Kısa dalga yayın

28.06.2009

Nedir bu ruhban okulu sevdası?

0 yorum
Bugünkü habere göre Egemen Bağış, "Ruhban okulu açılmalı" demiş.
Ruhban okulu nedir derseniz şuradan bir bakıverin derim.
Bugünün bazı yazarları canhıraş bir şekilde açılsın da açılsın diye feryat ediyorlar köşelerinde.
Günümüzde Avrupadaki İslami ilahiyat öğretimine biraz değindikten sonra birşeyler söyleyeceğim.
Hali hazırda Avrupada islami ilahiyat eğitimi verildiğini bildiğim bir Goethe Üniversitesi var. Orada da ders verecek hocalar Protestan İlahiyat Fakültesine bağlı. Ülkemizdeki ilahiyat akademisyenlerinden de faydalanılıyormuş yani Diyanetle ortaklaşa yürütülen bir öğretim söz konusu. Burada öğrenim görecek olanlar zorunlu olarak Yahudi ve Hristiyan din bilimi derslerini de alacaklar.
Bir de Fransa'da böyle benzer bir ilahiyat fakültesi açılması beklentisi var.
Neticede bakıldığı zaman maksat sadece din eğitimi-öğretimi olduğu zaman çeşitli şekillerde ayak diremeden ihtiyaç duyan insanlara ve cemaatlere bu ihtiyaçlarının sağlanması zor da olmuş olsa zamanla gerçekleşen bir şekilde mümkün görünüyor.
Ruhban okulu konusunda ülkemize dönecek olursak:
Patrik Vartholomeos döneminde Patrikhane'nin ruhban ihtiyacının en acil sorunlarından biri haline gelmesinden sonra Patrik, 4 Nisan 1996'da Başbakan Mesut Yılmaz'a bir mektup yazarak, Patrikhane'nin ruhban ihtiyacını dile getirir, okulun kapatılmasıyla birlikte adayların eğitim için yurtdışına gönderilmeye başlandığını, ancak bunun beklenen sonucu vermeyip, yeni sorunların doğmasına yol açtığını belirterek okulun açılmasını talep eder.

Özellikle ABD'den ve AB'den gelen baskılar sonucunda okulun açılması konusunun, Dışişleri Bakanlığı'nın "dış ilişkilerimiz açısından yararlı olur" tavsiyesi üzerine MGK gündemine alındığı ve bir formül arandığı basında yer alır. ABD'nin de "Türkiye'deki genel yüksek öğretim düzenlemeleri kapsamındaki bütün okullar gibi kurallara bağlansa da, günlük işleyişinde gerekli serbestiye sahip bir Ruhban Okulu uygulaması" istediği, dile getirilir.

Başbakanlık'ın 3 Eylül 1999 tarihli isteği üzerine Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK), 14 Eylül 1999 tarihli toplantısında, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi bünyesinde, bir "Dünya Dinleri Kültürü Bölümü"nün kurulmasına karar verir. Kuruluş işlemlerini yürütme görevi verilen Prof. Dr. Zekeriya Beyaz, gayrimüslim cemaatlerin ruhanî liderlerine 14 Aralık 1999'da gönderdiği bir mektupla, öneri ve manevi desteklerini ister. Ancak cemaatler ve ruhanî kurumlar bu formüle ilgi göstermezler ve konu ortada kalır.

2002'de AKP'nin iktidara gelişiyle birlikte, yeni hükümet üyeleri sık sık okulun açılmasında bir sakınca olmadığını, "yakında" adım atılacağını belirtirler.*
Devlet Bahçeli'nin fikir babalığıyla ortaya çıkan azınlıklara yönelik din adamı yetiştirilmesi fikri faaliyete geçmiştir fakat cemaatler bu duruma bugüne kadar bir teveccüh göstermemiştir.
Bu amaçla 2000-2001 öğretim döneminde açılan İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dünya Dinleri Kültürü Bölümüne 8 yıldır bir tek öğrenci bile kayıt yaptırmamıştır.*
Azınlık cemaatlerinin Türkiye Cumhuriyetinin, Avrupa'da da aynen uygulanan bu öğretim sistemine ilgi göstermeyip, destek olmamalarının altında sırf din adamı yetiştirme isteğinden başka amaçlar aramak da bu devletin takınacağı en temkinli durumlardan birisidir.
Adı geçen okuldan mezun olanlardan Atatürk'ün Nutuk'ta nefretle andığı, Patrikhane'yi fesat ve hıyanet ocağı olarak nitelemesine de sebep olan Mavri Mira üyesi ve eski Fener Patriği Athenagoras, diğer ünlü Heybeli mezunu da Kıbrıs ta binlerce Türk'ün katlinden sorumlu olan, bir bebek katili ve soykırım önderi Makarios olduğu ve bir zamanlar okulda Türkiye aleyhine casusluk faaliyetleri yürüten patrikhane üyeleri ve metropoltilerin de vatandaşlıktan çıkarılmalarını, zamanında atanan metropolitlerin gittikleri yerde dini faaliyetten çok siyasi propaganda üzerinde çalışmış olmalarını da dikkate almak gerek.*
Türkiye'nin bu yaklaşımına lozan cart,curt vb bahanelerle cemaatlerin yaklaşmaması, bizlerin de bu düşüncenin altında iyi niyetten başka şeyler aramamıza sebep oluyor.
Bir bağlantı : Uzman Tv, Aytunç ALTINDAL, Ruhban Okulu Neden Açılmıyor?
Bir bağlantı daha : Hakimiyeti Milliye, Rıza Zelyut ,Rum Patrik Bartholomeos Niçin Ekümenik Olmak İstiyor?

27.06.2009

Michael Jackson

0 yorum


-Günaydın
-Günaydın! Duydun maykıl ceksın vefat etmiş?
- Evet, duydum. Başımız sağolsun!
- Ulan ne mübarek adammış, kandil gecesi vefat etti ya...
- Orasını Allah  bilir!

Hakkındaki taciz, ruh hastalığı, uyuşturucu vb iddia ve davaların dikkate alınmamasında müslüman olduğu iddialarının bir tesiri var mı yok mu tam kestiremedim. Ama bildiğim ve gördüğüm bir şey var ki adamı dindarından, dincisine çoğunluk seviyormuş. Yalnız son zamanlarda medya ve siyasette ortaya konan müslüman olsun da taştan olsun anlayışının tesiri büyük olsa gerek sanki bize neyse? İçimizdeki müslümanları da görüyoruz.
Benim çocukluğumda o "moonwalk"a çoktan başlamıştı.Ekranda sadece hayran hayran seyretmekle yetiniyorduk, ne kadar denesek de çocukluğumuzda beceremedik bu zıkkım dansı, oysa o kadar da basit görünüyordu ki! Doksanların ortaları falan olsa gerek tvlerde taklitleri çıkıp bu dansı yapınca nasıl da kıskanırdım bilemezsiniz. Belki de bilirsiniz. Benim bu dansı öğrenmem üniversite yıllarıma dayanır ki onu da dansçı kankam Onkiden öğrenmiştim, sağolsun.
Öyle her dansı yapmak gibi bir çabamız olmamıştı ama bu dansta insanı çeken fizik ötesi bir şey vardı işte, nebilim! Tamam itiraf edeyim bir de "Thriller" var ama onu daha öğrenemedim.

İnsanlara "moonwalk" ile farklı bir şeyler ve arayışlar sunduğuna inanırım kendimden hareketle. Bence bir kırılma noktasıdır Michael Jackson ve "moonwalk"un ortaya çıkışı. İnsanları arayışa iten bir kırılma noktası.
Müslümandı değildi, iyiydi, kötüydü orasını bilemem ama ben gibi bir çok insanın hayatına müzik, dans adına çok şey kattığı için kendisine şükran borçluyuz.

20.06.2009

Bir şarkısın sen Küçük İbo!

2 yorum
Atvdeki Bir Şarkısın Sen isimli "ses yarışması"nda  Pınar Altuğ'un ve Erol Evginin çocuklara gösterdiği sevgi, şevkat ve iltifatları seyrederken ta 10 sene öncesine gidiverdim birden.
Hani hatırlar mısınız bilmem, bir Küçük İbo vardı. Hülya Avşar'ın  programına çıkmıştı da Avşar da İboyu kucağına almak gibi bir gaflette bulunmuştu o zaman. Bilmeyenler, "eee nolmuş?" diye sorabilir ama o zaman bir memleket meselesi haline dönmüştü bu durum. Olayın ayrıntılarını Selahattin Duman'ın şu yazısında bulabilirsiniz.
Küçük İbo koşup Hülya Avşar'ın kucağına zıpladığında denk dursa iyiydi.. Lakin tünediği yerden kameramana sırıtarak bakınca işin rengi değişti.. Oğlan vaziyetten haz alıyormuş gibi bir manzara doğdu..

Paparazzi milleti de belaya nacakla gitmeye meraklı.. Başladılar Küçük İbo'ya münasebetsiz sorular sormaya:

- "Nasıl, Hülya'nın kucağı sıcak mıydı?"
- "Niye Sibel'in kucağı değil de Hülya'nın kucağı?"
- "Derslerini Hülya'nın kucağında çalışmak ister misin?"
...Üstüne vazife miydi, diye soracak olursanız, vazifeydi..

Kucak Vak'ası patladığında Aileden Sorumlu Devlet Bakanı olduğundan kimlerin kucağa alınacağına, kimlerin alınmayacağına Işılay Hanım karışırdı.. Temsil, Hülya Avşar'ın Küçük İbo'yu kucağına oturtmasına ses çıkarmadı diyelim..

O zaman ne olacak? Sibel Can da programına Küçük Emrah'ı çağırıp, kucağına almaya kalkışacak.. Ondan sonra bel kemiğinde diski bilmem nesi kayacak? Alın Türkiye'nin dertsiz başına bir dert daha..
ooo
Hülya ile Sibel kucaklarına küçük ebat birer türkücü oturtur da Seda Sayan geri kalır mı? O da tutar, birini çağırır.. Elde fazla küçük türkücü bulunmadığından çaresiz Alişan'ı davet edip onu kucağına çıkarır..
Magazinciler sağolsun öyle bir havaya sokmuşlardı ki durumu; büyümüş de küçülmüş yeni yıldızcığın da cevaplarıyla, devlet katında tam bir muammaya dönüşmüştü olay. Hatta televizyona kapatma cezası bile gelmişti o günlerde.
Vay be ne günlerdi?
O zamanki hükümet şimdiki gibi muhafazakarlık nutukları atmıyordu ama böylesine bir tutum sergilemişti bir İzmir milletvekili olarak.
Şimdi mevcut hükümet muhafazakarlık tamtamları çalarken, RTÜK ottan boktan işlere şerh koyarken ekranlarda olan biteni Yeniçağdan Selcan Taşçı şöyle dile getirmiş:
Sapıklar arasında kaldık

Hadi kırkından sonra teşhirciliğe soyunanların, reyting için insan eti pazarlayanların ar damarı çatladı... Porno sitelerine dönen televizyon ekranlarını siz nasıl izliyorsunuz sayın Başbakan?

“Bu fotoğrafları çektirdiği için Ayşe bazı kişilerin hedefi haline gelecek. Gazetecilik etiği üzerine ahkamlar kesilecek. Bence bunların hiçbir önemi yok” diyordu dün Mehmet Y. Yılmaz...
Neden söylenecek bütün sözler en başından hükmünü kaybetmiş olabilir sizce?
Değersiz oldukları için mi yoksa internette bilmem kaç yüz bin tıklanma kadar değer ifade etmedikleri için mi?
Tam sayı veremiyorum, çünkü kırkına merdiven dayamış, evli barklı, çoluk çocuk sahibi bir kadının orası burası her geçen saniye biraz daha tıklanıyor.

Star kumaşındanmış
Anadan üryan ‘Bakın bende ne var?’ pozları kadının özgürleşmesi, cesaret... Kocasının bu işten hoşlanması medeniyetmiş... ‘Bu fotoğraflar çocuklarına bırakacakları en değerli miras’ da derlerse tam olacak.
“Star kumaşı”ndanmış... Starı, Türkçe konuşan dilimizi eşek arısı sokar diye yıldız yerine kullanmıyor muyduk biz? Yıldızların erişilmez olması gerekmiyor mu? Büyüleyici, göz alıcı, dokunulmaz...
Şimdi ancak poşette satılmaya müsait olan, hangi ellerde hangi işlemlerden geçeceği, kimlerin dokunup, bürüp ne hale sokacağı belirsiz bu kağıt parçaları mı olacak ‘yızdızlık’ etiketi?
Günlerdir saniyelik fragmanlar beliriyor ekranda. Ucundan accık gösterip çekiyorlar. Behlül ile Bihter’in yasak elmayı ısırma halleri...

Pornoyla yemleme
Milyonlarca insan ekrana kilitlenmiş önceki akşam...Çünkü ‘bir sezondur bekledikleri sevişme nihayet gerçekleşmiş!’
Ne zamandan beri, ahlak avcılarının pornoyla yemlediği bir toplum olduk biz... Ne zamandan beri bir baldıra, bir göğüs ucuna sazan gibi atlayıp, sapıklığın kafesine gönüllüce hepsettiriyoruz kendimizi...
Özel kanallı ilk yıllarda bu tür yayınlar gece belli bir saatten sonraya atılır ve şifreli yayınlanırdı... Herkes uykudayken, gizli sapıklar parmak uçlarına basa basa salona sızıp, saklıca izlerlerdi bunları... Bu “yarasa kuşağı” uygulaması faydalıydı. Kendisini veya ailesini bunlardan sakınmak isteyenler, gece ihtiyaçlarını görmeye kalktıklarında perdeyi aralayıp şöyle bir mahalleyi kolaçan eder, yanan ışıklardan mahallenin sapıklarını şıppadanak tespit ederlerdi.
Çocuğuyla televizyon keyfi yapmak isteyenler hiç olmazsa TRT’yi gönül rahatlığıyla açardı. Şimdi devletin televizyonunda da neyle karşılaşacağımız belli değil!

Genel izleyici kuşağı
Bugün öyle mi? Çoluk, çocuk akşam yemeğine oturmuşsunuz, ekranda RTÜK’ün akıllı işareti ‘Genel İzleyici’; bir nevi yeşil ışık... Sonra dizi jenereği... Sonra siz tam çorbadan ana yemeğe geçmeye hazırlanırken, zamansız bir meyve ikramı... Mevsim meyvesi filan da değil: Elma...
Ben en edeplisini söylemeye çalışıyorum, yasak aşk mantığından sembolize ediyorum, ikram edilenin ne olduğunu anlayın artık işte...
Ne kadar açılan saçılan, sere serpe uzanan, öpüşen, koklaşan varsa ödüllendiler geçen gün... Onları en şuh açılardan resimleyen, kamerayı tahrik gücü en yüksek bölgelerde dolandıranlar da öyle...
Madem ‘porno’nun adı ‘sanat’ olacaktı; Aydemir Akbaşlar’ın, Kazım Kartallar’ın, Arzu Okaylar’ın, Zerrin Egeliler ve nicesinin ne suçu günahı vardı?
Madem değerler değil üzerine akıtılan salyalar belirleyecekti estetiği tecavüzcü Coşkun’dan neden nefret ettik bunca yıl? En azından o adıyla sanıyla kötü adamdı, kötülüğü meşrulaştıran esas oğlan değil... O ayıplanandı, hayran olunan değil...
Ben görmedim, o yılları hatırlayanlardan öğrendim; Dallas’ta bile yokmuş böylesi... Nereden nereye gelmişiz, ar damarı çatlatmada kimleri sollamışız siz hesap edin.
Bir de Türk edebiyatının klasiklerini tanıtıyorlar diye üstün hizmet ödülü verecekler bunlara...

Artık biri dur desin
Siz sayın okur, ekrana bakarken bir yandan da şunu mu diyorsunuz çocuğunuza; Bak kızım kocalarını paylaşamayan Necla ile Leyla ablanlar var ya... İşte onların isim babası Reşat Nuri Güntekin... Hani Bihter ablan var bir de... Adnan Bey’in karısı hani... Var ya canım çıtı pıtı güzel bir kızcağız... Onun Behlül’le kırıştıracağını da Halit Ziya Uşaklıgil’den öğrenmiştik zamanında... Bir de Halide Edip Adıvar diye bir teyze var ama... Kurtuluş Savaşı’nın ortasında cephelerde, yollarda, hastanelerde porno mekanı bulunamadığı için bu aralar pek gözde değil kendisi..
Bu mu tanıtım? Bu edebiyatçıların çoluğu çocuğu neredeler? Babalarının eserlerindeki tahrifata, isimlerinin ucuzlatılmasına nasıl göz yumuyorlar? Yazarlar Birliği, Edebiyat Vakfı...
Ekranların ahlak bekçisi Zahid Akman ‘sahtecilik’le suçlanırken ondan beklemek abes olur da; Ahlak bekçisini denetlemeyen Bülent Arınç ne yapıyor? Sapıklar için “Sıra onların büyüklerinde” deyip, ahlakı yozlaştırarak reyting alan sistemi tartışmaya açmak için ne bekliyor? Kültürel değerlerin nihai sahibi olan devlet nerede? Kültür Bakanı, ‘Genel İzleyici’ saatinde uyuyor mu?
Hakaret etmek için değil, TDK sözlüğündeki “Tavır ve davranışları geleneklerden, törelerden ayrılan” anlamına dayanarak ayıplamak için söylüyorum bunu... Çünkü biz bu değiliz... Siz bu musunuz Sayın Erdoğan? Bir yanınıza Emine Hanım’ı, diğer yanınıza Sümeyye’yi oturtup izleyebilir misiniz o sahneleri?
Vay be ne günler...

16.06.2009

Başka bir "Adalet Hanım" hadisesi

0 yorum
Anayasa Mahkemesinin yeni binası önüne dikilen ve basın yayında epey yer alan "Adalet Hanım"dan ben de bahsetmiştim burada.
Benzer bir heykel de Samsun Bölge İdare Mahkemesi önünde yer alıyor. Anayasa mahkemesindeki gibi herhangi bir yerelleştirmeye gidilmemiş ama bu adalet figürünün en önemli özelliği olan gözlerinin kapalı olması burada da dikkate alınmamış. Ne zaman koyulmuş, kim yapmış tam bilmiyorum ama onun da yeni yapıldığına eminim. Çeşitli evrensel değerler konusunda atıp tutan akp hükümetinin iktidarı döneminde evrensel değerlerin en önemlisi olan adalet konusundaki bu hassas noktayı es geçen evrensel tutumun özellikle yargı kurumları nezdindeki simgeselliğinin yerle bir edilmesi, bu evrensel değerlerin uygulanması konusunda da insanı şüpheye düşürmüyor değil.
Basit gelebilir ama şeytan ayrıntıda gizlidir. Bilemiyorum; sanatçıların cahilliği mi, idarecilerin cahilliği mi yoksa evrensel değerlerden en önemlilerinin figüratif olarak göz ardı edilmesinden başlayan bir değişim mi?

8.06.2009

Türkçe Olimpiyatları

2 yorum
Gülen'in dünya çapındaki okullarının öğrencilerinden katılımıyla yapılan  Türkçe olimpiyatlarını duymayan kalmamıştır herhalde.
Kendi internet sayfalarında amaçları şu cümle ile başlıyor:
Kültürel değerlerin “İNSANLIK” ortak çatısı altında gün yüzüne çıkartılması ve kopuk ilişkilerin aşılarak diyalog köprülerinin kurulması aynı dili konuşmakla mümkün olacaktır.
...
Güzel Türkçemizi dünyada hak ettiği konuma getirmek, dilimizin daha yaygın bir şekilde kullanılmasını sağlamak ve Türkçeyi en iyi öğrenenleri ödüllendirmek amacıyla 2003 yılından beri Uluslararası Türkçe Olimpiyatları düzenlemekteyiz. Bu olimpiyatlar, yurt dışında Türkçeye karşı büyük bir heyecan ve ilgi uyandırmıştır.
Vay vay vay! Yav daha sen, kendi memleketinde Türkçeyi layık olduğu yere getirememişsin, düşmüşsün dünyada Türkçe'ye yer rezervasyonuna.
Kendi ülkende işyeri tabelaları, markalar İngilizce, Fransızca, İnglizce-Türkçe kırması. Ülkenin doğusunda, güneyinde binlerce insan Türkçe'nin "t"sinden bihaber.
Hala 5 kadından biri, yani yaklaşık 5 milyon 732 bin kadın, okuma yazma bilmiyor. *
Milletin yarısı Arapça, bir diğer yarısı İngilizce kırması bir Türkçe konuşmaya çalışıyor. İnsanlar ülkedeki, Türkçe ağız ve şiveleri duyunca marslıyla karşılaşmış gibi bön bön bakıp duruyor. Koca koca üniversitelerin mezunları ABD aksanı mı İngiliz aksanı mı İngilizce konuşsam derdinde.
Sen  kalkmışsın kırık dökük Türkçe konuşmaya çalışan 90-100 tane çocuğu meydanlara dökmüşsün de güya Türkçe'ye hizmet ediyorsun.
Be hey işgüzar! Bu ülkede aynı dili(!) konuşan insanlar birbiriyle anlaşamıyor sen kalkmışsın ecnebi memleketlerin çocuklarının kırık dökük Türkçesiyle kendi halkına vatanseverlik propagandası yapıyorsun.
Türkçe'den başlıyor kolbastıdan çıkıyorsun. Bir şeyi  merak ediyorum; acaba Türk televizyonlarından başka bu tertibinize ilgi gösterip yayınlayan yabancı ulusal veya uluslararası tv kanalları, basın yayın organları var mı? Yoksa sadece dediğim gibi Türke Türk propagandası olarak mı kalıyor? Bir şeyi daha merak ediyorum; acaba nur risalelerini ne zaman Türkçe olarak basacaksınız? Yoksa latin harfleriyle bastık, yetmez mi diyorsunuz?
Aslında olay  net değil, olimpiyatlar bir devlet tertibi mi, cemaat tertibi mi? Hele bu olimpiyat işinin içindeki kamu kurumlarının sponsorlukları daha da garibime gidiyor. Kamu kurumları sponsorluğuyla bir yandan da cemaat propagandası tam gaz devam ediyor.Bunu da göz önüne alınca devlet, cemaate sponsor olmuş görünüyor. Devlet uyuyor, cemaat böylesine bir organizasyona ev sahipliği yapıyor devlete rağmen. Kamuoyundaki yansıması bu yönde. Çünkü olayın ardındaki devlet desteğinden bahseden yok.
Bazen bu anlamsızlığı göz önüne alınca,  acaba bunlar Türkçe adı altında 23 nisan kutlamalarına cemaat bünyesinde bir seçenek mi oluşturmaya çalışıyorlar diye düşünmeden edemiyorum.
Dil öğretimine çok önem veriyorsun madem, kolejerinle devlete destek çık da ülkede okuma yazma bilmeyenlere, Kürtçe'den başka dil bilmeyenlere bir el uzat. Çok mu zor senin için?
Devlet...
Cemaat...
Cemaat devleti...
Yoksa ne???

7.06.2009

Yazasım yok

0 yorum
yazasım yok
yine de klavyeye sarıldım
ham bir armut gibiyim manav tezgahında
ya da  bir hıyar, mevsimi geçmiş turfanda
çok mu ayıp hala yazmak istemek?
neyse zaten hiç halim yok

Evet öyle, hiç halim yok memleket kurtarmaya. :) Geçen bir ay kadar, gelecek iki ay da şahsım adına epey yoğun geçecek gibi.Memleketten önce, biraz kendimi kurtarmam lazım işten güçten. Daireyi taşıyacağız yeni binaya ama lanet binanın işleri bir türlü bitmiyor. Adi müteahhit, bir bina yapmış ki neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Tesisatlar çalışmaz, duvarlar nem içinde, üst katın akarları bizim katın tavanlarından sızar vs vs. Hadi onları da geçtim tefrişat alımları, nakli, taşınması bir bela, mevcut ağ vb tesisatların kontrolü, çalışır hale getirilmesi başka bir bela. Hep demişimdir; kamu binalarının yapımı mimarların, müteahhitlerin deneme tahtasıdır diye. Adamlar kafalarına göre birşeyler denerler adam gibi bir sonuç verirse özel sektör projelerine eklerler yoksa ne ala! Devletin sırtına bela. Bizim memlekete bir resmi daireler kampusu yaptılar ki akıllara zarar. İşte o belanın bize düşen kısmıyla uğraşmaktan ne kafa kalıyor ne tâkat. Hele ihtiyaçlar için ödeme talepleri, alım evraklarının hazırlanması tam işkence. Evrakları hazırlarsın tomar tomar tam fiyat alımına çıkacaksın, karar değişir sil baştan tomar tomar evrağı yenile, imzalatmaya dolaş...
Aslında dairede dönen saçmalıkları, insanların birbirlerini çekememezlikleri, ego savaşlarını yazsam tam geyik olur da hele bu devirde mimlenmek biraz sakat gibime geliyor. Hele ki böyle bir kurumda! Bakalım belki bir ara popom yerse yazmaya başlarım, olmadı 20-25 sene sonra hatırat olarak yayımlarız. :)

1.06.2009

DTP de sonunda özde anayasaya aykırı olduklarını itiraf etti

2 yorum
DTPli Ayna döktürdükçe döktürdü Diyarbakır'da.
Daha 5 gün önceki "Anayasal çerçevede etnik siyaset" başlıklı yazımda bahsedip de sormuştum: Tamam teşkilat olarak anayasalsınız ama ya eylemleriniz, söylemleriniz, bunlar da anayasal mı diye?
Sanki Ayna, bunları okumuşta cevap veriyordu dün akşam haber bültenlerinde geçen haberde. 9. Diyarbakır Kültür Sanat Festivali kapanışında konuşma yapıvermiş DTPliler ve Ayna bangır bangır bağırıyor : Biz anayasal değiliz, diye. Bir halkı var eden anayasadır vb.
Resmen, üzerine yemin ettikleri, meclisi çatısı altında sözüm ona siyaset yaptıkları bir devletin, kuruluş felsefesini, siyasi varlığını ve meşruiyetini tanımadıklarını ilan ettiler.Ve bunu ABsi ABD vbleriyle içerideki özürlü aydınların demokratik değil dedikleri bir ülkede yaptı aynı defalarca yapmış oldukları gibi. Şimdi Türkiye Cumhuriyeti; Anayasasından, yasalarına ne kadar kanun varsa bunları bir bir ezen geçen, iplemeyen bir partiden hala siyaset yapmasını bekliyor. Evet siyaset yapıyorlar fakar bu ülkenin, bu milletin birliği, dirliği, refahı için değil bölücülük için. "Tarihi fırsat" adına bu bölücülerin yaptığı herşeye göz yumuluyor. Yarın, öbür gün aynı Irak'ın kuzeyindeki gibi bir parlamento vb bu ülkenin güney doğusunda ortaya çıkarsa ne yapacağız çok merak ediyorum. Gerçi son yapılan operasyonda bunun temellerinin atılmaya çalışıldığı ortaya çıktı şükür ki emniyet gerekeni yapmakta yerinde davranmış. Ya bir daha ki sefere bu zamanlama tutturulamaz, ya bu tür bilinen eylem ve girişimler örtbas edilirse ne olacak?
Terörle bir yere varılmaz, terörle yaşamaya alışmalıyız diye diye adamlar fütursuz bir hale getirildi. Ne kanun dinliyorlar ne anayasa...
Bu etnik siyasetin son bulmasının tek çözümü var, bu etnik siyaseti sürdürmek için  destek aldıkları bölücü terör örgütünün, taviz verilmeden top yekün yok edilmesi. Af maf, bu terörü bitirmez. Eğer niyetlerinde samimiyseler mevcut yasalarla gelip teslim olmaları gerekli. Şu an zaten Kürtçe enstitüleri kurulmakta. kısa bir zamanda olmasa da "anadili"nde eğitim hakkı da tanındıktan sonra başka bir bahaneleri kalmayacak. Ama bunlar yapılsa dahi amaçlarının bu olmadığını yediden yetmişe (kendileri de dahil) hepimiz biliyoruz ve bangır bangır bağırıyorlar.