Kısa dalga yayın

29.11.2007

Duydunuz mu? Orhan Baba ölmüş

Sabahın kaçıydı hatırlamıyorum ama kalk saatinden önce olduğuna kesin eminim. Biraz psikolojik problemleri olan, geceleri karanlıkta uyuyamayan, yat saatinin ardından ayakta bulduğu askerle sohbet edip canı sıkılınca "Yat saati geçti mi?" diye sorup sonra aldığı evet cevabın ardından "Ulan yavşaklar, ne bok yemeye ayaktasınız? .iktirin gidin yataklarınıza hiç kimseyi ayakta görmeyeceğim" diye bağırıp neredeyse gece koğuşçusu ve devriye çavuşunu bile yatağa göndermeye yeltenen o günün nöbetçi astsubayı, yine bağırtılarla birliği kalk saatinden önce ayağa dikmeyi başarmıştı. "Ulan çaaaycı, nerde benim çayım? Çabuk lan! Benim şekerim var, getirme beni oraya" çığlığının ardından gelen çayını yudumlamaya başlayan astsubayımız biraz olsun sakinleşmişti ki yazıhaneyi azmaya giden ben "Günaydın komutanım!" dediğim esnada televizyondaki Orhan Gencebay görüntüsüne takılmış ve "Hayırdır komtanım, n'olmuş Orhan Baba'ya?" diye soruvermiştim. Bunun ardından haberin geçtiği kanalı değiştirip bana döndü:
-Sever miydin?
-Severdim komutanım. Fanatiği değildim ama zihnime yer etmiş şarkıları var. E bi de Orhan Baba işte!
-Ya ya, sevmeyen yoktur onu değil mi?
-Evet komutanım, ben sevmeyenine rastlamadım.
-Çok üzücü çook.
-N'oldu ki komutanım?
-Daha ne olsun oğlum? Ölmüş adam.
Bu lafın ardından tüylerim diken diken oldu ve sanki ailemden birini kaybetmişçesine gözlerim doldu. Nasıl dolmasın ki arabesk bir müzik zevkim olmasa da Orhan Baba farklı bir değer benim için. Küçükken "komşuya gidersin" diye cevapladığım "Ya evde yoksan" nakaratlı, zihnime en büyük tesiri bırakmış şarkısı yok mu? Çarşı izinlerine giderken veya dönerken özellikle Orhan Baba’yı dinlemek için son model minibüsleri es geçip, Orhancı, döküntü minibüste Orhan Baba’nın şarkıları eşleğiyle yolculuk etmeyi yeğlerdik şehre doğru. Hızlı adımlarla odanın kapısından ayrılıp gazinoda buldum kendimi. Etrafta fellik fellik televizyonun kumandasını aradığımı gören gazinocu ne olduğunu sordu. Sadece “Orhan Baba ölmüş” diyebildim, Orhan Baba’nın vefatıyla ilgili bir haber bulabilmek umuduyla bütün kanalları tek tek dolaştım ama hiçbir haberde Orhan Baba’nın ölümüyle ilgili bir bilgi verilmiyordu. Ben televizyon kanallarını değiştirmeye devam ederken, birliğin diğer askerleri de gazinoya doluşmuştu ve benimle beraber bir haber duymak için sabırsızlanıyorlardı. Bölük çavuşu gazinoyu içtima için boşaltmıştı, ben ve gazinocu kalmıştık sadece. Koğuşçu, gazinoya rutin olarak alınan günlük gazeteleri getirdiğinde elinden kaparak tek tek itina ile bütün gazeteleri taradım, gazinocu ve koğuşçu da ben gözden kaçırmışsam bir haber bulabilirim umuduyla benim baktığım gazetelere tekrar göz geçiriyorlardı. Nafile, ne Orhan Baba ile ilgili ne de ölümü ile ilgili bir haber bulabildik. Toplu halde kahcaltı için yemekhanenin yolunu tutan bölüğün ardından ben de yola düştüm yemekhaneye doğru. Yolda önüme gelene Orhan Baba’nın öldüğünü söylüyor ve bununla ilgili bir haber duyup duymadığını soruyordum. Aldığım cevaplar hep aynıydı: “Yaaaa, Orhan Baba mı ölmüş? Hiç haberim yoktu, senden öğrendim.” O günü Orhan Baba ile ilgili bir bilgi alabilme arayışıyla geçirdik, dışarıdan gelen, poğaçacıya, ayrancıya, ziyaretçilere sorduk, beklentimizi karşılayan bir cevap alamadık.

Orhan Baba’nın ölüm haberini almış olduğumuz o sabahtan bu yana yaklaşık bir hafta geçmişti. Ben de dahil o haftasonu çarşıya çıkamayan bir çok kişinin zihninde Orhan Baba ile ilgili tek şey, bütünüyle inanamadığımız ölmüş olduğuna dair bir haberdi. O gün yine o üzücü haberi almamıza sebep olan astsubay nöbetçiydi. Gün sona ermek üzereydi, akşam içtiması alınmış, kışla ocaklarında görevli olanlar görevlerine çekilmiş, arda kalanlar da bölükte keyfine bakıyordu. Ben yine yazıhaneme gömülmüş kayıt kuyudat işleriyle uğraşıyordum. Çay almak için gazinoya doğru ilerlerken kapıdan beni gören nöbetçi astsubay beni çağırdı. İçeri girdiğimde çavuş mavuş, poşetler (kısa dönemler ) falan oturmuş televizyon seyrediyorlar. “Ne haber, ne yapıyorsun?” gibi havadan sudan sorularla hal hatır sohbetini tamamladıktan sonra:
- Geçen nöbetimin sabahını hatırlıyor musun?
- Evet, hatırlıyorum komutanım!
- O sabah sana ne dediğimi hatırlıyor musun?
- Unutmadım ki komutanım. Bütün gün haberleri, gazeteleri kolaçan ettik, gelene gidene sorduk fakat Orhan Baba’nın ölümüyle ilgili bir haber ne duyduk ne de gördük.
- Ama öldü diyince çok üzüldüm değil mi?
- Evet, üzüldüm.
- O akşam n’oldu biliyor musun? Anlatayım ben sana.
- Dinliyorum komutanım.
- Akşamüzeri kademeye doğru gidiyordum, gelen giden asker hep Orhan Baba’nın ölümüyle ilgili konuşuyordu. Neyse, kademedeki odama gittim arkadaşlar oturmuşlar sohbet ediyorlar. Konu ne? Orhan Baba’nın ölümü! Ağzım açıkta kaldı. Bir de bana soruyorlar “Haberin var mı? Orhan Baba ölmüş” ,diye, Az kalsın ben de inanıp “Ya ne zaman, nasıl olmuş” diye adamlara soracaktım.
Ben şaşkın ördek misali dinlemeye devam ediyordum ve diğerleri de tabi ki. Tarif edilmesi mümkün olmayacak keyifle bir kahkaha atarak:
- Ama itiraf et, güzel işlettim değil mi sizi? Oğlum boşuna dememişler “Kışlada bir yalan at, döner sana gelir, sen bile inanırsın” diye. Gerçekten az kalsın öyle oluyordu.
Ben ve diğerleri dayanamayarak komutanın kahkahalarına eşlik ederken bulduk kendimizi.
Hey gidi askerlik hey! Bu da kendince bir dünya. Bence askerlik yapmamış her erkeğin bir yanı eksik kalmıştır. Fatih AKIN’ın yerinde olsam bir de asker ocağında pişerdim. Askerlik, yapmamak için savaş karşıtlığıyla savunulamayacak bir değer.
Orhan Baba, Allah ömrüne bereket versin.

1 yorum:

Türkçe kullan ey millet, dilinden utanma olma illet!

Türkçe yazım kuralarına riayet etmeniz, yazdıklarınızın daha anlaşılır olmasını sağlar.
Türkçe her yerde Türkçe'dir, kağıt üzerinde de internet sitelerinde de.
Türkçe yazım kurallarına bir göz atsam iyi olur diyorsanız bu bağlantıyı tıklayınız.