1991 Körfez Savaşı, çıkan Kürt ayaklanmasında, zulüm korkusuyla Türkiye’ye büyük bir mülteci akını olmuştur. Mart ve Nisan 1991’de Irak’tan kaçan 1,5 milyon Iraklı Kürt, Türkiye-Irak sınırına yığılmıştır. Günümüz mülteci sorunlarına cevap vermekten çok uzak 1951 Mülteci Sözleşmesi, ülkelere sığınmacıları kabul etme zorunluluğu getirmediğinden, Türkiye mültecilere sınırlarını açmamış, 450,000 Iraklı Kürt, dağları aşarak yasadışı yollardan Türkiye’ye girmiştir. BMMYK yetkililerinin ifade ettiklerine göre, hazırlıksız yakalanan Türkiye’nin elinde hali hazırda sadece 20,000 çadır vardı. Türkiye, beklediği sayının çok üstündeki mültecilere barınak ve yiyecek bulmakta zorlanmıştır. Kürtlerin bu durumu dünya kamuoyuna yansıdığında büyük yankı uyandırmış, koalisyon güçleri bu baskı sonucu BM’nin 688 sayılı kararı gereği 11 ülkenin katılımıyla Huzur Operasyonu’nu düzenleyerek Kuzey Irak’ta bir güvenli bölge oluşturmuşlardır. Bu operasyonda Türkiye de bulunmuştur. *

Yıldırım Akbulut o zaman peydah olan çekiç güçle ilgili durumu şöyle anlatıyor: ‘500 bin kişi Türkiye’de değil, kendi yerlerinde muhafaza edilsinler istedik. Tabii bir baskı sonucu buraya geldikleri için de Saddam’ın zulmünden kurtarabilmek için bir güç olsun, bunları korusun diye düşündük. Biz daha evvel Halepçe olayı nedeniyle 50—60 bin Peşmerge’ye kapılarımızı açtık. Onların bize ne derece bir problem oluğunu iyi biliyorduk. Asayişi temin edebilmek için bazı harekatlar yapıldığında ‘Türkler insanlara eziyet ediyor’ gibi bir çirkin propaganda ile de karşılaştık. Halbuki bizim yapmış olduğumuz insanî hareket öyle bir propaganda ile tersine döndü ki sanki biz peşmergelere eziyet ediyormuşuz gibi gösterilmeye çalışıldı. Çekiç Güç’e bunun için ihtiyaç duyduk.’**
Çekiç Güç'e bir de şuradan bakalım:
Çekiç Güce bagli helikopterler, ayrilikçi terör örgütüne yardim paketi atarken görüntülendi. Ama gazetelerde "Şok" gibi basliklarla haber olan bu konu bir çirpida unutuluverdi. Amerikalilarin "teröre karsi Türkiye'nin yaninda" olduklari seklindeki açiklamalari, nedense "ikna edici" bulundu. Oysa Çekiç Güç'ün ve ABD'nin Türkiye'deki ayrilikçi terör örgütüne gizli destek verdigine dair sik sik skandallar patlak verdi.
Örnegin Zaman gazetesinin 13 Mayis 1994 tarihli sayisinda verdigi habere göre, "KKTC Magosa Limani'nda PKK'ya silah götürürken yakalanan Anne M isimli geminin Litvanya Klaipeda Limani'ndan Kalasnikof marka silahlari ABD Savunma Bakanligi'ndan alinan silah satin alma belgesiyle yükleme yaptigi" ortaya çikmisti.
Çekiç Güç-Israil-ABD-Terör dörtgeni içinde, Israil-terör örgütü arasinda dogrudan iliski olduguna dair deliller de vardi. Israil'in terör örgütünü "taseron" olarak kullandigi yönündeki bir açiklama, Zaman gazetesinin 3 Mart 1994 tarihli sayisinda yayinlandi. Habere göre, BOTAS Petrol Boru hattinda meydana gelen patlamalarla ilgili olarak bir üst düzey yetkili söyle diyordu: Israil kendi teknolojisini ve uydularini kullanmak amaciyla iki defa boru hatlarinin güvenligini saglamak için talepte bulundu. Türk yetkililer bu duruma sicak bakmadi. Hemen ardindan boru hatlari PKK tarafindan bombalandi. Bombalama olayindan sonra Israilli yetkililer tekrar boru hatlarinin güvenliğine talip oldular. Türk yetkililer bu talebe sicak bakmalarına ragmen müsbet bir cevap vermediler. Bunun ardından, kısa bir süre önce ikinci bir bombalama olayı meydana geldi. Boru hatlarının bombalanması eylemlerini üstlenen PKK, bu eylemleri artırarak devam ettireceklerini söyledi. Israilliler boru hatlarinin güvenligine tekrar talip oldular. Bu son talebe devlet yetkilileri olumlu cevap verdi. Çok kisa bir süre içinde yapilacak anlasma ile de bundan sonra boru hatlarinin güvenligini Israil saglayacak... Bombalama olayı ve takip eden gelismeler son derece manidardir.Kisacasi Çekiç Güç, Terör Örgütü ve ABD-Israil arasindaki iliski, disardan göründügü gibi degildir. Her ne kadar ABD ve Israil terör örgütüne karsi olduklarini ve Türkiye'ye destek verdiklerini açiklasalar da, "ikili politika" geleneğinin iyi bir örnegi olarak, terör örgütünün arkasinda Israil ve ABD (daha dogrusu Israil'in Amerika'daki uzantilari) vardir. Çekiç Güç, Kuzey Irak'ta hem bir Kürt devleti olusturmakta hem de otorite bosluğu meydana getirerek terör örgütüne lojistik destek sağlamaktadır.
Çekiç Güç'ün göründügünden farklı hedefleri olduğunun, hem de oldukça "pis" ve "karanlik" hedefleri olduğunun bir baska göstergesi ise Çekiç Güce karşı çıkan bazi önemli isimlerin ilginç akibetleridir. Ortak özellikleri Çekiç Güç'ün gitmesini istemek olan bu kisiler, nedense birbiri ardina "fail-i meçhul" kurbani olmuslardir. Örnegin Hulusi Sayin ve Ibrahim Selen. Ikisi de korgeneraldi. Ikisi de Güneydogu'da Jandarma Bölge Asayiş Komutanı'ydı... Ve ikisi de öldürüldü. Iki emekli korgeneralin ortak yönleri ise Çekiç Güce karsi çıkmalarıydı. Çekiç Gücün gitmesi gerektiğini belirten Jandarma Komutani Orgeneral Eşref Bitlis uçak kazasi süsü verilen bir sabotaja kurban gitti. Esref Bitlis'in en güvendigi kisilerden ikisi, yani Bitlis'in Güneydoğu'daki özel kadrosunda yer alan Emekli jandarma Binbasi Cem Ersever ve onun yakın arkadasi yüzbaşı Mustafa Deniz fail-i meçhul cinayete kurban gittiler. Ersever ve Deniz'in ortak yönleri de Çekiç Güc'ün bölgedeki varlığına karsi çıkmalarıydı. Derya Sazak'in 14 Kasim 1993 tarihli Milliyet'teki yazisinda belirttigi gibi "Çekiç Güç sanki seytan üçgeni"ydi, "... ona karsi çikanlari içine çekebiliyor"du. Lice'de Tuggeneral Bahtiyar Aydın, Cumhurbaşkanı Demirel'in deyimiyle 'bir kör kursunla' can verdi. Bahtiyar Aydın'in en önemli özelligi de Çekiç Güce karsi çıkmasıydı. Bu kisilerin bir diğer özellikleri, soruna mümkün olduğunca "barışçı çözüm" bulunmasi gerektigini savunmalarıydı. Dağlari bombalamakla, bölgedeki savaşı bu biçimde yürütmekle bir sey kazanilmayacagina inanan insanlardı. Bölgeden Amerikan uzantilarinin kaldırılmasını ve Türkler ve Kürtler arasinda kardeşlik temelinde bir birlik kurulmasini savunuyorlardi. (Nitekim gerçekten de tek çözüm budur.) Çekiç Güç'e karsi çikanlari birbir ortadan kaldiran güç, kuskusuz Çekiç Güç'ü Incirlik'e getiren ve onun kanaliyla bir Kürt devleti kurmak isteyenlerin bir uzantisindan baska bir sey olamazdi. ***
Biraz da şuradan bi bakalım ABD'nin Türkiye üzerinden bölgede oynadığı oyunlara:Çekiç Güç
Genelkurmay Başkanlığı’nın dün(15.03.2003) yaptığı açıklama ile Çekiç Güç’ün Türkiye’deki görevi de sona erdi. Genelkurmay’ın ‘Kuzeyden keşif harekâtı ve üs hazırlama faaliyetleri’ kapsamında Türkiye’de bulunan bin 166 ABD askerî personelinin Türkiye’den iki gün içinde ayrılacağını belirtmesinin ardından ilk kafile uçakla İncirlik’ten Almanya’ya hareket etti.Çekiç Güç, 1. Körfez Savaşı sonrası 5 Nisan 1991’de Bakanlar Kurulu tarafından alınan karar doğrultusunda Türk topraklarında geçici olarak konuşlanmıştı.
Körfez Savaşı’nın akabinde Irak yönetiminin kendisini desteklemeyen gruplara
karşı sert mücadele başlatması ile çok sayıda insanın Türkiye ve İran’a
sığınmaya çalışması Birleşmiş Milletler’i (BM) harekete geçirmişti. BM Güvenlik
Konseyi Irak’a ekonomik ambargo konulması, nükleer, biyolojik ve kimyasal
silahların yok edilmesine yönelik 3 Nisan 1991 tarihli 687 No'lu kararını aldı.
BM’nin bu kararından sonra Bakanlar Kurulu, toplu göçün tekrarlanmaması ve
bölgede barışın devamını sağlamak amacıyla çok uluslu bir gücün Türk
topraklarında geçici olarak bulundurulmasına karar verdi. Türkiye’nin ev
sahipliğinde, ABD, Fransa ve İngiltere’nin katılımı ile Huzuru Temin Harekatı
başladı. İnsani yardım ve caydırma amacıyla başlayan bu harekat, sığınmacıların
kendi topraklarına geri dönmesi ve insani yardım faaliyetlerinin sona ermesiyle,
yerini 1 Ocak 1997’den itibaren Türkiye’nin ev sahipliğinde ABD ve İngiltere’nin
katılımı ile bölgenin gözetleme ve kontrolü amacıyla başlatılan ve İncirlik
Üssü’nde konuşlandırılan Kuzeyden Keşif Harekâtı’na bıraktı. Birlik, 15 Mayıs
1997’de tugay seviyesine çıkarıldı, 28 Eylül 1998 tarihinde de adı 10. Tanker Üs
Komutanlığı olarak değiştirildi ve sancak verildi. Amerika Birleşik Devletleri
öncülüğünde başlatılan ikinci Körfez Savaşı'nın başladığı 20 Mart tarihinde ise
Türk hükümeti ABD’nin sadece Türk hava sahasını kullanabileceğini belirtmesi ile
daha önce Türkiye’deki üslerden Irak’ın kuzeyine yapılan keşif gücü uçuşları da
sona ermiş oldu. Bu uçuşların sona ermesiyle İncirlik'ten önce İngiltere’ye ait
Tornado tipi savaş uçakları, ardından da ABD’ye ait Awacs erken uyarı, radar
bozucu Prowler tipi uçaklar ile tanker ve F–15, F–16 tipi savaş uçakları başka
üslere çekildi. 1991 yılından bu yana her 6 ayda bir görev süresi uzatılan Çekiç
Güç ve ardından başlayan Kuzeyden Keşif Gücü kapsamında yürütülen faaliyetler
başlangıçta 25 bin personel tarafından yerine getiriliyordu. Zaman içinde bu
personel sayısı 1.000’e, uçak ve helikopter sayısı da 63’e düştü. Kuzeyden Keşif
Gücü’nün görev süresi son olarak 26 Aralık 2002’de 58. Hükümet’in Türkiye Büyük
Millet Meclisi'ne gönderdiği tezkeri ile 6 ay daha uzatılmıştı. ‘Kuzeyden Keşif
Gücü’ adı altında yapılan ve kamuoyunda ilk başladığı isim olan ‘Çekiç Güç’
adıyla anılan ortak görev gücü böylece 12 yılda 13 hükümet görmüş oldu.****

6 Nisan 2005 yılında, Kürt Lider Talabani’nin, Irak’ta, Devlet Başkanı seçilmesinin hiç de tesadüf olmadığını biliyoruz. Talabani 2002 yılında, Daily Telegraph’a yaptığı açıklamada: “Bush, babasının yarıda bıraktığı işi tamamlayacak” demişti. Gerçekten de Oğul Bush görevini yapmıştı. Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunu Kürdistan olarak gören Barzani ve Talabani’nin ne kadar tehlikeli olduğunu görmekteyiz. Bu yüzden de ABD’nin yüz yıldan beri izlediği politika bizim açımızdan hep çok tehlikeli olmuştur. Gerçekleşmesini asla istemediğimiz ülkemizi tekrar kan gölüne sokma uğraşısının bu sefer ki taktiği maalesef Türk-Kürt çatışmasıdır. Irak’ta Kürt Lider Talabani’nin iktidara gelmesiyle Türkiye’deki ayrılıkçı terör örgütü PKK-KADEK için bulunmaz bir fırsat doğmuştur. ****
Irak'ın işgalinin ardından; senelerce birbirleriyle çatışan, savaşan Barzani, Talabani güçlerini Özal aracılığıyla bir araya getirme ve PKK karşısında kullanabilme çabaları sonucunda PKK ile bu peşmerge liderleri kanka oldular. Birisi Irak'ın devlet başkanı oldu diğeri kendisine ırak'ın kuzeyinde bölgesel bir yönetim kurdu.
Sonuç
Zamanında bizim devletimiz tarafından, kurulacak bir Kürt devletinin savaş sebebi olacağı açıklamalarına rağmen ABD, bize rağmen bize bu bölgesel yönetimi kurdurdu. Lojistik desteğini sağladık senelerce, orada yaşayan Saddam mağdurları rolü oynattırılanlar sebebiyle. Merkez bankalarını kurdular, parlamentolarını açtılar, bayraklarını dalgalandırdılar, paralarını bastılar. Irak'ın ABD tarafından işgalinin ardından petrol anlaşmalarına taraf oldular ve şimdi %50lere varan pay almaktalar petrol gelirlerinden.
Biz daha, en meşru zeminde kurduğumuz KKTC'ye kendi ülkemiz dışında yabancı ülkeleri bırakın kardeş ülkemizden bile doğrudan uçak seferlerini başlatamamışken Irak'ın kuzeyine Avusturya'dan doğrudan uçak seferleri başlatılmış oldu.
Irak'ın kuzeyindeki Barzani yönetimi şimdiden bile bölgesel yönetim olarak dile getirilmekte bizim ulusal medyamız, haber ajansları tarafından. Biz hala daha Irak'ı bütün sanıp, bölünmemesinden yana teraneler sallıyoruz. Irak'ın kuzeyindeki yönetim, kendine bu kadar imkan sağlamışken, neden bağımsızlık ilan etsin ki bağımsızlık ilan etmiş devletten bile daha çok imkana ve imtiyaza sahipken?
Büyük Kürdistan devletinin ilk adımı atılmıştır. Sıradaki adım olarak Türkiye'de kurulacak bir Kürt bölgesel yönetimi görüyorum. Şimdilik İran topraklarında böyle bir girişim için erken, 1946 yılında İran'da sovyetlerin desteğiyle bir Kürt bağımsızlık hareketi ilan edilmiş fakat başarıya ulaşmamıştır. Bizdeki şartlar daha elverişlidir. Büyük Kürdistan hayalinde yer alan ülkemiz toprakları üzerinde demografik yapı oldukça uygun. Senelerce PKK/KADEK terör belası sebebiyle bölgeye ne öğretmen ne doktor ne de ihtisas(mühendis vs) sahibi insanlar sokuldu. Aile planlaması adı altında yapılan demografik çalışma da meyvelerini verdi ve hala daha vermeye devam etmektedir. Ülke çapında etnik olarak Kürtlerin yaşadığı ve bilhassa bu bölgelerin dışında aydın bir çok insan devlete inanıp aile planlaması oyunana ekonomik şartlar sebebiyle yenik düşerken;açlıktan her dakika ağlayan, devlet nerede diye sorup, elini uzatan devletin alnına kurşun sıkmayı bile başarabilen insanlar için aile planlaması zaten bir anlam ifade etmiyordu ve bu da bu tezgahı kuranların işine geliyordu. Bölgede nüfuz sahibi aileler kaçakçılık sayesinde cukkayı sağlamlaştırıp Bursa, İstanbul, İzmir, Kayseri gibi şehirlerde ticaret ve sanaiye dahil oldular hatta bazıları mafya tabir edilebilecek bir güce ulaştı. Bu oyunun içinde olmayan Kürt kökenli insanların varlığı elbette inkar edilemez. Demografik olarak gerekli şartlar sağlandı bölgede. Sıra siyasi aşamaya geldi. İlk etapta Türkiye için öngörülen, demokratik haklar, özgürlükler adı altında federatif bir yapı. Ardından özerklik ve sonrasında bağımsızlık talebi. Şimdilik bu komplo teorisi olarak görülüyor, temennim de o yönde ama mevcut gerçekler öyle demiyor.
*** Yeni masonik düzen
**** Zaman 16.03.2007
Abdullah Öcalan (Sayın diyenler de var gerçi ama) tek doğrusu şudur. Avukatlarına söylediği sözler arasındaki o tek söz: "Türk Devleti bakın Türkiye demiyorum, istediği zaman PKK biter."
YanıtlaSilDerin devlet ilişkileri arasında aramak lazım terör olayını. 1980'lerde bu işi başımıza kendimiz açtık ve şimdi 1970'lerde olmamız gereken yerdeyiz Türkiye olarak.. Düşünmek gerek..