Kuran öğretimi Kuran'ın nazilinden itibaren Hz. Muhammed'den süregelen biçimde ezbere dayalı, hafızlık eğitimi ile sürdürüle gelmektedir.
Kısaca Arap harfiyle Türkçe ve Arapça Arasındaki Farklar
Yazı dili Türkçe olmakla birlikte Arap harfleriyle yazılmaktaydı. O zamanın Türkçesi ile Arapçanın çok bariz farkları vardır. Arapça edebi ve dini metinlerde özellikle Kuran-ı Kerim'de hârekeler (üstün, esre, ötür, cezm,şedde) kullanılmakta oysa Arap harfleriyle Türkçe'de hârekeler bulunmamaktaydı. Böyle olmakla birlikte Kuran dışında gündelik kullanılan Arapça'da hârekeler kullanılmamaktaydı, dikkate alınmamaktaydı.
Arap harflerinin kullanımında harfler kelime başında,ortasında, sonunda farklı şekillerde yazılmakta idi ve en büyük okuma zorluğuna bunlar sebep olmaktaydı.
Türkçe'de harfler okutucu görevi de görüyordu yani; mesela kelime sonlarında vav harfi sonuna geldiği harfi u-ü şeklinde, ye harfi ı-i şeklinde okutuyordu oysa Kuran elifbasında böyle bir şey yoktu.
Kuran-ı Kerim Öğretimi Osmanlı'da Nasıldı?
1
Osmanlı döneminde ise bu Kur'ân eğitiminin verildiği merkezlere "Dârul-Kurrâ" denilmiştir. Osmanlı'da bu merkezleri oldukça yaygın bir şekilde görüyoruz. Bunlarla ilgili bilgilere tarihi kaynaklarda, seyahatnamelerde ve tabakat kitaplarında yer alan biyografilerde rastlanmaktadır. Bu Dârul-Kurrâların büyük bir kısmı selâtin, vüzera, âyân ve eşraf camilerinin bünyesinde açılmıştır. Öğrenci sayıları çeşitlilik arz etmektedir. (Akyüz, 2001,67-68) Sıbyan mektebini bitiren yani temel eğitimini tamamlayan bir öğrenci, önce alt seviyedeki bir Dârul-Kurrâ'ya gider, orada hıfzını tamamlar, sonra daha yüksek bir seviyedeki Dârul-Kurrâ'ya devam ederdi. Bu medresede ise "ilm-i kıraat" ve "ilmi mehâric-i hurûf" öğrenirdi. Osmanlılardan önce de olduğu gibi, Osmanlılar döneminde de bu medreselerde "kârî"ler ve cami hizmetlerinde görev alan imam, müezzin, vaiz gibi görevliler yetişirdi. (Kazıcı, 2004, 131) Evliya Çelebi, Sultan 4. Murat döneminde (yaklaşık 1630'lu yıllar) İstanbul'da üç bini kadın olmak üzere dokuz bin hâfızın bulunduğunu bildirmektedir. (Evliya Çelebi, 1314, 1, 524) Gerek ezberletilmek istenilen Kur'ân-ı Kerîm'in, gerekse öğretilmek istenen diğer ilimlerin özellikleri bakımından Dârul-Kurrâ'larda sık sık tekrar ve uygulamaya dayanan bir öğretim metodu varlığı dikkatimizi çekmektedir. Bu eğitimin uygulama safhasında camilerin birer lâboratuvar olarak kullanıldığını görüyoruz. Ayrıca buradan mezun olanların imam ve müezzin olacakları da düşünülerek itikat ve amel ile ilgili yeterli ilmihal bilgileri de verilmekteydi. Osmanlının son dönemlerinde eğitimde yapılan ıslah hareketleri neticesinde bazı Dârul-Kurrâ'larda da değişiklikler yapılmış ve ihtisaslaştırma düşünceleri ile bir kısmı Medresetü'l-Eimme ve'l-Hutebâ, Medresetü'l-Müezzinîn ve'l-Kurrâ, Medresetü'l-Vâizîn ve Medresetü'l-Müderrisîn olarak değiştirildi. (Zengin, 2002,64)Okuma Yazma Durumu Cumhuriyetin Kuruluşunda Nasıldı?
Osmanlı'nın Tanzimat sonrası dönemine ait salnâmelerdeki öğrenci, okul sayılarından ve nüfus verilerinden hareketle yapılan çalışmalarda 1897 itibariyle Osmanlı nüfusu içinde okur yazar oranı %3 ile %8 arasında yer almaktadır. Bazı proflar mroflar gibi veya forum sayfalarındaki slogancılar gibi Osmanlı'da okur yazarlık şöyleydi böyleydi diye sallamak kolay. İşin içine Osmanlının son dönemindeki nüfus hareketleri, savaşlar, toprak kayıpları girince sallamak öyle kolay değil aslında çünkü Osmanlı toprakları genişti ve nüfus sürekli bir hareket, mücadele halindeydi.
Avrupa'ya nazaran Osmanlıda kesin veriler tutulamadığından-olmadığından bahisle bir çok araştırmacı ve TÜİK yayınları net olarak bir oran belirtememekte yaklaşık değerlerle sonuçlar verilmektedir.
Aslında konu itibariyle asıl olan bizim Türkiye Devleti olarak devraldığımız mirastır ve bunu nerelere getirmeyi başardığımızdır.
Türkiye'de, 1927 yılında okur- yazarlık oranı, kadınlarda % 4, erkeklerde % 13 ve genel nüfusa göre % 8.16 idi. Bunun % 5 - 6 ' sı eski yazıyı bilen Türklerde, geri kalanı gayrimüslimlerde ve öteki dillerde idi. Kentlerde okur-yazarlık oranı % 30, köylerde % 6 civarındaydı.
Harf Devrimi Ansızın Mı Gerçekleşti?
Yani iddia edildiği gibi bir gecede aydınlar cahil haline mi geldi? Bakalım:
Harf inkılabı çalışmaları Osmanlı'da 1862 yıllarında başlamış, tartışılmış fakat eyleme dönüştürülememiştir. 1913 yıllarında Enver Paşa ordu içinde askeri yazışmalarda Arap harflerinin ayrı yazılması işine girişmiş bir süre uygulanmışsa da devamlılığını sağlayamamıştır.
7 ağustos 1919 gecesi Atatürk, Mazhar Müfit'e Milli Mücadeleden sonra Latin harflerine geçileceği düşüncesini not ettirmiştir. TBMM'de Harf İnkılabının yapılması gerekliliği 1924 yılından itibaren tartışılmaya başlanmıştır. Azerbaycan Hükümeti Latin harflerine 1922 yılında geçmiştir.
1923-1928 arası Harf İnkılabı konusu Atatürk'ün sohbetlerinde,TBMM de, fikir adamları, yazarlar tarafından gazetelerde defalarca tartışılmış, bu tartışmalarda konu harf inkılabının İslam ile çelişip çelişmediği noktasında kilitlenmeler yaşanmıştır.
İzmir'den Hüseyin CAHİT; zaten memleket sathında basılan gazetelerin Avrupadaki bir şehirde basılanlara bile yetişmediği, mekteplerin iptidai kısmındaki çocukların dahi 3-4 senede adam akıllı okuma yazmayı sökemediklerini çocukları bırakın hiç kimsenin her kelimeyi doğru telaffuz edemediğini belirtir."Böyle lisan, böyle tahsil olur mu? Bir köylü çocuğu senelerce mektebe gidip te, hiçbir şey öğrenemezse niçin vakit kaybe tsin. Gazeteler okunamıyor, kitaplar okunamıyor, basılamıyor. Bizi şimdiki harflere rapteden şey nedir? Bu harfleri kullanmak için hiçbir mecburiyet-i diniye yoktur. Milli harflerimiz de değildir. diye ekler."
Neticede Cumhuriyet döneminde 4 sene süren tartışmalardan sonra Harf İnkılabına geçilir. 9 Ağustos 1928 Sarayburnundaki toplantıda Atatürk'ün konuşmasından sonra aydınlarda halkta yeni harfleri öğrenmek için çabalar da başlar.
Halk Dersaneleri açılılır yeni harflerin öğretimine ilişkin basılan kitaplarla öğretimler başlar. Devlet dairelerinde kurslar açılır, eğitim müfettişleri için kurslar açılır öğrenenlerin öğretmenlere yeni harfleri öğretmesi sağlanır. Diyanet İşlerinde'de kurslar başlar.
Atatürk, tertip edilen yurt gezilerinde bizzat tahta başında bu harfleri öğretmeye devam eder.
Eylül ayında İstanbul gazetelerinde başlıklar, şehirde levhalar yeni harflere döndürülmeye başlar. Milletvekilleri seçim bölgelerine giderek yeni harflerle ilgili konferanslar verirler.
Neticede 3 Kasım 1928 de ilgili Kanun yürülüğe girer.
Yani tarih yalancılarının söylediği gibi önce Kanun yürülüğe girip, silah zoruyla harfler öğretilmemiştir.
Harf devriminin uygulanmasına ilişkin karardan 5-6 ay gibi bir süre sonra alt yapı çalışmaları başlamıştır. Kamu ve cemiyet hayatında yeni harflere geçiş konusunda eşgüdüm sğlandıktan sonra Kanun yürürlüğe sokulmuştur. Kanunun yürülüğe girmesinden sonra da 1 yıl gibi bir süre öngörülerek 1930 başına kadar geçişin tamamlanması planlanmıştır.
Harf Devriminin koordinasyonu için Millet Mektepleri (Bugünkü Halk Eğitim Merkezleri) kurulur.
Gazetelere yeni harflerle baskıya geçişi kolaylaştırmak için Gazete Primleri Kanunu ile primler ödenir.
1929 Ocağında Millet Mektepleri kent ve köylerde faaliyetlere başlar, ikişer, dörder aylık kurslar açılır. Öğretmeni ve okulu olmayan yerlere seyyar öğretim heyetleri gönderilir.
Millet mektepleri 16-45 yaş arasındaki 1928-1935 yıllarında hiç okuma yazma bilmeyen yaklaşık 2.5 milyon kişiye ve eski yazıyı bilen yaklaşık 1 milyon kişiye yeni harfleri öğretmeyi başarmıştır.
Hemen hemen 7 yılda nüfusun dörtte birine yeni harfler okuma yazma öğretilmiştir. 2
Yani tarih yalancılarının sloganlaştırdığı gibi bir gecede alimler cahil olmamışlardır, eğer eşşek değilseler tabi.
Kuran-ı Kerim Öğretimi Cumhuriyetin Kuruluşunda Nasıldı?
Cumhuriyetin ilânından sonra yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti birçok konuda olduğu gibi eğitim alanında da köklü değişiklikler yaptı. 1924 yılında kabul edilen Tevhid-i Tedrisat kanunu ile medreseler kapatılıp onların yerine yeni okullar açıldı. Bu şekilde Dâru'l-Kurrâ ve bu çerçevede eğitim yapan yerler de kapatılmış oldu. Diğer eğitim ihtiyaçlarını karşılayacak daha modern yeni okullar açılırken Dâru'l-Kurrâ'ların yerini tutacak herhangi bir okul açılmadı. Bunun yerine Tevhid-i Tedrisat Kanununun 4. maddesinde yer alan hüküm gereği İstanbul Üniversitesi'nde bir İlâhiyat Fakültesi açıldı ve kapatılan medreselerden 29 tanesi İmam-Hatip Mektebine dönüştürüldü. (Cebeci, 1996,142) Fakat bu okullarda hâfızlık eğitimi yaptırılmadığı için bu ihtiyacın farkına varan 50 milletvekili 2 Nisan 1341 (1925) tarihinde meclise verdikleri bir takrirle "Hâfız-ı Kur'ân yetiştirmek üzere 10 kişi için 50 bin liralık bir tahsisat konulması"nı sağlamışlardır. Bu şekilde hâfızlık eğitimi okul olarak olmasa da, Kur'ân kursu şeklinde hayatını devam ettirdi. 1928 yılında harf inkılâbının yapılması ile eğitimde Arapça okuyup yazmak yasaklandı ve bunun neticesinde mevcut Kur'ân kursları da kapatıldı. Bunun yanında 10.12.1930 yılında "12 yaşından küçüklere hiçbir şey öğretilmemek, 12 yaşından büyüklere ise sadece Kur'ân-ı Kerîm ve namaz sûre ve dualarını -sıkı kontroller altında- öğretebilmeleri için bazı hocaefendilere izin verildi." Daha sonra devrin Diyanet İşleri Reisi, Rifat Börekçi'nin şahsî gayretleri ile 1932 yılında bu eğitim Kur'ân kursu şeklinde yeniden ortaya çıkmış ve sayıları dokuza yükselmiştir. (Baltacı, 2000,16) Zaman içerisinde bu kursların sayısı halkın bu kurslara artan teveccühüne istinaden daha da artmıştır.Sonuç
Milli Mücadelenin ilk adımlarının atıldığı dönemden bu günlere kadar işbirlikçi ve milli mücadele karşıtı güçlerin Milli Mücadele ve Cumhuriyetle hesaplaşmaları, toplumun her daim hassas olduğu din, yani İslam üzerinden yürütülmüştür.
Cumhuriyet karşıtlarının iddia ettiği gibi Harf Devrimiyle bir gecede bütün cemiyet ve devlet hayatında değişiklik olmamış devrimin kanunlaşmasından önceki 6 aylık süreçte bilimsel alt yapı ve kamuoyu çalışmaları ile öğretime ilişkin faaliyetler başlamıştır. Devrimin Kanunlaşmasından sonra kademe kademe (özel sektör, kamu, cemiyet hayatında) gerekli tedbirler alınarak öğretim faaliyetleri için koordinasyon sağlanarak ülke sathında yaklaşık 7 yıl gibi bir sürede nüfusun dörtte birine yeni harfler öğretilmiştir.
Günümüzde bile 6 yaşındaki çocuktan 60-70 yaşındaki nineye kadar Türkçe okuma-yazma öğretimi 7 ay gibi bir sürede sağlanabilmekteyken hala daha o dönem alimlerinin, halkın Harf Devrimiyle bir gecede cahilliğe düşürüldüğü iddiası aklın, vicdanın almayacağı bir cehaletin tezahürü olmaktan öteye gitmemektedir.
Hem 1897 Osmanlı hem de 1927 Cumhuriyet istatistikleri göz önüne alındığında halkın okur-yazarlık oranı ortadadır. Hal böyle iken, Osmanlıdan miras kalan nüfusta okur-yazar oranı genelde %8 civarındayken Harf Devriminin 12 milyonluk bir nüfusta cahilliğe sebep olduğu iddiası hem vicdani hem de bilimsel olarak iftiradan başka bir şey değildir.
1925 yılında ise yine TBMM sayesinde Diyanet İşlerine gerekli ödenek tahsisiyle Kuranı Kerim'in Türkçe tefsiri, meali itinalı bir şekilde yaptırılarak basımı, çoğaltımı sağlanmıştır. Yine Diyanet tarafından hem ilkokul düzeyinde hem vatandaşlar için Türkçe olarak kitaplar hazırlanarak basım ve dağıtımı ile öğretimleri sağlanmıştır, çoğusu okuma-yazmada cahil imamlara eğitim-öğretim sağlanmıştır.
Bilhassa Osmanlıdan miras kalan ve sonrasında kaldırılan kurslar açılan İlahiyat Fakültesi ve imam hatip okullarıyla, din ve Kuran öğretimi kurumları ikâme edilmiştir.
Hz. Muhammed'e nazilinden itibaren Kuran'ın nakli konusunda ezber (hıfz) en etkili ve en önemli yol olmuştur. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren de Kuran'ın nakli-öğretimi konusunda en etkili yöntem olan hıfz ve hafızlık yeteneği TBMM itibariyle göz ardı edilmemiş, gerek ilk yıllarda gerek takip eden dönemlerde bu konuda gerekli itina gösterilmiştir. Kuran okumanın öğretilmesinde ise Kuran Elifbası üzerinden devam etmiştir.
Ardından gittikleri şıhların, hocafendilerin bir sözüyle Cumhuriyeti İslam düşmanı belleyenleri tatmin etmese de inşallah bir şeyleri araştırma konusunda yazılanlar vesile olur diye umuyorum. Tabi ardından gidilenin bir sözüyle inanılan düşüncelerin karşıt görüşleri konusunda ikna olmak için epey okumak gereklidir ki bu da herkesin göze alabileceği bir şey değildir.
İslam inancı ve ameller de benzer şekildedir; tarihsel olarak aile büyüklerinden, şıhlardan, hocafendilerden anlatılanlarla amel etmeye alışmış dimağlara, Allah'ın bahşettiği "aklı kullanma mükellefiyeti" ağır geldiğinden Kuran mealini okumaya bile tenezzül etmeden anlatılara inanmak, "atalar dininin hükmüne" kapılmak, efsanelerle bezenmiş, saptırılmış menkıbeleri(hikayeleri) dinlemek daha kolay gelmektedir.
Not: Elbette ki burada bahsettiklerim sadece Harf Devriminin Kuran öğretimi etkileyip-etkilenmediğinden ibarettir, Cumhuriyet tarihi boyunca gerek Harf Devrimi gerek diğer devrimler konusunda vur denilince öldüren zihniyetler tartışılır. Muhakkak ki beşerin olduğu yerde şaşırılmadığını, tefrite kaçılmadığını iddia etmek bağnazlık olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Türkçe kullan ey millet, dilinden utanma olma illet!
Türkçe yazım kuralarına riayet etmeniz, yazdıklarınızın daha anlaşılır olmasını sağlar.
Türkçe her yerde Türkçe'dir, kağıt üzerinde de internet sitelerinde de.
Türkçe yazım kurallarına bir göz atsam iyi olur diyorsanız bu bağlantıyı tıklayınız.