Kısa dalga yayın

26.01.2012

Oğluma Mektuplar - Doğduğun Gün

O an sen ve ben sanki  var olan dünyayı değiştirmek için, yeni bir dünya yaratmak için ilahi kudret tarafından görevlendirilmiş iki derviştik.
Sevgili Oğlum,
Ben dünyaya geldiğim zaman babam askerdeymiş, nüfusa dedem kaydettirmiş. Nüfus kağıdımda doğduğum ay olarak haziran yazıyor ama annem ve babanem çeşitli rivayetlerde bulunuyor; yok sobaların kurulduğu zamanmış yok bilmem ne...
Hem o zamanlar çocuklarını nüfusa geç kaydettirenlere para cezası falan da yok keyfe keder, ne zaman yolları nüfus dairesine düşer ne zaman akıllarına eser o zaman nüfusa  yazdırırlarmış.

İşte bu nedenle doğduğun-dünyaya geldiğin geceyi anlatayım istedim sana.


16 Ocak akşamı arabayla çarşıya-şehire gitmiştim (oturduğumuz yer merkez diye geçmesine rağmen şehire 15 km mesafede). Babannen bir taksit yatırmış; ben işte olduğumdan annen de hafif ölçekli sancılar başlaması nedeniyle bir an evvel yanına varabilmek için aceleyle başka birinin hesabına ödeme yapmış. İşte bu yanlışlığı düzeltmek için çarşıya gittim, işim yarım saat sürmedi ki dönüş yolunda çok fena kar yağışına tutuldum aheste aheste dönmek durumunda kaldım. Oturduğumuz mahalleye geldiğimde eve çıkan rampa neredeyse bir karış kar tutmuştu ve arabayla o 1.5-2 kmlik rampayı çıkamadığım için  abarayı valilik otoparkına bırakıp eve yayan çıkmak durumunda kaldım. Millet yol boyunca çoluk çocuk sokaklara dökülmüş yağan karın tadını çıkarıyor; kar topu oynuyor, binaların bahçelerindeki minik tepelerden poşetlerle kayarak şen kahkahalarla eğleniyordu.
Eve vardığımda kardan adama döndüm desem yeridir. İçeri girdiğimde bir de baktım ki annen koltuğun kenarına ilişmiş kıvranıyor. Doktorun demesine göre daha dünyaya gelmene üç gün vardı oysa.
Annenin kıvranmaları geçicidir diye düşünürken doktorun söylediği "Sancılar yaklaşık iki saat boyunca beş dakikada bir tekrarlarsa hastaneye gidin" uyarısı aklıma geldi. Annenin sancıları vurdukça zaman tutmaya başladım. Aha o da ne sancılar bırak beşi dört dakikada bir tekrarlamaya başlamıştı işte o zaman biraz tırstım; şimdi ne olacak diye düşünürken. Annene arabayı aşağıda bıraktığımı falan söylerken yakınmaya başladı; şimdi hastaneye nasıl gidecez falan, diye.

Belli etmiyordum ama bu konuda ben de endişe ediyordum. komşulardan birine haber vermek aklımdan geçiyordu ama bizim mahallede yollar kapalıydı ve komşularda da zincir olması pek muhtemel değild. Sonra aklıma cankurtaran geldi, "Eşek değiller ya bu havada elbet bir tanesine zincir takmışlardır" diye düşünüyordum. 112 yi aradım, ilk önce konuşmaların kaydedildiğini söyleyen bir bant kaydı çıktı o esnada "Ulan acil durum hattında insanı karşılamak için ilk aklınıza gelen bu muydu?" diye düşünüyor ve küfretmemek için kendimi zor tutuyordum. Bant kaydından sonra bir  kadın cevap verdi. Durumu anlattım, annenin doğum yapmak üzere olduğunu söyledim. Görevli kadın ne dese beğenirsin? "Beyfendi kendiniz hastaneye götüremiyor musunuz" demesin mi?
Dedi valla.
O an aklımdan nasıl okkalı küfürler sarf etmek geçti bilemezsin ama bir an telefon ilk açılınca görüşmelerin kaydedildiğini söyleyen sesi anımsadım ve aklımın ermediği bir soğukkanlılık geldi üstüme. Yine de telefondaki kadına sitemle: "Hanfendi şartlar müsait olsa ben de biliyorum kendim götürmeyi sizi rahatsız etmezdim fakat burada yollar kapalı, arabam 2 km aşağıda, evime çıkaramadım o nedenle sizi arıyorum" dedim. Sonra tuttu bir de "Doğum başladı mı?" diye soruverdi. Ulan ne bileyim ben doğum başladı mı başlamadı mı o kadarını bilsem kendim doğurturum size ne hacet var diye düşünüyordum. Bu soruya da sitemle " Bilmiyorum izah ettim durumu, doktor bu durumda hastaneye gitmemizi söyledi" şeklinde cevabımdan sonra adresi verdim evi tarif ettim. "Tamam beyfendi hemen size en yakın ambulansı yönlendiriyorum, binanın önüne çıkarak ambulansı karşılayın" diyerek kadın telefonu  kapattı.

Oğlum bekle bekle ambulans yok ortada. Aşağı iniyorum, binaların etrafını dolanıyorum, eve çıkıyorum anneni teskin ediyorum, burnundan derin derin nefes almasını söylüyorum sonra tekrar aşağı iniyorum hala ambulans yok ortada.
Yaklaşık bir 10 dakika sonra cep telefonum çaldı, bir kadın 5-6 km ötedeki hastanedeki ambulansı yönlendirdiğini , yine karşılamamı söyleyip kapattı telefonu.
Yine eve çıkıyorum anneni teskin ediyorum, aşağı iniyorum, dönüyorum dolaşıyorum ambulans yok ortada. Yaklaşık bir 10 dakika daha geçti ki telefonum çaldı, karşıdaki kadın; şu an ambulansın bizim evin oralarda tarif ettiğim yerlerde olduğunu söylerken solda, yukarıdaki caddede ambulansı gördüğümü ve soldaki rampadan aşağı inmelerini söyledim.
Fakat o da ne?
Ambulans inemezmiş, inerse rampayı çıkamazmış çünkü zinciri yokmuş.
Neyse rampanın başında ambulans durdu, şöför ve hemşire indiler arabadan. Hastayı yürüterek getirip getiremeyeceğimi sordular. Durumu izah ettim, ambulanstan iki tekerlekli bir taşıma aracı çıkarttılar, ben onunla eve doğru koşarken bina kapısında annene rastladım, ambulansı balkondan gören komşular ve babannen indirmişler aşağıya. Neyse o araca anneni oturtturduk, mahalleden iki delikanlı ile çeke çeke ambulansa kadar zor bela götürdük bileklere kadar karın içinde. Ambulansa binip ferahlamıştım ki bu sefer minicik bir rapmayı ambulans çıkamadı. İndim aşağı yine mahallenin iki delikanlısı ile güçlükle ittirerek ambulansı yokuş başına kadar çıkarttık. O esnada da belediye aracı tam önümüzde yokuş aşağı tuzlama yaparken biz de ardına takıldık. Yokuş 50 metre sonra ana yola çıkıyordu fakat bu seferde yokuşu inerken duramama sorunu vardı. Yine indim ambulanstan, kavaşağa kadar koşturdum. Ambulans gelirken yoldan gelen araçları durdurup muhtemel bir kazaya engel oldum. Ambulans anayola çıkınca şoförden beni valilikte bırakmasını, gece veya dönüşte lazım olabilir diye aracı alarak arkalarından geleceğimi söyledim. Şoför, "Tamam kardeş, acele etme, yollar sakat. Hanımın bizde güvende, sakin sakin arkadan gelirsin, doğum evinde görüşürüz"

Şöför, telefondakinin aksine anlayışlı adam. Ambulanstan inip koşa koşa arabamın olduğu otoparka gittim. Nöbetçi polis kulübede şaşkın şakın beni gözlerken; kulübeye yönelip polise durumu anlattım. "Tamam kardeş tutmayayım seni hadi hayırlı olsun" diyerek kulübesine geri döndü.

Arabanın yanına vardığımda araba neredeyse kardan görünmüyordu, o kadar kar yağmış ve hala daha lapa lapa yağmaya devam ediyordu. Arabayı çalıştırıp yola düştüm ki hız yapmak zaten mümkün değil, kar yağışından hem silecekler camı temizlemekte zorlanıyor, virajlarda buz olmamasına rağmen tekerler kızaklıyor hem görüş mesafesi düşük, hızlandıkça iyice de düşüyor. Artık çaresiz sakin sakin hastane yoluna düştüm. Hastaneye vardığımda anneni muayene etmişler ve babannene iki saatte doğumun gerçekleşebileceğini söylemişler.

Danışma mı, güvenlik mi artık ne olduğu belirsiz, servislere çıkan kapıdaki bankonun telefonları çaldıkça irkiliyoruz. Babannen;  iki saate kurtulur merak etme diyor.
Saat yirmi üç suları.
Hareket yok. Hastane duvarlarında asılı, yazılı ne kadar tabela, pano varsa gerginlikten hepsini ezberledim o sırada. Doktorların isimleri, bilgilendirme panoları, yönlendirme tabelaları...
Geziyorum, geziyorum, babannenin önünde dikiliyorum; iki saate kurtulur merak etme, diyor.

Saat yirmi dördü devirdi 17 ocak gününe girdik ses seda yok.
Bir iki telefon çalıyor, çıtırtıdan ürken ceylanlar gibi babannenle kafaları dikiyoruz; başkasının adı sesleniyor "Gözünüz aydın hayırlı olsun, çantaları alıp..."
Saat sabah biri devirdi ses seda yok.
Saat sabaha karşı iki gibi babannenle hastane koridorunda koltuklar üzerindeki çantalarımıza kapanmışız tam uykuya dalıyorduk ki ikiyi on geçe telefon çaldı. Annenin adını seslendi adam, koştura koştura yanına vardım.
- Hadi gözünüz aydın, hayırlı olsun.
- Allah razı olsun, sağolun, ben görebilir miyim?
-Yakını çantalarını alıp 20 numaralı odaya çıksın.
- Ya ben, ne zaman görebilirim?
- Yakını çantalarla çıksın. Hasta odaya çıkınca...
- Ben ne zaman görebileceğim?
- Hasta odaya çıkıp da bebeği kucağına verilince çıkarsınız beş dakika
- Tamam, eyvallah, sağol, teşekkürler. Anneeee! Çantaları alıp yukarı...

Ah be oğlum! O zaman içime doğan nasıl anlatılmaz, nasıl güzel, nasıl eşsiz nasıl şahane bir duygu anlatamam. Eminim bunu büyüyünce benden çok duyacaksın ama bu duyguyu ancak "Baba olunca anlarsın"

- Oğlumu ne zaman görebileceğim?
- Oğlumu ne zaman görebilirim?
- Oğlumu görebilir miyim?

Bu şekilde adamın başının etini defalarca yerken ilk telefondan yaklaşık kırk dakika sonra babannen aradı telefonla, yiyecek ve içecek birşeyler alıp odaya çıkabileceğimi, seni görebileceğimi söyledi.
Koştur koştur kantine nasıl gidip geldim, adama ne diyip yukarıya çıktım pek hatırlamıyorum. Odaya vardığımda annenin kucağındaydın.
Seni gördüğüm an dünyadaki tek ve son babanın ben olduğumu hissettim sanki koca insan neslinin devamını ben sağlıyordum. O an sen ve ben sanki  var olan dünyayı değiştirmek için, yeni bir dünya yaratmak için ilahi kudret tarafından görevlendirilmiş iki derviştik.

İşte böyle yiğit oğlum, Aybars Turanım.
17 Ocak 2012 sabaha karşı 02:05 te dünyaya gelişinin özetle hikayesi böyle.

1 yorum:

  1. Allah size derviş ruhuyla her türlü zorluğu ayak tozu edebilmeyi,güzel bir hayatı Elif anayla sevdiklerinizle dolu dolu yaşamayı nasip etsin...

    YanıtlaSil

Türkçe kullan ey millet, dilinden utanma olma illet!

Türkçe yazım kuralarına riayet etmeniz, yazdıklarınızın daha anlaşılır olmasını sağlar.
Türkçe her yerde Türkçe'dir, kağıt üzerinde de internet sitelerinde de.
Türkçe yazım kurallarına bir göz atsam iyi olur diyorsanız bu bağlantıyı tıklayınız.