermaye tarafından dikkate alınarak hem ihtiyaçlar giderilmeli hem de toplumdaki bu tür çatışmaların(!) ortaya çıkması engellenmeli.

Bu kadar yazdıktan sonra Emre Aköz'ün yazısı da yerini bulur heralde!
Şurada da Emre Aköz'ün yazısında bahsettiği patent süreci devam eden otomatik abdest alma makinesi hakkında diğer görüntü ve bilgiler yer alıyor. Bu da başka bir model.

1.02.2008

Başörtüsü karşıtlarının acınası ahvalleri

1 yorum
Bir çocuğun elinden eğlenmek veya cezalandırmak maksadıyla hiç şekerini aldınız mı bilmiyorum, bunu denediğinizde göreceksiniz ki bugün MHP ve AKP'nin başörtüsüne yükseköğrenimde serbestlik getirmesi için yaptığı teklife muhaliflerin tepkisi o elinden şekerini aldığınız çocuğun tepkisiyle aynıdır.

Bir siyasal simge olduğu gerekçesiyle yükseköğrenimde takılmasına karşı çıkılan türban, bu ikili sayesinde siyasi simge türban dışında halkımızın geleneksel olarak başını örtmek için kullandığı bağlama şekliyle ele alınarak inancı gereği başını örten insanlara yükseköğrenimde bir şans tanımak için güzel bir fırsat. Gel gör ki bu insanlara bunu çok görenler eksik kalmıyor. MHP ve AKP'nin teklifine karşı çıkan güruhların tavırlarını ele almam arzusundayım.

1 - Başı türbanla örtülü olup, şeklen tarif edilen örtünmeye karşı olanlar:
Bu insanların tavırları başlarındaki örtünün amacının samimiyetine gölge düşürüyor ve illa da türban diye tutturuyorlar. Madem inancın gereği başını örtme peşindesin inançlı bir insan için biçim, karşı çıktığınız kadar belirleyici olmamalı. İslam'ın özü itibariyle amaç/niyet önemli olduğundan biçime takılıp kalmak inancın istismara dönüşmesinin en büyük belirtisidir. Durum itibariyle bir karar vermeleri gerekiyor: İnandıkları gibi başlarını örterek öğrenim görmek mi istiyorlar yoksa başlarındaki örtüyle takiye yapanlara alet olmak arzusundalar mı?

2- Başı örtülü olmayıp kadın/erkek, şeklen tarif edilen örtünmeye karşı çıkanlar:
Bunların tavırları en çok gülünesi olanı. İlk etapta türban bir siyasi simge deyip popoları yırtınırcası tv ekranlarında ve gazete köşelerinde laiklik elden gidiyor diye çığırtkanlık yaparlar. Hadi türban siyasi simge dedin, yükseköğrenimde türbanı yasaklayıp başörtüsünü geleneksel olarak biçimleyerek serbestlik getirdin, bu sefer de vay anam bu özgürlük/serbestlik değil üniforma veya tektipe uydurma çığırtkanlığı başgösteriyor. Gel de şimdi bunlara poponla gülme! E hani senin derdin türbanlaydı, türban sorununu çözdün de tek tipin derdi mi aldı?
Şöyle üniforma tanımına bi bakalım:
1 . Aynı işi yapanların giydikleri, tüzükle belirtilmiş, bir örnek giysi.
2 . Silahlı kuvvetlerin resmî giysisi.
Tek tip kıyafet yaklaşımına da uymuyor bu benzetme çünkü sadece bağlama şekli belirtilmiş ayrıca başa bağlanacak örtü için renk, ölçü, desen gibi tek tipe yönlendirecek betimlemeler veya başını bu şekilde örten, üstüne şu şekilde bir kıyafet altına şöyle bir etek ayaklarına da şu şekilde bir ayakkabı giyecek şeklinde bir tanımlama da yapılmamış. E bu nasıl tek tip? (Allah'ınızı severseniz demiyorum) Lütfen, ne olur şu tv ekranlarında ettiğiniz sözleri programdan sonra seyredip de kendinizle ne kadar çeliştiğinizi , ne kadar komik ve aciz duruma düştüğünüzü bi seyredin (yine Allah aşkına demiyorum - takiye olmasın diye(!) ) neye inanıyorsanız onun aşkına!
3- Yükseköğretimde başörtüsü serbestliğinin başı açıklara baskı unsuru olarak kullanılacağını savunanlarla, ülkenin yurtdışı imajını düşünenler
O kadar senedir başı örtülü olanlara ev,mahalle, kasaba, şehir ne kadar baskı varsa yaparak başlarını açmaları yönünde ellerinden geleni ardlarına koymayanlar sadece iş dünyası açısından ne kadar başarılı oldular ki başı örtülü olanlar o kadar baskıya sebebiyet verebilsinler. Ne o, yoksa başı açık olan hatun kısmısının aydınlığına inancınız yok mu yoksa? Siyasetinizde başı örtülülerin karşısına seçenek yaşam formu olarak sunduğunuz başı açık hatun kısmısı o kadar zayıf iradeli mi, Cumhuriyet çocuğu olmayı bu kadar ucuza satabilecek bir potansiyel mi? Ben inanmıyorum!

Var ya aslında başörtüsü hikaye, kapitalist düzen ülkemizde kadın korkusunu örtüyle birbirlerine düşürerek aradaki birliği kırmaya çalışıyor. Öteki benim yaşam alanıma müdahale edecek korkusu yaratılarak kadınların hemcinsleriyle ve toplumla uyumu parçalanmaya çalışılıyor. İnsanların başının açık yükseköğrenim görmesi sanki yurtdışında ülke imajını çok değiştirmiş de hala daha bu savunuluyor. Medya ve haber ajansları, sanat dünyası dışarıya neyi yansıtırsa dışarıda o tanınır. Ülke imajı konusunda asıl sorun başı örtülü insanlar değil asıl söz ettğimi unsurlardır. İmaj konusunda takıntılı olanlar bu unsurları göden geçirmeli. Avrupa ve ABD'nin popüler sinemasına baksan; her ecnebi kadını bir bakış ve bir içkiyle yatağa atılacak bir seks aracı, gençleri uçkurundan başka bir şey düşünmeyen geri zekalı zibidiler vs. ama gerçek öyle mi?

4- Türban ve başörtüsü konusunda kadınlara hiç söz hakkı verilmemesi konusunda feveran edenler
Türban sorunu ne kadın ne de erkek meselesidir. Bütünüyle siyasi bir sorundur. Bu sorunun çözümü yönündeki çalışmalarda kadınların da bulunması güzel olurdu fakat kadınlara söz hakkı verilip verilmemesi bu sorunun çözümünde erkek görüşünden farklı şeyler ortaya çıkarmayacaktır. Bu tutum aptal feminizm örneğidir. Yani meydanda olan erkeklerin dile getirdiklerinden farklı birşey mi söyleyecekler? Elbette hayır, zaten medyada görüyoruz.

Çözüme yönelik girişime karşı çıkanların laiklik, anayasa temelinde savunmaları afaki yaklaşımlar. Bu sorunun bin an evvel çözülüp, yasama ve yürütmenin ülke geleceğine yönelik gerçek sorunlara yönelmesini ve bu çözüm girişiminin toplumsal huzur açısından başarıya ulaşmasını temenni etmekten başka bir şey gelmiyor insanın elinden.