
Haberi olanların "Rastgele" temennilerine rağmen hiç de öyle olmadı.
Haftasonunda babama uydum, motosiklete çadır ve uyku tulumlarıyla birlikte olta takımlarını da atarak düştük cumartesi sabahı Müezzinler yoluna.
Hava bozuk tabi, hafif yağışlı. Bir yağmur atıyor bi duruyor derken vardık Müezzinler göletine,
SAMADER'in tertiplediği "Turna Balık Avı"na.
Derneğin ilk yılı ve ilk faaliyet tertibi, zamanlama konusunda mevcut ufak uyuşmazlıkları saymazsak güzel bir faaliyetti. Ama şunu anladım ki artık bir otomobil şart! Alacağız inşallah.
Cumartesi akşam saatleri, hava buz kesiyor. 6-7 çadır ya var ya yok. Güzel bi akşam yemeği vardı. Sponsor hazır yemek firması, yemeklere özenmiş belli. Gecenin ilerleyen saatlerinde diğer şehirden katılanlar giriş yapmış faaliyet alanına. (Ankara, Uşak, İzmit falan) Önceki gece geç yattığımdan o gece erken uyuyup kamp ateşini kaçırmış ve sabah çevremizi saran çadırlarla şok olmuştum. Her tarafa çiğ düşmüş, cadırlar falan cılıp suya sarmış. Sisten göz gözü görmüyor, müthiş bir manzara.

Pazar sabahı 05:00 te ayağa dikilip, daha dem almamış haşlama çayla insanın içinin ısınması ve sönmeye yüz tutmuş kamp ateşinin başındaki hafif sıcakla insanın kendine gelmemebi pek de olası değil. Kahvaltının ardından hava açılıp da kalabalık ortaya dökülünce işe heyecan binmeye başladı. Botlar gölün yüzünde belirmeye başladı yavaş yavaş.
İçimde; bu kadar uzman oltacının içinden eli boş çıkıp rezil olup döneceğimize dair bir his vardı. :) Bal, fındık ezmesi, reçel,yağ, beyaz peynir ve demleme çay ile güzel bir kahvaltı göle karşı soğuk hava müthiş bir keyif verdi.
07:30 sularıydı, yarışmacı kartlarımızı ve canlı yemlerimizi alarak ben gölün bir başına babam diğer başına yollandık.
Bir saat, iki saat! Gölde çıt yok. Bir on beş dakika sonra bağrışmalar başladı:
- Rasgele var mı bir şey?
- Yok usta, balık oynamıyor!
Yemlerden ikisini acemilikten, diğer kalanları da sazlıklar yüzünden göle verdim. Saat 10:00 u bulmuştu. Bir yarım saat de sahte yem denedim. Baktım tık yok, tası tarağı toplayıp, çadırın yolunu tuttum. Botlar bile kendilerine ayrılan alanı aşıp gölü kürekliyorlardı.
Eveeet, maalesef kimsede balık adına olta oynamıyordu. Kimileri balık olmadığından dert yanıyor, kimileri de havyar döktüğünden yorgun olan balıkların yuvalarında oldukları konusunda ahkam kesiyorlardı. Şahsen bir fikrim yok çünkü acemiyim. :)
Öğle yemeği, göl kenarında deniz balığı; palamut ızgara. Olsundu, sanki faaliyet tertipçileri balıkçıların elleri boş çıkacağını biliyormuş da bu balık ızgarayla bir imada bulunuyorlarmış gibi geldi bana.
12:00 ye doğru 3 balığın çıktığını ve boylarının 40 cm den küçük olduğu için salındıkları konuşulurken karşı kıyıdan 43 lük bir turna alındığı haberi geldi. Umudu kesip toplanma alanında bekleyen onlarca balıkçı bu nazar boncuğunu bekliyordu. Haberi kesinleşmişti, 443 lük bir turna alınmıştı gölden. Artık o şanslı balıkçıyla turnanın gelmesini bekleyedurduk.
Hakem masasında ölçüldü ve 46 net boyut konuldu. Maalesef balık geriye salınamadı çünkü ölmüştü. Bunun üzerine dedikodular çıktı: Balık dışarıdan getirilmiş, balık gölün balığı değil kuyruğundan belli, balık uzun süre önce tutulmuş vs. Her neyse 100'e yakın balıkçı bir göletten kaydadeğer bir balık çıkarabilmişti. O balığın sahibi de kupasıyla beraber bir bot kazandı, diğer hediyeler çekilişle dağıtıldı.
Böyle bir haftasonunun benim açımdan en kötü yanı ise babamdan önce eve döndüğümden, annemin evde olmaması ve yanımda anahtar bulunmamasından dolayı 2.5 saat kapıda kalmış olmam. Üst baş berbat ne şehre çıkabiliyorum ne de birine misafir olmaya bu pislikle cesaret edebiliyorum. Hava çarpmış, halsizlik bir yana bayıldım bayılacağım derken babamın biraz geç de olsa yetişmesiyle eve varıp uykuya sardım kendimi.
Dünyadan irtibatı koparıp kafayı zokayı yutacak balığa odaklayıp kendini hayattan soyutlamak insanı rahatlatıyordu. Ta ki eve dönüp de tv ekranlarında verdiğimiz 6 şehidin haberini duyup gerçek dünyayla yüzleşene kadar.